Aklın, Sevginin ve Kusursuzluğun Takım Oyunu
Gürcan Banger
İnsanların seçimlerini yaparken farklı yönlerinden yararlandıklarını öğrendik. Kimi tercihlerimizi daha duygusal, bazılarını ise daha mantığa dayalı yapıyoruz. Bazı davranışlarımız ise hâlâ gizemli olmaya devam ediyor. Muhtemelen bu tür davranış tercihlerinin nedenlerini yeni çalışmalarla öğreneceğiz. İnsanın gizemli dünyası içinde bir sevgi ilişkisinin nasıl başladığını açıklamak kolay değildir. Pek çok ayrıntı ve özel durum, sevginin oluşmasında etkili olur. Bunları analiz etmek, her zaman kolay değildir. Ama bence kesin olan bir konu var ki; akılsız sevginin sürekli olmasını sağlamak kolay olmayabilir. Sevginin özgürce duygu çayırlarında coşup koşabilmesi için aklın yol göstericiliğine, teşvikine ve özendiriciliğine ihtiyacı vardır. Akılsız sevginin, yaşama teğet geçmesi muhtemeldir; eğer sevgi kalıcılaşacaksa aklın önderliğine ihtiyacı vardır. Sevgi ile aklı aynı duygu kabına koymak istemeyenler olabilir; ama bence akılsız sevgi, ancak kısa soluklu ve süreksiz olanı tanımlar.
Bir sevgi ilişkisinde duygular, bizi her gördüğümüze ve her duyduğumuza inanmaya sürükler. Duygular dizginleri ele aldığında, olumsuz görünümlü bir durum karşısında aceleci ve kolay yıkıcı olmaya yönleniriz. Bulunması ve yaratılması bazen bir ömre bedel olabilen bir ilişkiyi birkaç dakika içinde yıkıvermekten çekinmeyiz. Halbuki akıllı sevgi, görülenin ve duyulanın arkasını araştırmayı ister. Akıllı sevgi, “Hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir” diye sorgulamaya başlar.
Aklın gücünü ve önemini dikkate almayan insanlar, genelde şansa ve sezgilere fazlaca güvenirler. Hele ki; birkaç kez şans ve sezgiler konusunda başarılı oldularsa, tüm yaşamlarını bu anlayış üzerine kurmaya çalışırlar. Halbuki olayların birkaç kez sezgilere uygun olarak gitmesi veya bilinmeyen nedenlerle başarılı olunması, durumun sonsuza kadar böyle süreceğini göstermez. Özellikle sezgiler, insanın ilgili konuda deneyimli olmasını gerektirir. Bazı insanların çok özel doğal yatkınlığı olabilmekle birlikte; sezginin gücü, deneyim ve birikimden kaynaklanır. Sevgi konusunda deneyimli ve birikimli olmak ise kitap okumakla veya nasihat almakla edinilebilecek bir kolay durum değildir.
Sevginin anahtar kavramlarından birisi güvendir. Güven üzerine kurulmamış bir sevgi ilişkisinin uzun soluklu olması beklenemez. Güvensiz bir ortamda süren duygusal ilişkiler, muhtemelen başka arızaları içinde taşımaktadır, diye düşünebiliriz. Sevgide güven, akış içinde algılanabilir. Ama gözleri kör eden bir ilişkide güvenin varlığı veya yokluğu fark edilmeyebilir de. Güven koşullarının izlenmesi ve geliştirilmesi konusunda en büyük yardımcımızın yine akıl olacağına hiç kuşkum yok. Kanımca güven oluşması konusunda aklın ilk söyleyeceklerinden birisi, güven oluşturmak için yapacaklarımızın başkalarının güvensizliğine neden olmamasına yönelik olacaktır.
Aklın olmadığı bir sevgide, sevilen ile gerçek olanın aynı kişi olmama ihtimali yüksektir. Akılsız sevgilerde kişiler genel olarak kafalarında yarattıkları bir hayale kapılırlar. Eğer bir gün hayal ile gerçek karşılaşırsa, büyük bir kırgınlık yaşamaları da kaçınılmazdır. Bu nedenle sevginin, en az günlük yaşamın kendisi kadar objektif koşulları olduğunu unutmamak gerekir. Dünya’nın Güneş’in etrafında dönmesinin hayal ve isteklerimizden bağımsızlığı gibi; sevginin geleceği de kendi başına kurulan hayallere ve dile getirilmemiş isteklere bağlı değildir. Sevgi, emek ister; emek ise akla ihtiyaç duyar.
Kısaca; sevgi, olumluluk üzerine kurulması gereken bir ilişkidir. Sorunlar üreterek bir ilişkiyi sürdürmek mümkün değildir. Hata bulmak yerine, bunları konuşmak; sorunları süründürmek yerine birlikte çözmeye çalışmak daima daha iyi sonuçlar verir.
Duygusal yıkıcılık bir kusurdur
Yıkmak kolaydır; ama bir sevgi dünyasını kurmak, bazen bir ömre bile sığmayabilir. Duygusal yıkıcılık insan özellikleri açısından bir kusurdur. Ama acaba kusursuz insan var mıdır? Bir Çin atasözü, “Kusursuz iki insan vardır”, diyor; “Biri ölmüştür, diğeri de doğmamıştır.” Bir imkânsızlığı anlatmak için çarpıcı bir söyleyiş. Gerçekten kusursuz insan olabilir mi! Muhtemelen hayır; olsa olsa kusuru görebilecek olan kişi, bunun farkında olacak zihinsel ve duygusal yetkinlikte değildir. Kusur, yaşamın bir parçasıdır. Olağan bir yaşam içerisinde kusursuz olanı bulmak imkânsız gibidir.
Kusur, sözcük anlamı olarak “eksiklik, özür, elverişsiz durum, bilincinde olarak veya olmayarak bir işi gereği gibi yapmama” şeklinde yorumlanır. Genelde olumsuz bir anlam içermesine rağmen, farklılık yaratması açısından ayırt edilebilen bir güzelliğin de yaratıcısıdır. Bir insanın kusur gibi görünen bir özelliği, pek çok örnekte onun farklı güzelliğinin nedenlerinden birisidir. Bu nedenle kusura kendi içinde değil, yapısında yer aldığı bütünlük ile birlikte bakmak gerekir.
İnsan kusurlarından söz ettiğimizde; burada özellikle üzerinde durulan, olumsuz karakter ve davranış özellikleridir. Dünya kültürlerinde başka insanların kusurlarının ifadesiyle ilgili pek çok bakış açısı geliştirilmiştir. Örneğin bir düşünür, fizikçi ve devlet adamı olan Benjamin Franklin, “Üstümdeki lekeleri göstermeden önce parmaklarını temizle” der. Buradaki yaklaşım, karşı tarafa kusur ifade etmenin, kişinin kendisine de sorumluluklar yüklemesidir. Bir konuda öğüt vermek isteyen insanın, önce kendisinin farkında olması ve benzer kusurları üzerinde taşımıyor olması gerekir.
İnsanlar, kusursuz görünmenin yollarından birisi olarak, başka insanların kusurlarını işaret etme yolunu benimserler. Aslına bakarsanız; insanlara kusurlarımızı fark ettirmenin “en kolay” yollarından bir tanesi, onlara öğüt vermeye çalışmaktır. Doğal olarak; öğüt verip öneride bulunanın ilgili konuda kendisinin başarısız veya eksikli olması, söz konusu öğüdün değerini de düşürücü etki yapar.
Kişinin kusur konusunda yapabileceği en erdemli davranış, öncelikle kendi kusurlarının farkında olmasıdır. Gerçekten insanın sahip olabileceği en ciddi kusurlar arasında, kendi kusurlarından habersiz olması gelir. Kendinin kusur anlamında farkında olan kişinin önünde iki yol vardır. Ya bu kusurun giderilmesi yönünde emek verilecektir ya da kusurun başka insanlar tarafından görülmesi önlenmeye çalışılacaktır. Dürüstlük taslamanın altındaki temel güdülerden birisi, çoğu zaman kendi kusurlarını başkalarından saklama duygusu değil midir?
Yaşam, büyük ve sürekli bir okuldur. Bu okuldaki en bilge öğretmenlerden ikisi, kendi kusurlarımız ve başkalarının kusurlarıdır. Bu bilge öğretmenlerle o an nasıl bir eğitim süreci geçirdiğimiz, devam eden yaşam karnemize başarı notu olarak geçecek bir unsurdur. Kendi kusurlarımızın farkında olmaktan ve bunlara karşı tutumumuzdan öğreneceğimiz pek çok yaşam dersi vardır. Başkalarının kusurları ise bize kendimizin farkında olabilmesi için verilmiş iyi fırsatlardır. Yaşamı doğru kavramış kişi, başkalarının kusurlarını görerek kendi kusurlarını düzeltebilendir.
Kusurların bir gönül sarhoşluğu içinde kaybolup gittiği durumlar vardır. Ayaklarımızın yere düzgün basmadığı öyle anlar vardır ki; bu dönemlerde ne kendi kusurlarımızın farkında oluruz, ne de karşımızdaki insanın gerçek durumunu ayırt edebiliriz. Örneğin Rousseau’nun dediği gibi, “Aşkın gözleri ne kadar keskin olursa olsun, kusurları görebilir mi?”
Yaşamda farklılıktan kaynaklanan güzellik olarak algıladığınız örneklere bir kez daha dikkatle bakınız. Aslında bu güzelliklerin bazılarının, kusur diyebileceğimiz unsurlar olduğunu fark edeceksiniz. Kusur bir gerçektir ama ona nasıl baktığımız en az kusurun kendisi kadar önemlidir.