Hanımefendinin Ruhu
Gürcan Banger
Yaygın basının haftalık dergilerinden birinde bayan şarkıcı F.A. şöyle diyor: “Arabesk, ruhumun dışa vurumu…” Doğrusu; bu ruh için “Vah vah” demek geldi içimden. Bayan F.A. yeni çıkardığı müzik albümü ile ilgili verdiği röportajda başka yorumlarda yapıyor ruhu ile ilgili: “Belki de benim içimde yaşattığım, dışarıya vuramadığım fırtınaların o şarkılarla fışkırmasını sağlıyor bu iki müzik.” Son cümlede “iki müzik” olarak ifade ettiğinin birisi, arabesk tabii. İkincisi ise (aynen söylediği gibi yazıyorum) “distorşın gitarlarla” yapılmış rock müzik.
“Kişioğludur arabesk de sever, rock müzik de” diyebilirsiniz. Ya şuna ne demeli! Hanımefendi, tasavvufla da ilgileniyormuş: “Mevlana, Yunus Emre ve Aşık Veysel’den çok etkilendim.” Bu ne ruhsal vurumdur ki; arabeski, rock müziği ve az önce saydığım geleneksel değerleri bir çırpıda bir araya getirebiliyor! Ne arasan var. Hepsi bir arada.
Bu röportaj bahane. Aslında Bayan F.A. ile ifade edilen memleketin aynası. Durumdan çıkarılacak dersler olmalı. İşin, bu yanına bakalım.
Türkiye’yi yönetmeye talip olanlar veya kamunun değişik kademelerinde yönetimi elinde bulunduranlar, hâlâ sosyal göçün ve etkilerinin farkına varamadılar. Eğer varsalardı, göçün ağır sonuçlarını görüp çözümü yönünde önlemler alırlardı diye düşünüyorum. Bugün Türkiye’nin yaşadığı sorunların pek çoğunun sosyal göç ile ilgili olduğunu söylesek fazla yanılmış olmayız.
Türk müziğinin dejenerasyonu da sosyal göç ile ilgili sorunlardan bir diğeridir. Türkünün türkü, şarkının şarkı, klasik müziğin müzik olduğu bir dönemden sığ ve yüzeyselliğin ifade edildiği bir müzik türünün yaygınlığına geldik. Bir zamanlar minibüs müziği olarak kınanan tür, şimdi yaygın basının röportajlarında beğeni ve iddia konusu oluyor.
Bu sıralar “Ankaralı şarkıcılar” modası var. Bozuk bir Türkçe ile bağıra çağıra kendi usullerince bir arabeskin peşindeler. Tabii ki; peşinde oldukları sadece müzik değil. Ülkede geçim koşullarının ağırlaşması ile, abuk subuk müzik türleri ile iştigal etmek, çabuk zengin olmanın yollarından birisi oldu. Bu beyefendiler ve hanımefendiler, hızla zengin olma sorunlarını çözmeye çalışırlarken, bu arada Türkçe’nin ve bir sanat olarak müziğin “köküne kibrit suyu dökmeye” devam ediyorlar.
Toplumda gözlediklerimiz, popüler kültürün hızla yaygınlaşmasının sonuçlarından bazıları. Aslında ülke, çok yönlü bir kültürel saldırının altında. Bir yandan yazılı ve görsel medya aracılığı ile küresel bazda saldırıya uğrarken, bir yandan da geleneksel değerlerin yozlaşması ile karşı karşıyayız. Arabeski de içerecek bir biçimde kültürel karadelik, toplumun aydın veya okumamış tüm kesimlerini hızla içine çekiyor.
Eğitim sistemimizdeki yozlaşma, bu kötü gidişin üzerine “tuz biber ekiyor”. Yaşam alanlarımızda toplumu, sosyal ve kültürel anlamda destekleyecek mekanizmalar da yok. Sadece popüler kültürün hızlı ve hacimli olarak pazarlandığı mekânlar var artık. Para tuzakları olmanın ötesine geçerek, başta gençlik olmak üzere toplumun tüm kesimlerini tüketim canavarının köleleri haline getiriyor.
Bazen yaşadığımız bu yozlaşmanın bir U dönüşü var mıdır diye merak etmiyor değilim. Kimi zaman bu U dönüşü gerçekleştiğinde geleneksel değerlerimiz hâlâ yaşıyor olabilir mi diye soruyorum kendime. Ama kesin olan bir şey var ki; bugün bu kötü gidişin sahibi yok. Bir kayıtsızlık seline kapılmış gidiyoruz. Bizi biz yapan değerler de bu sel içinde eriyip ufalanıyor.