Alışılmışın Dışındaki Yaşam
Gürcan Banger
Alışkanlık ve sıradanlıklarla iç içe yaşıyoruz. Bunları öylesine özümsemişiz ki çoğu zaman bu rutinlerin farkında bile olmuyoruz. Kahvaltı biçiminden gidip geldiğimiz yola kadar aynılıklar ve tekrarlar tüm yaşamımızı sarmış halde. Bazılarını sadece ezberlediğimiz için öyle yapıyoruz. Kimilerinde ise yaşadığımız çevrenin ve buna bağlı kültürün etkileri var. Bunlara dayalı, korkular ve çekincelerle sınırlanmış bir bölgede yaşamayı tercih ediyoruz. Bunların tümü kişi olarak ‘ben’ için adeta bir ‘rahatlık bölgesi’ oluşturuyor.
Kendi çevremize yaptığımız –rahatlık bölgesi kabul ettiğimiz– dört duvar tutukevinden kurtulmak gerekir mi? Eğer insan olmanın farklı lezzetlerini yaşamak istiyorsak rahatlık bölgesi dışındaki deneyimleri tanımak ve sınamak durumundayız. Sınırları alışkanlık, sıradanlık ve korkularla belirlenmiş bir bölgede kalarak yenilikçi ve yaratıcı yönlerimizi geliştirmemiz mümkün değil. Mevcut kalıplarımızı kırmak hem profesyonel hem de kişisel yaşamın daha üst düzeylerine ulaşmak için gerekli gücü, sağlamlığı ve güveni sağlayacak biricik yoldur.
Korku bir alışkanlıktır.
Sıradanlık, alışılmışlık ve korkularla sınırlanmışlık olarak tanımlayabileceğimiz rahatlık bölgesinden çıkabilmek için neler yapabiliriz? Rahatlık bölgesinden çıkış alıştırmalarını düzenli olarak yapmak birinci kuraldır. Kişi yenilikleri denemekte kendini daha rahat hissettikçe çekinceleri azalacak ve yeni deneyimlere karşı daha cesur ve güvenli olacaktır. Rahatlık bölgesinden dışarı doğru yeni bir deneyim alıştırması, önceki ezberin veya alışkanlığın bir anda kapı dışarı edilmesi anlamına gelmez. Bazı değişimleri küçük ve istikrarlı adımlar halinde gerçekleştirebiliriz.
Korku, kendi etrafımıza çevirdiğimiz dört duvardır.
Yaşam dediğimiz ekosistem; riskler, tehditler, fırsatlar, kendi güçlerimiz ve engelleyici güçler gibi farklı aktörlerden oluşur. Dolayısıyla her yaşamsal faaliyetimiz aynı zamanda bu ekosistemdeki aktörlerin bazılarına meydan okuma anlamına gelir. Eğer meydan okumaları yaşamımızın heyecanları, çeşitlilikleri ve haz kaynakları haline dönüştürürsek korkularımız yenip aşabileceğimiz rakipler durumuna dönüşür. Meydan okumalar hazların kökeninde yer alan endorfin üretmenin önemli yollarından birisidir. Yaşamdaki haz miktarını, sıklığını ve toplamını artırmak bizi daha mutlu bir insan haline getirir.
Eğer bir yaşamsal misyonumuz (bütünsel amacımız) yoksa neyi neden yaptığımızın da bir anlamı olmaz. Önümüze yaşamımıza ilişkin bir misyon ifadesi koyduğumuzda alışkanlıklara, sıradanlıklara ve korkulara meydan okuma daha anlamlı hale dönüşür. Varım, yaşıyorum ve buradayım. Bunun doğup büyümekten, farksız biçimde yaşayıp unutulmak üzere ölmekten daha başka bir anlamı olması gerekir. Bunu ancak kendi bilinçli çabamızla sağlayabiliriz.