Gürcan Banger
BİR: Bazen yaşamı oluşturan nesne ve öznelerin anlam ve önceliklerini karıştırıyoruz. Araç olan ile amaç, birbirinin yerini alıyor. Mutlu olmayı amaçlarken, araçlara sahip olma fikrine takılıp kalıyoruz. Yaşamın ve dünyanın anlamı nedir? Mutlu olmak mı, sahip olmak mı? Mutluluk, her zaman sahip olmanın doğal sonucu olmuyor.
İKİ: Bir kişinin yaşamın anlamları ve amaçları konusundaki algısı ne denli güçlüyse onun daha mutlu ve olumlu olmasını bekleriz. Ne yaptığımız, ne tür inançlar geliştirdiğimiz ve nasıl deneyimler yaşadığımız hakkında farkındalığa sahip girişimlerimiz olmalı. Anlamlar olumlu bir yaşam için vazgeçilmezdir. Edebiyatın en ilginç kadın yazarlarından birisi olan Anaïs Nin (1903-1977) şöyle der: “Rüyalar yaşamın gerekleridir.” Çoğu zaman ‘uyanık yaşamda’ itiraf edemediğimiz anlamları rüyalarımızla bütünleştirip dillendirdiğimiz düşünülürse…
ÜÇ: Yaşamı duraklarla kavramaya alışmışız. Zamana hatırlama noktaları koyuyoruz ve bu nedenle yaşamla ilgili anlamların bu duraklarda oluştuğunu sanıyoruz. Hâlbuki yaşam bir akıştır. Olumlu ve mutlu bir yaşamın değerli sırlarından birisi onun bir akış olduğunu benimsemekle yakından ilgilidir.
DÖRT: Her gün kendinize birkaç dakika ayırın. Bu kısa zaman diliminde ‘yaşam okyanusunda’ size kılavuzluk eden ilkelerin ve değerlerin neler olduğunu düşünmeye çalışın. Hangi inanışlarınız ve deneyimleriniz bu ilke ve değerleri sergiliyor? Yaşam felsefenizi geliştirmek ve daha yoğun yaşamak için başka ne tür deneyimler oluşturmalısınız?
BEŞ: ‘Mutluluk ikliminin’ kendimizi iyi hissetmemizdeki sırrı nedir? Bu sorunun cevabının ‘anlam ve anlamlandırma’ olduğu kanaatindeyim. Gerçek ve sanal varlıklar ile çevremizle olan ilişkiler üzerine yaptığımız anlamlandırmalar (onlara birey olarak yüklediğimiz anlamlar) mutluluğun temellerini oluşturuyor. Anlam üretme becerimizi maddi tüketim üzerine kurguladığımızda ise mutluluk olgusunu tüketilir hale dönüştürüyoruz.
ALTI: İnsanın en değerli yanlarından birisi olan anlam yaratma becerisi hızla tüketime dayalı haz odaklı hale gelerek yoksunlaşıyor. Olaylara, durumlara ve yaşam çevremize anlam verme becerimizi yitirirken aynı zamanda insan olmanın gücünden de kayba uğruyoruz. Sıkıntılara, acılara, hüzne ve yaşamın zorluklarına karşı durma güç ve enerjimizin büyük bölümünü yaşamı ve onun unsurlarını anlamlandırma becerimizden sağlıyoruz. Anlam silikleşirken yaşamın kendisi de bir koşuşturma olarak –tüm hızlanma görünümüne rağmen– monotonlaşıyor.
YEDİ: Yaşam kalitesini zamana, zamanın uzunluğuna veya kısalığına bağlamamak uygun olur. Çünkü iyi bir yaşam, uzun bir yaşamla eşdeğer değil. Çünkü her yaşamın kendisi, bir sonsuzlukla çevrili… Bizi saran sonsuz gizemin ruhunu yakalayabildiğimizde, yaşamın farklılığına yaklaşmış oluyoruz. İşte; bu nedenle yaşamın anlamı, yaşadığımız andadır. Her an, kendi anlamını kendi içinde taşıyor. Ne yazık ki, yaşamı anlamlandıranın kendimiz olduğunu hayli geç fark ediyoruz. Yaşamımızın unsurlarını anlamlandıranın kendimiz olduğunu fark edersek, o zaman yaşamımızın her biri bir anlam sonsuzluğu olan şimdilerden meydana geldiğini kavrayabiliriz. Bir anı kaçırmak, bir anlam sonsuzluğunu yitirmeye benzer. Yaşamın her anını yaşamak için ise zamanı yapay olarak hızlandırmaya çalışmamak gerekli.
SEKİZ: Sevgi bizim yaşamı anlamlandırmamızdır. Örneğin sevdiğimiz insan, ona yönelttiğimiz sevgimiz ile değerlenir. Sevmek, insanın hem karşısındakini hem de kendini daha anlamlı hale getirmesidir.
DOKUZ: Zaman bir avuç kum gibidir. Kaybetmemek için sıktıkça elinden daha çok kayar gider. Sıkmadığında ise tek tek taneleri rüzgâr savurur. Onu koruyup kollamanın, geliştirmenin sağlıklı yolları için emek vermek gerekir. Zamanı sevgi ile anlamlandırarak yaşamak lazım.
ON: Dün ile geçmişteki pişmanlıklarla abartılmış hesaplaşmamızı bitirip bugünü anlamlandırıp yaşamaya ve olumlu olabilecek bir geleceğe hazırlanmaya başlayabiliriz.