Gürcan Banger
BİR: Kapitalizmin çağı tanımlayan özelliklerinden bir diğeri, yaşadığımız dönemde (türü ve içeriği ne olursa olsun) ürün - yaratı ömrünün kısalmasıdır. Bu arada yeni bir ürünün kopyalanma süresi de kısaldı. Bu nedenle iş dünyası, ürünü daha dikkatle izlemek üzere ‘ürün yaşam süreci yönetimi’ diye anılan bir iş modeli geliştirdi. Kısalan ürün ömründen; genelde sanat, özelde edebiyat yaratıları da payını alıyor.
İKİ: Günümüzde sanatın kendini bir büyük ekonomik pazarın (bütünleşik küresel pazarın) dışında tanımlaması mümkün değil. Bu süreçte sanat, kâr amaçlı bir faaliyet haline dönüşüyor; bu emtialaşma süreci büyüyerek, devam edecek. Sanat, katma değeri olması gereken bir ticari gösteri halini almayı sürdürüyor. Sanat ürünlerini ekonomik pazara sunanlar veya sanata destek verenler, ancak ekonomik kâr veya başarı elde edecekleri alanlara yatırım yapıyorlar. Sanatçılar için de sanatsal ilgi alanları, kazanç elde edilen meslek haline dönüştü. Fakat oyunu kurallarıyla (!) oynayan sanatçı piyasada var olmaya devam ediyor. Artık reklâm, tanıtım ve pazarlama olmadan sanata ilgi duyabilecek kitlelere ulaşmak kolay değil.
ÜÇ: Geçen yılın ödül kazanan filmlerini, konuya yakın ilgisi olanlar dışında pek az kimsenin hatırladığının farkında mısınız? Eğer bir kitap okuru iseniz, birkaç yıl önce kitapçı raflarını dolduran çok-satan kitapları da hatırlamayacaksınız. Yeni müzik eserlerinin klasik olma şansını yakalayamadığını fark ediyor musunuz? Sanayi Toplumu ve öncesine ait sanat ürünlerinin erişme şansına sahip oldukları kalıcılığı, ‘yeni sanat’ yakalayamıyor. Muhtemelen bundan sonra da böyle olacak. Tüketim odaklı yaşam, sanatı da tükenir - tüketilir hale getirdi. Sanatın insan olarak yaşamımıza getirdiği farkı yaşamaya zamanımız bile olmuyor. Bu çağda özgürlük denen şey de kapitalizmin bizim için ürettiği yeni ihtiyaç ve bunlara bağlı yeni tatmin araçlarını tüketmek üzere seçmekten başka bir şey değil.
DÖRT: Yazar olmak sadece kalemle veya bilgisayarın tuşlarına basarak sözcükleri birbiri ardına sıralamak olmamalı. Yazı yazma becerisi, özellikle edebiyatçı olma yeteneği ile eş değil. Edebiyatı yaratabilmek yazı yazabilme becerisinden çok daha fazlasını gerektiriyor. Öncelikle evren, insan ve yaşam hakkında çeşitli ve derin bilgi, deneyim sahibi olmak yanında akıl ile sezgi gücünü ve çoklu zekâyı zorunlu kılıyor. ‘Sade suya’ bir anlatıcı veya ‘arabesk duygucusu’ olmanın yazarlıkla eşdeğer tutulması takıntısını yıkıp yok etmek zorundayız.
BEŞ: Bir toplumun veya kentin gelişmişlik düzeyini tespit etmek istediğinizde onun estetik, sanat ve edebiyat değerlerine bakın. Bu değerleri başka toplum ve kentlerle kıyaslayın. Bu araştırma ve kıyaslama, yaşadığınız toplum ve kent hakkında size çok önemli ipuçları verecektir. En azından neyin eksik ve neyin zayıf olduğunu çok daha kolayca görebileceksiniz. Estetik, sanat ve edebiyat üretemeyen bir kentte mevcut değer olarak kabul ettiklerinizin taklit eklemlemeler olduğunu şaşırarak göreceksiniz. Bir toplum ya da kent, ya estetiği üretir ya da estetik olanın taklidini kendisine yapıştırır.
ALTI: Bir kentin her geçen gün daha fazla tüketim mekânları toplamına dönüşmesi, o yerleşimi bilinmeyen bir açmaza sürükleyen bir sarhoşluk gibidir. Ancak acı sona ulaşıldığında geri dönülmezliğin farkına varılır. Bir kent önce üretim mekânları, insanları ve örgütleri toplamı olmalıdır. Üretim anlayışı sanayiden sanata, hizmetlerden yerel potansiyelin etkin ve verimli değerlendirilmesine kadar uzanmalıdır. Edebiyat da bu üretim sürecinde yerini almalı. Bir kentin ‘iyi’ kabul edilmesi için o yerleşimin sanat ve edebiyat alanında da gelişmeler yaşaması ve yaşatması gerekli. Bunun için de kendi yenilikçi yol, yöntem ve tekniklerini bulmalı. Çünkü sanat ve edebiyat, bir yerleşimi kent yapan önemli unsurlardan birisidir.