Bir Zamanlar Anadolu’da
Gürcan Banger
Her gün gezip dolaştığımız mekânlardaki değişimi kimi zaman fark etmeyiz. Sanki yaşadığımız mahalle ya da sokak, daima şu anki haliyle duruyormuş gibi gelir. Kentlerin de insanlar gibi doğduğunu, büyüdüğünü, ilgi veya ilgisizlik gördüğünü gözden kaçırdığımız zamanlar olur.
Ülkenin bütününe baktığımızda; kentler açısından iki ayrı kategori gözlüyoruz şimdilerde. Başta İstanbul olmak üzere, Eskişehir’i de içine alan bir grup kent var ki; buralarda değişimin hızı değişiyor. Çok kısa aralıklarla bu grup kentlerde ciddi değişimler gerçekleşiyor. Örneğin bu sıralar Eskişehir’den ayrılıp birkaç yıl sonra dönen bir kişinin, kenti tanımakta zorluk çekeceğini sanıyorum. Ama geri döndüğü anki izlenimleri olumlu veya olumsuz anlamında nasıl olacaktır; bu soru, yorum gerektirir.
Bir de; değişmeyen kentler var. Bunlar genelde Anadolu’nun yüksek oranda göç veren kentleri olarak görünüyor. Ama ne yazık ki, bu kentlerde de geleneksel olan unsurlar korunamıyor. Modernlik özentileri altında tarihten gelen güzellikler, ne yazık ki oralarda da yok ediliyor.
Anadolu’da Türk yerleşimi, 11’inci yüzyılda başlar. Özellikle Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türkler, yoğun biçimde Anadolu’ya yerleşmeye başlamışlardır. Türk Beyliklerinden olan Osmanlıların egemen olmaya başlamaları ile Anadolu-Türk kentlerinin örnekleri yaygınlaşmıştır. Gelişleri itibarıyla genel anlamda göçer özelliğe sahip Türk toplulukları, ele geçirilen topraklarla birlikte daha yerleşik bir düzene geçmişlerdir. Osmanlı-Türk yerleşimlerinin ilk görüldüğü yöreler arasında Eskişehir ve Bilecik öneme sahiptir.
Türklerin Anadolu’ya geldikleri yıllarda buralarda geçmişten uzayıp gelen yerleşik bir düzen vardı. Gelen Türk topluluklarının bir kısmı da yerleşik düzene geçme eğilimi içine girdiler. Ama özellikle Eskişehir yerleşimi örneği açısından bakıldığında; yerleşik düzene geçiş açısından ikircikli bir durumun oluştuğu da görülür. Şöyle ki; uzunca bir süre yerleşik ve göçer düzenler (birbirine karşıt olarak) birarada varolmuşlardır. Anadolu’ya gelişten itibaren yerleşik düzene geçişte bir “yüksek hız” niteliğini görmek mümkün değildir. Bunda, Osmanlı egemenliğinin kalıcılığı kesinleşinceye kadar geçen zamanda örneğin Eskişehir-Bilecik bölgesinin bir çarpışma (savaş) alanı olarak kabul edilmesinin etkisi vardır. Porsuk Çayı ve sıcak su kaynakları gibi cazip unsurlara rağmen Eskişehir’in kentleşme süreci (kent olması ve kent olarak büyümesi süreci) 19’uncu yüzyılı bulmuştur. Kuruluş sonrasında Osmanlı, adeta Eskişehir’i unutmuştur. Bu arada “tercihe mazhar olan” İstanbul, Bursa, Konya gibi kentler ciddi gelişmeler göstermiştir.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu kentlerinin gelişmesi, genelde dinî yapılar etrafında olmuştur. Diğer örneklere göre çok gelişmiş olmamasına rağmen Odunpazarı yerleşimi de Şeyh Edebali Makamı ile Kurşunlu Külliyesi (ve bazı türbeler) etrafında yer almıştır. Osmanlılar genelde ele geçirdikleri kentlerin yapısını fazlaca değiştirmemişlerdir. Mevcut dinsel yapıların camiye dönüştürülmesi dışında fiziksel mekâna müdahaleleri olmamıştır. Özellikle Anadolu kentlerinde, fiziksel mekân gelişimi kendi haline bırakılmıştır. Bu nedenle planlama anlayışı ile doğru zamanda doğru biçimde ele alınmayan Anadolu kentlerinin tümünde gelişim, bir merkez etrafında yavaş yavaş yayılarak gerçekleşmiştir. Bu durumun değişmesi, ancak doğal afet veya yüksek yoğunluklu dış göç olayları ile gerçekleşebilmiştir. Eskişehir’in gelişimi de bu modele son derece uygundur.
Eskişehir’in yerleşim tarihi üzerine yazılmış eser sayısı oldukça azdır. Literatür araştırmalarımda başka kentler hakkındaki ilginç kaynakları gördüğümde içim acımıyor desem az olur. Eskişehir üzerine yapılacak yeni çalışmalarda yerleşim tarihi yanında konuya ilişkin toplum bilimi, iktisat, nüfus ve benzeri araştırmalarını da görmeyi diliyorum.