Kentler, Yerel Yönetimler ve Sivil Toplum
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle
Günümüzde yaşadığımız kentlerde sivil toplum söz konusu olursa, söyleyebileceğimiz ilk şey, “sivil toplum alanının siyaset tarafından sömürgeleştirilme girişimleri” olur. Sivil toplum dinamizminin bir yurttaşlık hareketi olmak yerine bir yandaşlık vesilesi haline getirilmesinin ardında siyasetin sömürgeleştirme çabaları vardır. Siyaset; sivil toplum unsurlarını kendi çıkarları uğruna bölüp parçalamada hayasızca bir saldırganlık içindedir. Hemen yanı başınızdaki de dâhil olmak üzere pek çok yerleşimdeki kent konseylerinde yaşanan olaylar bu durumu kanıtlayıcı örneklerin başında yer alır. Bu sorunların çözüm yolu, sivil toplumu düşman olarak gören tüm kesimlere karşı her alan ve olayda özgürlükçü ve katılımcı demokrasiyi sonuna kadar savunmaktan geçiyor.
Kentte yerel ve sivil görünüm
Küresel Çağ’da merkezî ve yerel yönetimlerle sivil toplumun ve kentlerin arayüzünü incelediğimizde şunları gözlüyoruz: Kentler küresel ölçekte görünür hale gelirken, kaynak sağlama ve buna bağlı ferah düzeyi açısından rekabet sertleşiyor. Merkezî ve özellikle yerel yönetimler, geliştirilen yeni katılım mekanizmaları sayesinde yurttaşlara karşı daha saydam, hesap verebilir ve işbirliğine hazır hale geliyor. Bu mekanizmaların sürdürülebilir hale gelmesi önemli ölçüt ve beklentilerden birisi oldu.
Demokrat kent yönetimleri başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere toplumun değişik kesimlerini işbirliği, uzlaşma ve ortak paydada buluşturmak için yeni bakış açısı ve iş modelleri geliştiriyorlar. Kentsel problemlerin çözümünde yurttaşların rolleri, statüleri ve katılımları artıyor. Siyasal iktidar mücadelesi dışında kalan ama siyasal süreçler üzerinde etkili olan yeni kurumlar ve örgütsel yapılar yaygınlaşıyor. Yeni örgütsel yapılar, -kentlerde olduğu gibi- ulusal sınırları aşmakta zorluk çekmiyorlar.
Siyasal iktidar şartları ne olursa olsun; artık kamusal alanda yer alan aktörleri ve kapsamı, tekrar ulusal sınırlar içine hapsetmek mümkün değil. Ama bu arada siyasal ve sosyal dezenformasyonun uğradığı değişimi de görmek gerekli.
Özetlediğim bu çerçeveden tüm dünyanın olumlu etkilendiğini; yerel yönetimlerin gelişmesi, sivil toplum katılımının daha kaliteli hale gelmesi ve yönetsel iyileşmenin yaygınlaşarak sürdürülebilirliğinin sağlanması açısından politikalar ürettiğini görüyoruz.
Küreselleşme ve Türkiye
Hiç kuşkusuz; Türkiye’de toplumun yönetimlerle ilişkisi anlamında küresel süreçten etkilenmektedir. Ama ne yazık ki, henüz ‘yerel yönetim sorunu’, merkez ve yerel arasında –merkeze bağlı olmaya devam etmesi öngörülen- bir yetki ve kaynak sorunu olmayı aşamamıştır. Merkezî yönetim –dolayısıyla siyasal iktidar, yerel yönetimlerin merkezin uzantıları olması yaklaşımından vazgeçmiş değildir. Dolayısıyla yerel yönetimlerin iyileştirilmesi süreci, sadece merkez ve yerel arasında sınırlı ölçüde görev ve yetki paylaşımı olarak anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin yönetim modelinin en belirgin özelliklerinden birisi, mevzuat odaklı olmasıdır. Problemlerin çözümü, yeni mevzuat hazırlamakla işlerin yoluna gireceği fikrine eşlenmiştir. Dolayısıyla yerel yönetim modeli, merkezden kopmaksızın mevzuatla düzenlenmeye çalışıldığından yerel işleyişte sivil topluma katılacak, denetleyecek veya müdahale edecek bir alan olamamaktadır.
Yerel yönetimlerimizi siyasetle ilişkileri açısından incelediğimizde; bu alanın hâlâ ve ciddi oranda klientalist ve popülist iş modeli ile yürüdüğünü göstermekteyiz. Yerel iktidarın sürdürülebilirliği; hizmette sayı, kalite, çeşitlilik ve sosyal adaletten daha çok, kayırmacı tercihlere bağlanabilmektedir. Böylece sivil toplum aktörleri de katılımcılık yönünde gayret göstermek yerine bir tür imtiyaz arayarak klientalist çıkar ilişkisine razı olmaktadır. Ne yazık ki; yerelde sivil toplum örgütleri, katılımcı olmak yerine başkanın sivil örgütü olmayı tercih ediyorlar.
Kentli olma bilinci
Sivil toplum hareketliliğinin yükselmesi ve kentli yurttaş olma bilincinin artması ile birlikte yerel yönetim projelerinde halkın katılımı önemli olmaya başladı. Yurttaşların haklı taleplerinin çözümü yeni türden bir etkileşimli ve birlikte yönetim anlayışını gündeme getiriyor. Hiç kuşkusuz; katılımcı yönetim modeli, karar ve planlama süreçlerini çok kriterli hale getirip zorlaştırıyor. Yerel yöneticiler katılımcılığın, çoğulculuğun ve demokrasinin zorluklarını göğüslememe adına klientalizmi, kaliteli hizmeti esas alan katılımcılıkla ikame etmek istemiyorlar.
Vatandaşın ve sivil toplum kuruluşlarının yerel yönetim süreçlerine müdahalesi, -ilkelden gelişmişe doğru- üç farklı biçimde gerçekleşiyor: İlk adım, bilgilenme; ikinci aşama, danışma; ileri aşama, katılım. Vatandaşın ve sivil toplum örgütlerinin müdahalesine dair örnekler, ilk iki aşamanın ötesine geçilemediğini gösteriyor.
Katılımcılık
Sivil toplumun yerel yönetimlere katılımı konusunda mevcut mevzuatın geçit verdiği çok sayıda uygulama ve mekanizma olanağı olmasına karşın yerel yöneticilerin bu konuda istekli, kararlı ve gayretli olmamaları ilginç bir durumdur. Tüm mevzuat sıkıntılarına rağmen örneğin “Katılımcı Bütçe” imkân dâhilinde olan bir uygulamadır.
Sivil toplumun yerel yönetime katılımının önemli yapılarından birisi, (gelişmiş ülkelerde hayli yaygın olan) Topluluk Temelli Örgütlenmelerdir. Sivil toplum kuruluşları yerel yönetimlerle birlikte sokak temsilcileri, mahalle meclisleri türünde uygulamalar geliştirebilirler. Kent ölçeğinde yaşam ve yerleşim sorunlarıyla ilgilenen sivil toplum örgütleriyle topluluk (örneğin mahalle) temelli örgütlenmelerin yönetime katılmaları için uygun mekanizmalar geliştirilebilir. Bu konuda yerel yönetimlere hiza önderliği görevi düşüyor.
Yerel yönetimlerin sivil toplumla arayüzündeki sorunların bazılarını şöyle tespit etmek mümkün: Yurttaşlardaki örgütlenme algısı; mevzuatın uygunsuzluğu ve yetersizliği; mevzuatın bürokratik yorumundaki olumsuz yorumlama alışkanlığı, baskı ve zorlaştırıcılık…
Sivil toplum örgütlerinin karar, yönetim ve denetim süreçlerine katılmasını demokrasinin yeni açılımlara kavuşması açısından önemli buluyorum. Ama ne yazık ki; bugünkü görünümleri itibarıyla sivil toplum kuruluşlarının yerel yönetim süreçlerine katılacak olgunluğa eriştiğini söyleyemeyiz.
Aşılması gereken menzil var
Bu hedefe erişilmesi için belli bir olgunluk düzeyini beklemek gerekmemekle birlikte sivil toplum örgütlerinin önlerine koyması ve erişim düzeyini ölçmeleri gereken hedefler var sivil toplum kuruluşlarında üye, gönüllü ve katılımcı sayısı ile çeşitliliğini artırmak; sürdürülebilirliği sağlamak ve etkin faaliyetler yapmak için kaynak yaratmak; sivil toplum örgütü içinde ve ortak çalışma ortamlarında katılımcı ve demokratik bir işleyişi sağlamak ve kalıcılaştırmak; yeni temalar, alt alanlar, sorun alanları vb türünde içerik geliştirme; paydaşlar ve medya ile İletişim, görünürlük; işbirlikleri, ortak paydalar ve bunlara bağlı olarak ağlar oluşturma…
Sivil toplum çalışmaları, savunuculuktan hizmet odaklı olanlara kadar pek çok farklı misyonla eşleniyor. Bu çalışmaları takdir edip destekleyen de var; karşısında olan da… Ama bu çalışmaları eleştirip karalayanların ise henüz fikrî bir olgunluğa ve yetkinliğe ulaşamadıkları da bir başka gerçek… Henüz eleştiriler feyz alınabilecek bir noktaya gelmedi; çıkar temelli bireysel sorunlar ve ‘at gözlüklü’ siyasal yandaşlığın ötesine geçemedi. Tüm baskı ve zorlamalara rağmen sivil toplum hareketi yol almaya devam ediyor. Bu çerçevede sivil toplum çalışmalarının ana fikri, temsili demokrasinin soluk almayı zorlaştıran sınırlarını aşarak adil, katılımcı, çoğulcu ve çok-kültürcü demokratik bir dünya yaratmak olmayı sürdürüyor.
Son söz: Sivil toplum ve çağdaş yurttaşlık olgusunun hayli uzağındayız. Başarmamız gereken zor görevler var. Ne yazık ki; bu görevlerin bazılarını “demokrat” görüntü veremeye çalışan despotlara karşı kazanmak zorundayız.