Yaşam Çevresi Olarak Kent
Gürcan Banger
Dünyanın her noktasında insanların yaşam düzey ve kalitelerinin, kentleşmenin hızı ile eş gitmediğini de gözlüyoruz. Kentlerdeki bazı yerleşim alanlar hızla çürüyüp yok olurken, diğer yandan kaliteli yaşamın cazibe merkezleri olarak zengin gettoları da giderek yaygınlaşıyor. Kentlerde yaşayan varlıklı insanlar ve aileler, kentlerin yoksul kesimlerinden kendilerini izole edecek yeni ve malikleri dışındaki herkese kapalı yerleşimler üretme çabasındalar. Rezidanslar, dev siteler ve konfor köyleri büyük kentlerden başlayarak ülkenin her albenili noktasına doğru yayılıyor.
Kent, Ekonomi ve Sosyal Adalet
Dünyanın büyük kentlerini yakından incelediğimizde; kentin yenilenmesi ile bakım ve onarıma tabi tutulmasının giderek güçleştiğini gözlüyoruz. Örneğin eski bir köprünün onarılması, çoğu zaman yenisinin yapılmasından daha pahalıya mal olabiliyor. Genel anlamda; kentte yaşamak büyük bir ivme ile artarak daha maliyetli hale geliyor. İşin can alıcı noktası şu: Kentler bir yandan hızla büyürken, kentin daha önce yapılmış bölümleri büyük bir hızla çürüyor. Dolayısıyla bir süre sonra bu yerleşimleri, sürdürülebilir kent veya yaşanabilir kent olarak düzenlemek imkânsız hale gelecek.
Kentte yaşayan insan gruplarının aralarındaki zenginlik farklılaşması, giderek yoksullaşanları bu köhneleşen kent mekânlarında yaşamaya zorunlu kılarken, zenginler beğenmedikleri koşullar altında yaşamaya devam etmek istemiyorlar. Öyle sanıyorum ki; önümüzdeki dönemde iki tür kent oluşacak. Bunlardan birisi yoksulların yaşadığı eskimiş kentler, diğeri ise zenginlerin sadece kendileri için kurup geliştirdikleri eko-kentler olacak. Mevcut kentlerin geleneksel dokusundan bağımsız olarak, dört tarafı duvarlarla çevrilmiş, kapısında özel güvenlik kuvveti bulunan zengin gettoları bu konuda ciddi ipuçları veriyor.
Yaşadığım kentte veya ülkenin diğer kentlerinde kaç kişi kentin yoksul dış mahallelerinde yaşıyor? Kaç ailenin temiz suyu veya sağlık koşullarına uygun bir tuvaleti yok? Bir vatandaş, yaşadığı mahalleden yılda ne sıklıkta kentin merkezine gelebiliyor? Kent merkezinde sunulan sosyal ve kültürel olanaklardan kentin dış semtlerinde yaşayanlar ne oranda yararlanabiliyorlar? Kentin yoksul mahallelerine yapılan yatırımlar nelerdir? Dış semt başına düşen yatırım ne kadardır? Yoksul semtlerde yaşayanlara gıda, yakacak ve para yardımı yapılarak bu yörelerin temel sorunları çözülebilmekte midir?
Büyüyen Sorunlar
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de kırdan kente doğru yoğun bir akış var. Konuya Türkiye açısından baktığımızda; pek çok kentin bu etkin akışı karşılayabilecek gücü ve yapılaşmasını olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla kentler kırdan gelen göçmenleri kentlileştirmek yerine, gelenler kentleri kırlaştırıyor. Günümüzde hızla artan kent nüfusunun büyük bölümü düşük ve orta gelirli ailelerden oluşuyor. Göç karşısında ezilen kentlerin gerçeğini bir madalyonun iki yüzü ile anlatmak mümkün. Bir yandan göç, diğer yandan kentlerin çözülmemekte ısrar edilen temel sorunları; bir yönüyle kentleri yoksullaştırıyor, diğer yönüyle yoksulluğu kentlileştiriyor.
Bugün kentlerin sorunları, sıradan belediye bütçeleri ile çözülebilecek boyutların çok ötesine vardı. Dünyanın görece daha az gelişmiş ülkelerine benzer biçimde ülkemizde de kentsel gelişim konusunda genel kabul görmüş ulusal ve sosyal bir yaklaşım yok. Yerel yöneticiler kentin temel sorunlarının çözülmeye çalışılmasının, kendi gelecek ve makam beklentileri ile uyuşmadığı görüşündeler. İktidarlarını sürdürebilmek için oy almaya yönelik göze görünür faaliyetler içinde olmayı yeğliyorlar. Kent merkezinin görsel albenisinin artırılması, yerel yönetim kaynakları ile kendilerinin veya partilerinin reklâmının yapılması ya da yoksulların maddi yardımlarla oy olarak iktidara bağımlı hale getirilmesi en sık görülen yaklaşımlar.
Kentleri beton ve asfalt çokluğu ile değil; yaşam kalitesi ile ölçmemiz gereken bir çağdayız. Yaşadığımız yerleşimleri insanlar için geleceğin hapishaneleri yapmamak adına herkesin –ama en çok seçmenlerin– kendisine bir vazife çıkarması gereken bir zamanı yaşıyoruz.