Öz ve Biçim Olarak Kent
Gürcan Banger
Bir sergi, yön oklarına ihtiyaç duyulmaksızın doğru sırada gezilebiliyorsa başarılı bir tasarım ve düzenleme yapılmış demektir. Burada başarının anahtarı, serginin özünün biçimle anlatılıyor olmasıdır. Mimari tasarımda da önemli ilkelerden birisi, özün ya da fonksiyonun dışa yansımasıdır. Bir başka deyişle; örneğin bir yapının hangi amaçla kullanıldığı, onun biçimine yansımalıdır. Buna özün ve biçimin uyumu diyebiliriz.
Öz ve şekil ilişkisine benzer biçimde; kentlerdeki yapılaşma özellikleri de kentin yönetimi ile benzer bir etkileşim içindedir. O kentin bulunduğu ülkedeki devletin yapısı, kentlerin yönetilme biçimi ve yerel yöneticilerinin kente yaklaşım tarzları kentin yapısal gelişimini belirleyici biçimde etkiler. Çünkü halkın kent mekânına olan ihtiyacının karşılanması devletin, merkezi ve yerel yöneticilerin tarz-ı siyasetine bağımlıdır.
Örneğin sosyal refahın yükselme dönemlerinde başta kamu binaları olmak üzere görkem, yöneticiler tarafından ön plana çıkarılır. Yoksulluk dönem ya da bölgeleri ise kendini yine öncelikle kısıtlı ve sınırlı mekân kullanımıyla ortaya koyar.
Erk ve Kent
Kentte güç kimin elindeyse; kentin gelecek tasarımı, gücü elinde tutanların talep, ihtiyaç ve beklentilerine göre şekillenir. Gücün ve yönetimin ruhu, kentin yapılanmasına yansır. Gücü elinde tutan kesimler, kenti kendilerine göre biçimlendirirken, buna uygun ve halkı ikna edecek rıza reçetelerini de üretirler. Bir anlamda kent, gücün biçime yansımasıdır.
Ulusalcı ve militarist dönemlerde zora dayalı iktidarı temsil eden kent mobilya ve aksesuarları kentin görünen yüzünü oluşturur. Demokrasinin, katılımcılığın ve çoğulculuğun gelişkin olduğu kentler ise insana verdiği değerle farklı bir yönetim tarzının izlerini taşır. Böyle bir kentte ayrımcılığın izleri çok fazla bulunmaz. Demokratik kent gençler için olduğu kadar yaşlılar içindir de. Demokratik kent; erkeklerle kadınları, bedensel veya zihinsel sorunları olmayan yurttaşlarla engelli vatandaşları ayırt etmez. Böyle bir kentte kozmetik kalıplar yerine zihinsel ve duygusal mekân kullanımı öne çıkar.
Kenti Yaratan Ruh
Kent, onu yöneten anlayışın ruhunu yansıtır. Taklitçi bir ruh, taklit edilmiş bir kent yaratır. Örneğin katılımcı demokratik yönetime sahip olmayan yerleşimlerde kentsel mekân biçimci ve gösterişçidir. Kozmetik aksesuarlar ön plandadır. Önemsenen, dış görünüştür. Genel olarak temel kentsel fonksiyonlar ve halkın gerçek ihtiyaçlarının karşılanması birincil önceliğe sahip değildir. Tasarımı oluşturan anlayış, dıştan içe doğru bakar. Önce şekli tasarlar, sonra buna bağlı olarak kullanımı tanımlamaya çalışır.
Geleneksel yerleşimlere ve konutlara ilişkin ülkemizde (giderek daha azı ayakta kalabilen) çok fazla örnek var. Bunlardan (Eskişehir) Odunpazarı Evleri, farklı bir tasarım anlayışını yakalamak için önemli ipuçları verir. Bu evlerin özelliği halk tarafından üretilmiş olup halka ait olanı yansıtmasıdır. Odunpazarı Evleri, Anadolu mimarisinin seçkin örneklerini oluşturur. Bu evleri yaratan felsefe; yaşama, fonksiyondan biçime doğru bakar. Yani geçmişin Odunpazarı insanı, evini öncelikle gerçek ihtiyaçlarına göre tasarlar; biçim ise ihtiyaçlara bir çözüm arayışının sonucu olarak ortaya çıkar. O evde mevcut olan her unsurun arkasında mutlaka ifade edilebilir bir mantıklı açıklama vardır.
Bugün Odunpazarı’nda birkaç farklı türden yapı var. Bunlar arasında en sefilleri, tuğla ve betondan yapılmış modern gecekondulardır. Bu yapılar, Odunpazarı’nın bir kültürel değer olduğunu fark edemeyen yönetimler döneminde muhtemelen yasa dışı şartlarda yapılmışlar. Odunpazarı’nda mevcut olan ikinci tür yapı türü ise şeklen geleneksel ama ruhen beton olan binalardan oluşuyor. Bunların neredeyse tamamı yakın yıllarda yapıldı. Şeklen ve ruhen geleneksel Anadolu mimarisini oluşturanlar ise inatla zamana direnmeye çalışıyorlar. Odunpazarı Belediyesi’nin çabalarıyla bazı yapıların zamana karşı olan direnci güçlendirildi. Dilerim, bu evlerin tümünün (cephe iyileştirmenin ötesine geçerek) zamana direngen hale getirildiğini görmek mümkün olur.
Geleceğe Bakış
Zaman zaman medyada köy özlemlerini okuyoruz. Ununu elemiş eleğini asmış olanlar başta olmak üzere kentlerin dışındaki yerleşimlerde yaşamayı tercih edenleri sayısında artış var. Ama bu durum, genel yönelimi ifade etmiyor. Tarihin akışı, hâlâ tercihini kentlerden yana yapmaya devam ediyor. Dolayısıyla bilinmeyen bir geleceğe kadar giderek sıkışan kentlerde iç içe yaşamaya devam edeceğiz. Bu da kentlerin bir yaşam çevresi olarak önemini artıyor. Kentlerimizi geçmişten bağlarını koparmadan yaşanabilir yapmaya gayret etmek zorundayız. Aksi durumda bir beton çöplüğünde soluk alamaz hale geleceğiz.