Bir Zamanlar Eskişehir ve Yahudi Göçü
Gürcan Banger
Eskişehir’in yoğun olmayan yerleşime uğramamış bereketli toprakları 18’inci yüzyıldan itibaren göç almaya başlar. İlk gelenler Çerkezler ve Abazalardır. 1860 yılında Kırım’dan Anadolu’ya büyük sayılacak bir göç gerçekleşir. Bugün de mevcut olan pek çok Tatar köyünün başlangıcı bu tarihe kadar gider. Daha sonra sırasıyla 187/’de Balkan göçleri ve 1877-1878 ile 1882’de Kafkaslardan Çerkez göçleri gelir. 20’nci yüzyıl başlarında Kafkasya’dan Anadolu’ya göçler devam eder. 1917 ve sonrasında Kırım ve Kazan’dan Anadolu’ya gelenler olur. Eskişehir’in geleneksel yerleşim alanı Odunpazarı’ndan kuzeye yayılan yerleşiminde bu göçlere bağlı olarak kurulan yeni mahalleler etki yapar.
Eskişehir tarihinin yukarıda özetlediğim yakın dönem tarihi az çok bilinir. Ama bu göç sürecine sıkışmış bazı olaylar var ki; onları yeterince bildiğimizden emin değilim. Belki de; kapsamlı ve bütünleşik bir Eskişehir Tarihi’nin yazılmamış olmasının bu eksik bilgilenmede etkisi var.
Dünyaca ünlü The Times Gazetesi’nin 31 Aralık 1904 tarihli sayısında “The Land of the Anatolian Railway II (Anadolu Demiryolu’nun Geçtiği Topraklar II)” başlıklı bir makaleden alıntı yapmak istiyorum. (Çeviri; Dr. Yonca Erkan’ın “Anadolu Demiryolu Çevresinde Gelişen Mimari ve Korunması” başlıklı doktora tezinin sayfa:111’den alıntıdır.) Yazıda Bulgaristan’dan göç eden ve Ankara – Eskişehir arasında üç farklı yerleştirilen Yahudi göçmenlerden söz edilmektedir:
“Eskişehir ve Ankara arasında Romanya’daki Ortaçağ İspanyol Yahudileri gibi haçın gölgesi yerine hilali yeğlemiş üç küçük Yahudi yerleşmesi bulunur. Bu kolonicilerin 100 aile oldukları söyleniyor. Türkiye’ye 5 yıl önce geldiler ve Dobruca’dan geldiklerinde muhacir statüsü ile Sultan’ın kamu topraklarından geniş araziler verildi. Başlangıçta çok az şey talep ediyorlardı ancak kıyafetlerinin yetersizliği nedeniyle, soğuktan, açlıktan çok etkilendiler. Sefaletleri yüzde 90 oranında kentli olmalarından ve tarım hakkında pek bir şey bilmemeleri yüzünden artmıştı. Bu halde iken Berlin’den Prof. Otto Warburg tarafından keşfedildiler. Kolonilerin basına bilimsel tarım bilgisi olan yetkin idareciler atadı ve yerleşmelerin tüm masraflarını karşıladı. Beylikahır’daki koloni 100 kişinin 48’inin barındığı koloni olduğu için en önemlisidir. Burası imar edilmiş anlamına gelen ‘mamure’ adını taşır ve oldukça iyi durumdadır. Kireç boyalı kerpiç evlerin kırmızı kiremitli çatıları ve kerpiç ağılları özgün bir mimaridir. Köylüler yaklaşık 400 koyun, 400 keçi sahibidirler. 800 hektar alanda bu yıl tarım yapılmıştır, kolonistlerin çoğu gettolardan gelmiş olsalar da, tarıma yavaş yavaş alışmaktadırlar. Çok çalışmaktadırlar ve sahip oldukları başarıdan daha çoğunu hak etmektedirler. Bu yılın hasatı oldukça büyük bir hüsran oldu. Mayıs basına kadar mısır harika durumdaydı, ancak bundan sonra 5 ay süren kuraklık sonucunda ürün zayıf oldu.
Başlangıçta yerleşim komünist ilkelerle işletilmek istendi ancak bunun büyük bir hata olduğu anlaşıldı ve hemen terk edildi. Arazi aileler arasında sanki kendi mülkleriymiş gibi bölümlere ayrıldı. Her aile sıradan bir sapan ile bazı tarımsal aletlere sahipken her grup (3 aileden oluşan) 3’lü sapana sahipti. Ambarlar, demirciler ve ağır makineler, örneğin buharlı harman makinesi genel kullanımdaydı. Koloni makineler açısından iyi donanımlıydı ki bunların çoğu birinci sınıf İngiliz makineleridir. Baş edilmek zorunda kalınan iki güçlükten biri kuraklık ki tüm Anadolu’da yaygındır, diğeri köyün sağlıksız konumudur. Bölgede sıtma o kadar yaygın ki istasyon şefi birkaç ayda bir değişiyor. Köy sakinleri yerleşimlerinin ilk iki yılında ateşten çok yakınıyorlardı ancak simdi çevreye bir ölçüde alıştılar. Yaşanan küçük tatsızlıklar arasında zaman zaman büyük sayıda koyunu telef eden kurtlardan da bahsedilmektedir. Köyün hükümete ödediği vergiler oldukça ağır. Su ana kadar koloni Prof. Warburg ve Paris Cemiyeti’ne aile basına 300-400 Franka mal oldu. Beylikahır trenle Eskişehir’den 2 saat uzaklıkta. Diğer koloniler Sazılar’da yer almakta, Ankara ile Beylikahır arasında ve diğeri hemen Ankara’nın yanında”.
The Times’da bu makalenin yayınlandığı yıllarda (bugünkü adı Beylikova olan) Beylikahır’ın 150 dolayında haneden oluşan önemli bir köy olduğu anlaşılmaktadır. Beylikahır, Yunanlıların bu bölgeyi işgalinden önce nüfusun çokluğu, çarşısı ve dükkânlarının zenginliği ile gelişmiş bir köy olarak tanınmaktadır.
Yukarıda bir kısmını verdiğim The Times Gazetesi’ndeki 1904 tarihli makalede ismi anılan Prof. Otto Warburg, 1859-1938 yılları arasında yaşamış bir Alman botanikçi ve endüstriyel tarım uzmanıdır. 1897’de İsviçre Basel’de kurulmuş (1960’da Dünya Siyonist Örgütü adını almış) olan Siyonist Örgütü’nün aktif bir üyesidir. 1911-1921 tarihleri arasında örgütün başkanlığını yapmıştır. Örgütün başkanlığını yaptığı dönemde temel bakışı, “Yahudiler için Filistin’de yasal olarak güvence altına alınmış bir ev / vatan” yaratmaktı.
Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi’nin 1993 yılı I. Cilt 3 no’lu sayısında yer alan H. Siren Bora imzalı “Alliance Israelite Universelle’in Osmanlı Yahudi Cemaatini Tarım Sektöründe Kalkındırma Çalışmaları ve İzmir Yakınlarında Kurulan Bir Çiftlik Okul: Or Yehuda” isimli makaleden birkaç alıntıyı da dikkate sunmak isterim: Alliance Israelite Universelle; “… Jewish Colonization Association’ın (Yahudi Kolonizasyon Derneği’nin) desteğiyle Beylikahır, Sazılar ve Selanik Tarık Okullarını kurdu.”
Makalenin bir başka yerinde ise “Jewish Colonization Association Mezopotamya’da, Eskişehir’de (Mamure), İstanbul vilayetinde (Mesila Hadaşa), Silivri’de (Fethiköy), Akhisar’da (Or Yehuda) ve Balıkesir’de (Tekfur Çiftlik) yeni tarım kolonileri kurdu” deniyor.
H. Siren Bora’nın makalesinde; (sonraki yıllarda yaşanan süreç sonucu adı Kayalı kasabası olan) Or Yehuda isimli tarım çiftliğinde yaşamış Yahudi ve diğer dinî / etnik kimliklere sahip ailelerin isimlerinden söz ediliyor. Araştırmacı ve yazar Rifat N. Bali, Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan büyük kargaşa ve yıkımdan bu çiftliklerin de zarar gördüğünü ve 1930’lu yıllarda tasfiye edildiğini yazıyor.
Bir gazete köşe yazısının bu konu için yeterli olmayacağını tahmin ve takdir edersiniz. Bu nedenle (erişebildiğim kaynaklar ölçüsünde) isimleri anarak ve kısa alıntılarla yetinmek zorundayım. Eskişehir tarihi açısından konunun ayrıntılarına girme ve kamuoyu ile paylaşma işini tarihçilere bırakalım.
Gürcan Hocam Günaydın,
Çok ilginç bir araştırma tarih makalesi.Hiç bilmediğimiz bir yönü ile Beylikahır.
Hocam ilgi ile okudum.Bu konuda daha detay yazınız olacak mı?
iyi çalışmalar
Rıdvan Bey,
Bu konuda iki köşe yazısı yazmıştım. Aşağıda blog’umdaki adreslerimi veriyorum.
http://ikieylul.wordpress.com/2010/06/20/bir-zamanlar-eskisehir-ve-yahudiler/
http://ikieylul.wordpress.com/2010/06/19/bir-zamanlar-eskisehir-ve-yahudi-gocu/
İyi okumalar dilerim.
Gürcan Banger
bu konu için hemen bir çok konuda yararlı ve kullanışlı dökümanları bu sitede bulmak mümkün. Sitenizdeki tüm yayınları yakından izliyoruz kaliteli bir web sitesi emeği geçen arkadaşlara teşekkür ederiz.
Yalnızca bu konu için değil aslında bir çok konuda yararlı ve kullanışlı kaynakları bu adreste bulmak mümkün. Web sitenizdeki tüm yayınları yakından takip ediyoruz kaliteli bir site emeği geçen ekibinize teşekkür ederiz.
hocam bütün yazılarınızı merakla bekliyor ve bilgilendiğimiz için seviniyoruz.elinize,beyninize sağlık.eskişehir tarihiyle ilgili derin araştırmalarınızı ve yazılarınızı özlemle bekliyoruz.
Gürcan Bey,
İlgi ile takip edildiğini gördüğüm Eskişehir’deki Yahudi kolonizasyonu hakkındaki metin doktora tezim olan “Anadolu Demiryolu Çevresinde Gelişen Mimari ve Korunması” adlı çalışmanın 111. sayfasından alınmıştır. Tercüme bana aittir. Kaynak göstermediğiniz için bu bilgiyi okuyucularınızla paylaşmak istedim.
Umuyorum, ileriki çalışmalarınızda bu metinleri bulmak için emek harcamış araştırmacıların çalışmalarına saygı gösterirsiniz.
Haddini aşan son cümleniz hariç olmak üzere; uyarınız için teşekkür ederim, gereğini yerine getirmeye çalıştım. Bu daha eski yazının geliştirilmiş şekli olan “Bir Zamanlar Eskişehir ve Azınlıklar” başlıklı makaleyi okumuş olsaydınız, doktora tezinizden övgüyle söz edilmiş olduğunu fark ederdiniz.