Afetler ve Krizlerle mi Öğreniyoruz?

Afetler ve Krizlerle mi Öğreniyoruz?

Gürcan Banger

Kuraklık

BİR
Şu sıralar evde çalışma ortamının derlenip toplanma zamanı… Kitap, dergi ve belge toplama alışkanlığımdan kaynaklanan yığıntıları ayıklamak gerekiyor. Ortalık toplama konusu ile ilgilenenler bu konunun ne kadar zaman alıcı olduğunu bilirler. Her kitap ya da dergi veya karalanmış bir kâğıt parçası pek çok duygu ve düşüncenin yoğunlaştığı bir belgedir. Elinize aldığınızda onu gereksiz, yararsız atılacak bir çöp olarak algılamak ne zordur… Sonuçta biriktirdiklerinizin her biri için düşünme ve takrar anma zamanı ayırdığınızda ortalığı toplama süresi de sonsuza doğru uzayıp gidiyor.

Evimdeki öbeklerden birisini dergiler oluşturuyor. Kimilerini okuduğum, bazılarını okumak için ayırıp unuttuğum, bir kısmının orada olduğunu bile unuttuğum bir dergi yığını… Bir köşeye yığılmış kendilerine ilgi gösterilmesini bekliyor.

2007 yılının Eylül ayına ait Aktüel Dergisi de bu yığının arasında çıktı. Derginin yayınlandığı tarih Türkiye’de su krizinin konuşulduğu zamanlara denk düşüyor. Aktüel’in bu sayısında da bu konuyu da içeren Ürün Dirier imzalı bir dosya hazırlanmış: “Afet-i Devran”. Yazıda ilginç tarihsel olaylardan söz ediliyor. İyi gözlendiğinde ve iyi yorumlandığında hızlı bir sosyo-ekonomik profil oluşturmak mümkün… Anlatılan olaylar ve anılar birbiri ile ilişkilendirildiğinde bir sosyoloji belgesi oluşturacak bir noktaya varmak mümkün…

Afet-i Devran
Önce; İstanbul Teknik Üniversitesi’nden, afet ve acil durum konularında uzman olan Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun sözleri ile başlayalım. Türkiye’nin genel özellikleri ile bir kuraklık ülkesi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kadıoğlu şöyle devam ediyor: “30 derece enlemleri yüksek basınç kuşağı, 45 derece ve yukarısı kutupsal cephelerin bulunduğu bir bölgedir. Türkiye, bunlar arasında bir yerde – ne kurak, ne de sulak. Üzerinde çok konuşulan küresel iklim değişikliği gerçekleştiği takdirde, yüksek basınç merkezi Türkiye üzerinde genişleyecek ve Türkiye daha kurak bir ülke olacaktır.

“Kuraklığın bir diğer nedeni de yüksek basınç merkezlerinin, Türkiye’nin batısında oturup cephe sistemlerini kuzeye itmesi ve yağmur yağmasını engellemesi… Gördüğünüz gibi kuraklığın bilimsel açıklaması var. Ama insanlar küresel ısınma gibi daha havalı laflar duymak istiyor. Küresel ısınma yokken de bu topraklarda birçok kurak dönem yaşandı oysa.”

Kuraklık ve Celali İsyanları
Bizim kuşağımızdan orta öğretimde (özellikle lisede) tarih dersi alanların, Emin Oktay’ı hatırlamamaları mümkün değildir. Üç yıl boyunca onun Tarih I-II-III kitapları okunurdu. Osmanlı tarihinin bir bölümü ise Anadolu’da karışıklıklara neden olan Celali İsyanları idi.

O yıllarda tarih dersinin en önemli özelliği olaylara odaklanması ve bu olaylara neden olan sosyo-ekonomik nedenlerin dikkate alınmaması idi. Celali İsyanları konusunda da birtakım eşkıyanın ayaklandığını okur ama bu isyanlara neden olan gerçekleri bilmezdik. Aslına bakarsanız; yakın zamanlara kadar Türkiye tarihi, asla resmi tarih olmanın ötesine geçememiştir. Muhtemelen Osmanlı tarihinin de saray tarihi olması nedeni ile Anadolu’nun gerçekleri gizlenip kalmıştı.

Yukarıda kendisinden alıntı yaptığım, meteoroloji ve afet yönetimi uzmanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, 1585-1650 yıllarında Anadolu’da yaşanan Celali İsyanları’nın nedenlerinden birisinin kuraklık olduğunu ifade ediyor. O döneme ait ağaçların yaş halkalarının incelenmesinin bu durumu ortaya çıkaracağını, malum halkaların susuzluk nedeniyle olması gerekenden fazlasıyla daha dar olduğunu söylüyor.

Neden Celali İsyanları?
Günümüz sosyo-ekonomik gerçeklerinin köklerini sadece bugünde aramamak lazım. Hiç kuşkusuz; mevcut konjonktür toplumumuzun ve ekonomimizin bugünkü duruşunu etkiliyor ama tarihsel köklerin etkisi de var olan sosyal yapıyı belirlemeye devam ediyor. Bu nedenle “Afet-i Devran“ konusuna devam etmeden Celali İsyanları’na (parçalı alıntılarla da olsa) kısaca göz atmakta yarar var:

Yozgat Bozoklu olan Şeyh Celal, 1519’da Osmanlı yönetimine isyan etti. Tokat yöresinde başlayan Şeyh Celal ayaklanması, Anadolu bazı inanç grupları ve göçebe yaşayan diğer topluluklar arasında destek buldu ve devletin ağır vergi yükü altında ezilen binlerce çiftçinin de katılmasıyla hızla yayıldı. Ayaklanma, aynı yıl içerisinde kanlı bir biçimde bastırıldı.

16’ncı yüzyıl ortalarında Osmanlı Devleti’nde ekonomik ve toplumsal bunalım baş gösterdi. Anadolu ve Akdeniz üzerinden geçen uluslararası ticaret yollarının coğrafi keşifler sonucunda yön değiştirmesi de bunda etkili oldu. Osmanlı Devleti, bu ticaret yollarının kendi topraklarından geçtiği dönemlerde sağladığı kazancı yitirdi. Öte yandan Avrupa devletlerinin güçlenmesi karşısında fetihlerin durmasıyla ganimet gelirleri de ortadan kalktı. Devlet, ihtiyaç duyduğu geliri sağlayabilmek için vergileri artırdı. Osmanlı yönetiminin babadan oğula geçmemesinde titizlikle durduğu tımar sistemi saltanat haline geldi. Oluşan bu yarı-feodal durum, vergileri ödeyemeyen köylülerin topraklarını terk etmesine, kasaba ve kentlere iş için göç etmesine yol açtı. Geçim yolu bulamayanlar ise eşkıyalığa başladılar ya da eşkıyaya katıldılar. Bütün bunların sonucunda Osmanlı toplumsal ve ekonomik düzenin alt üst oldu. İşsizlik ve geçim sıkıntısı, medrese öğrencisinden askerine kadar toplumun bütün kesimlerine yansıdı.

Celali İsyanları, sonrasında şöyle bir görünüm bıraktı: “Celali ayaklanmaları, Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirdi. Ağır vergiler yüzünden ya da ‘Büyük Kaçgun’ sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçti. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar. Osmanlı toprak düzeninin bel kemiği olan tımar sistemi bozuldu. Büyük nüfus hareketleri ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler oldu. Tarımsal üretim geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının yükselmesine yol açtı. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı.

Eğer sadece saray tarihini ya da resmi tarihi okursanız, sonuçta kendinizi TV’de “Muhteşem Yüzyıl” dizisini seyrediyor gibi bulmanız normal olur. Bunun dışında bir Anadolu tarihi var ki, az önce belirttiğim tarihler ve tarihçiler bunları yazmamış.

İKİ
Önümüzdeki 10 yıl içerisinde 30 yıl kadar sürebilecek bir mini buzul çağı beklentisini daha önce birkaç kez yazmıştım. Bu konuda başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde ciddi düzeyde bilimsel, teknolojik ve ekonomik çalışmalar yapılıyor. Bizde ise bir kıpırdanma olduğuna dair bir veri yok. Bu konuda duyarlı bilim insanları endişelerini iletiyor.

Mini küresel soğuma
Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’nden Prof. Dr. Doğan Yaşar’ın bazı uyarıları var. 2007 Eylülünde Aktüel Dergisi için yaptığı değerlendirmede “geçmişte yaşanan felaketlerin gelecekte de görülebileceği konusunda uyarıyor. 2020’den sonrası için dünyada çeşitli iklim felaketlerinin beklendiğini belirtiyor. Yaşar, Hitit medeniyetinin 3200 yıl önce yok oluşunun sebebini ‘mini küresel soğuma’ dönemine bağlı kuraklık ile açıklıyor ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarında da tüm dünyada benzer bir dönemin yaşandığını hatırlatıyor.”

Pentagon’un 2004 yılı raporunda yer alan ‘2020’lerden sonra gelmesi beklenen mini küresel soğuma döneminde azalan yaz sıcaklıkları ve yağışları nedeni ile tarım ve deniz ürünlerinde ciddi düşüler bekleniyor’ ibaresini işaret eden Yaşar sözlerini şöyle sürdürüyor: ‘Dünyada mevcut 29 nükleer santralin yanı sıra oldukça fazla miktarda termik santralin yapım aşamasında olması ve 2030’lara kadar 150 adet yeni nükleer santralin yapımının planlanması, Finlandiya gibi ülkelerin ‘Biz bu nükleer santrali, 2020’den sonra gelmesi beklenen soğuma döneminde hidroelektrik santrallerin buz tutma riskine karşı yapıyoruz’ diye açık bir şekilde görüş belirtmesi dünyadaki gelişmiş ülkelerin bir enerji kaygısına girdiğinin göstergeleri. Rusya’nın 40 tane nükleer santral planlaması küresel soğuma sırasında azalacak olan yağışların nedeni ile debilerin düşmesi ve özellikle kuzey ülkelerindeki barajların buz tutarak hidroelektrik santrallerin devre dışı kalmasından korkmasındandır.’

Nükleer konusunu değişik biçimlerde yorumlayanlar olacaktır. Özellikle nükleer enerjiye karşı olan kesimlerin bunu kamuoyunu manipüle etme olarak kabul etmeleri mümkündür. Ama bir gerçek var ki; küresel soğuma gerçekleştiği takdirde hazırlıksız ülkeler, toplumlar ve ekonomiler bundan ciddi düzeyde etkileneceklerdir.

Prof Dr. Yaşar, İstanbul’u örnek vererek açıklamalarını sürdürüyor: “Boğaz’da uzun yıllardır görmediğimiz buzları 2020’den sonra görmeyi bekliyoruz. Eğer bu süre uzarsa 1920’lerden sonraki gibi ciddi bir kurak döneme girebiliriz.

Mini buzul çağı mümkün mü?
Bazı kış aylarında akarsu ve göllerimizin buz tuttuğunu bilir veya medyada izleriz. Acaba daha büyük ölçekte bir soğuma ve donma dönemi mümkün müdür? Tarihten örneklerle duruma bakalım.

Bizans İmparatorluğu döneminde 739 yılında İstanbul Boğazı buzlarla kaplanmış. İmparator 3. Leon’un dönemine rastlayan bu olay, halk tarafından İmparatorun saray kapısındaki Hazreti İsa resmini kaldırtmasına bağlanmış.

Gene Bizans döneminde 1221 yılında Karadeniz’in yaklaşık 165 km’lik uzunluğunda bir bölümü 60-95 mderinliğe kadar donmuş. Bu sırada buzların bazılarının surların yüksekliğine ulaştığı rivayet ediliyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nda 1621 yılında Haliç ile Boğaziçi buzlarla kaplanmış. Sarayburnu ve Üsküdar arası donmuş. Galata’dan karşı kıyıya ve Hasbahçe’den Kireç Kapısı’na yürüyerek geçenler olmuş. Bu sert kışın nedeni, Padişah 2’nci Osman’ın 15 yaşındaki Şehzade Mehmet’i boğdurmasına bağlanmış.

Gene Osmanlı İmparatorluğu’nda (1’inci Mahmut döneminde) 1739 yılında Boğaz’ın buz tutmasına neden olan sert ve uzun bir kış yaşanmış. Bu durum; o yılki dini bayramın arefe günüyle ilk gününün karıştırılmasına ve orucun bir gün eksik tutulmasına bağlanmış.

Cumhuriyet döneminin 1929 ve 1954 yıllarında Boğaz gene buzlarla kaplanmış. Nedeni ise aşırı soğuktan buz tutan Tuna Nehri’nden gelen büyük buz parçalarının kalıplar halinde Boğaz’a doluşarak donmaya neden olması imiş. Her iki yılda da insanlar buzlar üzerinden yürüyerek karşı kıyıya geçmişler.

Anadolu’da Neler Oldu?
Daha önce de belirttiğim gibi; Anadolu tarihi, ya saray tarihidir ya da resmi tarih… Bu nedenle soğuk kışlar, kuraklıklar, kıtlıklar ve benzeri doğal afetler konusunda kayda geçmiş çok sayıda bilgi bulmak mümkün değil.

Anadolu’nun durumu hakkında bilgi edinebileceğimiz çok fazla bilgi yok. Genelde yabancı gezginler tarafından yazılmış seyahatnameler bu konuda bize bilgi veriyor. Genelde seyyahlık dışında başka amaçlarla yapılan bu gezilerin yazılı kayıtlarında ne denli gerçeklere bağlı kalındığı kuşkulu… Bu nedenle Anadolu’nun durumunu anlatan seyahatnamelere ihtiyatla yaklaşmak gerekir.

Diğer yandan Osmanlı’nın son dönemlerin ortaya çıkan hastalık salgınları nedeniyle Anadolu’da ve diğer bağlı bölgelerde çalışan tıp doktorlarının veya üst düzeyli askerlerin yazdıkları anılar var. Her ne kadar sağlam istatistikler içermese de; özellikle Anadolu’nun sosyo-ekonomik profili konusunda durumun vahametini ifade eden bilgiler içeriyor. Bu vahim tablo içinde yoksulluk kadar inanç önderi görünümlü bazı kişilerin halkı nasıl olumsuzluklara savurduklarını da izliyoruz.

Geçmişin olumsuz geleneklerini ve alışkanlıklarını hâlâ üzerimizden atamamış görünüyoruz. Yukarıda özellikle küresel ısınmaya ilişkin bir dizi olaydan söz etmeye çalıştım. Anadolu’nun açlık, kuraklık, kıtlık ve (veba, kolera, sıtma gibi) hastalık sorunlarıyla yaşadıklarını anlatmaya sağlam yürek gerekir.

Paylaş:

duyguguncesi hakkında

GÜRCAN BANGER, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisans çalışması yaptı. Elektrik yüksek mühendisi. Kamuda mühendislik hizmetleri yapmanın yanında bilişim donanımı ve yazılımı, elektronik, eğitim sektörlerinde işletmeler kurdu, yönetti. Meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. 2005’ten bu yana bazı büyük sanayi şirketleri de dâhil olmak üzere çeşitli kuruluşlarda iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik, stratejik planlama gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak hizmet sunuyor. Üniversitelerde kısmi zamanlı ders veriyor. Halen Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net danışmanlık ve eğitim firmasında proje koordinatörüdür. Kendini “business philosopher” olarak tanımlıyor. Düzenli olarak bloglarında (http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net) yazıyor. Değişik konularda yayınlanmış kitapları var. Çeşitli gazete, dergi ve bloglarda yazıları yayınlanıyor.
Bu yazı Çevre, Doğa, Kriz, Yaşam, Yaşam çevresi, Yoksulluk kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir