Ağzı Olan Konuşursa…
Gürcan Banger
Siyasal iktidarın istikrarlı bir şekilde belli bir kanadın elinde olmasına ek olarak yaygın medyanın da aynı odak etrafında toplanması ile “ağzı olanın konuştuğu” tuhaf bir durum oluştu. Yakın birkaç yüzyılda bu ülkede entelektüel seviyenin yüksek olduğu bir dönemden söz edemeyiz. Ama özellikle şu sıralarda TV kanallarındaki yorum programları ya da büyüklü küçüklü yaygın basındaki köşe yazılarının kalitesi açısından tam anlamıyla “Sefiller” oynanıyor. Keza bundan sosyal bilim, kültür, sanat, edebiyat da nasibini alıyor. Spor alanındaki seviyesizliği ve kalitesizliği ise dile bile getirmeye gerek yok.
‘Okumuş’ ve aydın kavramları bu ülkede her dönemde karıştırıldı. Ama son yıllarda yaşadığımız kültürel yozlaşmanın, fanatik fikri yandaşlığın, içerik ve kalite fakirleşmesinin veya olayların iktidar olanı alkışlamak şeklinde yandaş yorumlanmasının böyle doruk yaptığı bir başka dönem olmamıştır. Önüne gelenin düşünür, sanatçı, yazar, sanatçı ya da edip sayıldığı (ve medyada gövde gösterdiği) bu döneme içimden “Yuh” demekten başka bir şey geçmiyor. Olup bitenin nedeni, eğitimden kültürel yaşama çok boyutlu kültürel bir erozyondur. Okumadan konuşan, kopya yoluyla üreten, taklitle farklılık yaratmaya çalışan bir anlayış başka nasıl isimlendirilebilir ki? Gördüğü kadını fahişe, tanık olduğu ilişkiyi fuhuş, birkaç saat yaşadığı kenti karanlık kafasındaki eşleme ile Sodom-Gomore zanneden kafaları zaten bu yoz sosyal ve siyasal ortam üretmiyor mu?
Aydın Kimdir?
Piyasada bilgelik konusunda kalitesi tartışılır olsa da çok sayıda kitap var. İyi yaşam kitapları da elinizi uzatabileceğiniz uzaklıkta… Ama “Nasıl Aydın Olunur?” diye bir el kitabı veya rehber henüz yazılmadı; belki yazılması da mümkün değil. Çünkü özümseyerek yaşamanın ve okumanın yanında zaman faktörü de var bu süreci etkileyen. Her çağda ve her toplumda geçerli olabilecek bir modelin geliştirilmesi de pek muhtemel değil. Bir dönem gelenekçiliğin, bazı durumlarda muhafazakârlığın, bunlar tepki olarak modernizmin veya hepsini reddetme çabası ile postmodernizmin ortaya ortaya çıkışı bu nedenle gerçekleşmiş…
İnsanlar kendi dünya görüşleri ve varsa yaşamsal söylemleri açısından tavırlı ve yanlı olacaklardır. Bu durumdan kurtulmak mümkün değil. Liberaller, libertaryanlar ile en fazla özgürlükten söz eden ideolojiler de kendini yanlı olmaktan kurtaramıyor. Burada önemli olan; zamanı geldiğinde kendini değiştirip dönüştürecek, fikir ve somut yaşam dünyasının ufkunu bir kez daha görülebilir hale getirecek açıklığın ve aydın cesaretinin önünü kesmemek… Çünkü yaşadığımız zamanın ruhu bize öğretti ki; değişmeden kalabilen yok; değişimin kendisi de değişiyor.
Aydın olmak için ‘okumuşluk’ mertebesini geçmek lazım. Bunu başarmak için ise dünyaya ‘at gözlüğü’ ile bakmaktan kurtulmak gerekiyor. Bir görüşü savunmak için başkalarının ne dediğini de dinlemek, okumak ve anlamak şart… Yukarıdaki örnekten devam edersek; gelenekçi olan modernizmi, modernist olan postmodernizmi, devletçiliği savunan serbest piyasayı, serbest piyasa savunucusu olan üçüncü yolcuyu doğru anlamak zorunda. Doğruyu öğrenmek için (yanlış yapmak gerekmese de) yanlışı bilip tanımak gerekir. Çünkü insan ışık ile gölgeyi, aydınlık ile karanlığı, var ile yoku, dolu ile boşu, siyah ile beyazı karşılaştırarak birlikte öğrenir. İnsanın öğrenme modeli budur.
Yaşadığımız Dönem
Ülkenin ve toplumun çok sayıda faktörün etkisiyle değişimi deneyimlediği bir dönemi yaşıyoruz. Değişim, ona farklı anlamlar yükleyebildiğimiz bir kavram… Eğer bizim denetimimiz dışında bir değişim süreci varsa ve bizim bununla yarışacak gücümüz yoksa değişimi karşıtlıkla veya teslimiyetle karşılayabiliriz. Eğer değişimi yeni bir yaşam için fırsat olarak değerlendiriyorsak değişimin yanında ve destekçisi konumunda yer alırız. Eğer aydın olmayı başarabildiysek, o zaman değişimi toplumun ve ülkenin bekası ve mutluluğu açısından değerlendirir ve buna göre pozisyon alırız.
Değişim, bulunulan noktadan bir geleceğe doğru yürümektir. Bu ilerleme sırasında konuya uygun ilkeler yol gösterir. Tasarlanan geleceğe ulaşmak için yapılan çalışmaların ölçülmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Bunları yaparak değişimin bilinçli bir süreç olmasını sağlarız. Böylece değişim, öze ilişkin bir nitelik yakalar.
Sosyal ve kültürel yaşamımız çeşitlilik ve nitelik açısından ‘dip yaptığımız’ tehlikeli bir değişim döneminden geçiyor. Demokrasinin hastalıklarının gene demokrasi ile çözülebileceği gibi bu tehlikeli dönemi de düşünsel, kültürel, sanatsal ve edebi üretimi ve kaliteyi yükselterek aşma ihtiyacı var. Bağnazlık; içeriksizlik, düzeysizlik ve kalitesizlik ile toplumu boğmadan bu ‘gayya kuyusundan’ çıkmak gerekiyor.