Kişisel gelişim kitaplarının pek çoğunun, isimleri kadar iddialı olmadığını biliyorum. Ama bazen fark etmekte güçlük çektiğimiz bazı yaşamsal noktaları hatırlattığı da oluyor. Dimitrius ve Mazzarella’nın 2 ciltlik “İnsanları Anlamak” kitabının birinci cildin sayfalarını şöyle bir karıştırdım. İlk sayfalarda italik olarak dizilmiş birkaç cümle dikkatimi çekti: “İnanamıyorum, nasıl olur da işaretleri görmedim? Oysa gözümün önünde duruyorlardı. Nasıl böylesine kör olabildim?” Bu birkaç cümle, peş peşe çağrışımlara vesile oldu. Sanırım, bakmakla görmek arasındaki ince fark burada. Duyularımızın, hatta aklımızın önünde duran, ama farkında olamadığımız öyle çok unsur var ki…
Bir iş arkadaşımızın özveri veya başarısını, bir yakınımızın sevgisini, bizi sevenlerin ilgisini gözden kaçırabiliyoruz. Ne yazık ki, bazen iş işten geçtikten sonra fark ettiğimizde, geriye sadece ah-vah edip üzülmek kalıyor. Eğer biraz şanslı isek, fark etmediğimizi geri dönüp yakalama fırsatımız olabiliyor. Ancak hasta olduğumuzda, sağlığın değerini kavrıyoruz. Erozyon geldiğinde, ağacın anlamını fark ediyoruz. Sevilen bir insan, yaşamın ufkunda kaybolduğunda, onunla daha dolu ve yoğun değerlendiremediğimiz zamanların derdine düşüyoruz.
İnsanın kendisini geliştirme konusunda yapması gerekenler arasında, farkındalığın artırılmasını ilk sıralarda düşünürüm. Kişi, kendinin ve çevresinin ne denli farkında olursa, yaşam başarısının da o oranda yüksek olacağı kanaatindeyim. Tabii ki; farkındalık, çevremize şöyle bir göz atmaktan daha fazla bir şeydir. Emek ve akıl ile duygusal yaklaşım bir arada, doğru bir karışım olarak kullanmak gerektirir.
Sadece kitap okuyarak insanları tanımak mümkün değildir. İçinde insan unsuru olan konuları kavramak için, insanlarla zaman geçirmek ve insanlar arası tonları fark etmeye çalışmak gerekir. Bu iletişimi kurarken de sabırsız olmamak ön koşuldur. Kendimizi, sabrı ve dikkati bir bilge gibi kullanma yönünde zorlamamız gereken durumlar olabilir.
İletişimin neresinde olmalı?
Eğer insanlarla iletişim bir daire ise, kendimizi ne bu dairenin merkezine, ne de dairenin dışına koymalıyız. Kendimizi merkeze koyarak yapılan bir iletişim, kendimizden başkası olmaz. Böyle bir durumda başka insanları tanıyıp öğrenmek yerine, kendimizi bir genetik kopya gibi tekrar etmiş oluruz. İnsanları tanımaya yönelik bir iletişim, eşitlerin iki yönlü, apoletsiz bilgi, fikir ve duygu alışverişi olmalıdır.
Eğer yukarıda sözünü ettiğim dairenin dışında yer alırsanız, bu kez “Körlerle sağırlar, birbirini ağırlar” türünde bir ortamın oluşmasına neden olursunuz. Bir iletişimde tümüyle dışarıda kalarak, kişisel gelişiminize katkı koyacak deneyimler elde etmeniz mümkün olmaz. Dışarıda durmak, objektif olmak anlamına gelmez. Objektif olmak, iletişim sırasında yargılamamaktır. Karşı tarafın yaklaşımını, kendi sistematik bütünlüğü içinde önyargısız olarak anlamaya çalışmaktır.
Bu söylediğim, ayırım gözetmeden herkese karşı aynı yansız tavrı göstereceğimiz anlamına gelmez. Sadece bir yargıya veya karara varmadan önce, yeterli bilgi edinilmesi gereğini ortaya koyar. Acele ile varılmış yargılar, geçmiş deneyimlerimizin olumsuz bir sonucu olarak yansıyabilir. Ama kişinin kendi geçmişinin olumsuzluklarından kurtulması da, hiç kolay değildir. Kusurlarımızı örtmek yerine onların gün ışığına çıkmalarını sağlamak, duygusal yaşamımızın çok daha uzun ömürlü olmasını sağlayacaktır.
Mutlu olmak için seçimler
Eğer ancak bir çift ayakkabınız varsa, seçme özgürlüğünüz yok demektir. Aslında böyle bir durumda seçme kavramı da tanımlanmış değildir. Yine anne ve babanızı sizin belirleyememeniz gibi, seçmenin var olmadığı başka durumlar da vardır. Ama yaşamın bir tercihler manzumesi olduğuna hiç kuşku yok. Farkında olarak veya olmayarak biteviye seçimler yapmak durumunda kalıyoruz.
Seçim yaparken, bir dizi faktörün etkisinde kalırız. Örneğin başka unsurları fazlaca dikkate almadan, sadece kendi istek, beğeni veya çıkarlarımıza göre tercihler yapabiliriz. Ya da seçimlerimizde kullandığımız mantık, başka insanlar tarafından koyulmuş kural ve kısıtlar olabilir. Tercih anında kullandığımız gerekçe, “başkalarının ne diyeceği” ya da bu seçimin bizi çepeçevre kuşatan sosyal yaşam tarafından nasıl karşılanacağı olabilir. Bu tür yaklaşımlara, kullanılan referansı işaret eden “ben açısı” ve “sen açısı” gibi isimler veriliyor.
Verdiğimiz kararlar -dolayısıyla yaptığımız seçimler, sadece bizi etkilemekle kalmıyor; bunun yakın ve uzak çevremize yansıları da oluyor. Kimi zaman bu yansıları dikkate almadan kararlar veriyoruz. Bazı zamanlarda da kendimizi unutarak, sadece yansılara göre davranıyoruz.
Algılar ve yargılar
Çevremiz hakkında bazı algı ve yargılara sahibiz. Yaşamın zihnimizdeki yansıları olan bu fikirleri, abartarak kendimizi başkalarının yerine koyduğumuz -hatta onlar adına düşündüğümüz- zamanlar da oluyor. “O, böyle düşünür” veya “Onun için en doğrusu bu” diyerek karar ve seçimlerimizin, doğruya daha yakın olduğu fikri ile kendimizi avutuyoruz. Böylelikle bencilce bir düşünce tarzından kendimizi kurtardığımız rahatlığına eriyoruz. Onunla birlikte yapılması gereken seçimleri, onun yerine düşünüp kendi başımıza alarak bencil bir paylaşım keyfi oluşturuyoruz.
İyi yaşamak, herkesin hakkıdır. İyi bir yaşamı, daha fazla tüketerek elde edeceğimiz gibi şartlanmış bir fikre sahibiz. Reklâmcılar, pazarlamacılar ve satışçılar, bizi bu fikrin doğruluğuna inandırmak için büyük bir gayret içindeler. İyi yaşamak ve mutlu olmak ile çok tüketmek arasında bir şartlanma yaratmaya çalışıyorlar. Hâlbuki çok tüketmenin bambaşka bir şey olması bir yana; iyi yaşamak ile mutlu olmanın aynılaştırılmasını da mutlak bir doğru olarak söyleyemeyiz.
Mutlu olmak, gizem dolu bir ormanda yürümek gibidir. Her adımda karşımıza çözmek üzere bir bulmaca çıkar. Bulmacanın çözümü, seçimlerimizdir. Tercihlerimizi nasıl yaptığımız, bir yandan bir sonraki bulmacanın zorluk düzeyini belirlerken, bir yandan da mutluluk enerjimize olumlu ya da olumsuz katkı yapacaktır.
Neden ben?
Mutluluğu, sahip olduğumuz nesnelerin çokluğu ya da büyüklüğü ile ölçemeyiz. Gizemli ormanda yürürken gerçekleşen mutluluk arayışı, aslında bir iç doyum arayışıdır. Sözünü ettiğim bu iç tatmin, bir beyaz atlı prens gibi beklenmedik bir anda ve “Neden ben?” dedirtecek bir iyi şans olarak gelmez. Mutluluk, yaşam sürecinde yaptığımız seçimlerin -yani çözdüğümüz bulmacaların- bir sonucudur. Özetle; bu kadar çok dış faktöre rağmen mutluluk, kişinin kendi elleri arasındadır.
Yeni bir gün
Yeni bir güne uyandığınızda, “Ben, mutlu bir güne uyandım” demezseniz, muhtemelen o gün için mutlu olmayı seçmemiş olacaksınız. Bir başka deyişle; mutlu olmak, öncelikle mutlu olmayı isteyen iyi niyettir. Talihsizlikten yakınarak, koşullarından şikâyet ederek veya yaşamla bağlarını koparıp seçimleri seçimsizliğe bırakarak mutluluğu yakalamak mümkün değildir. Eğer gün ışığınızın azaldığını, yaşamınızdaki renklerin soluklaştığını veya yaşam enerjinizin tükendiğini hissediyorsanız; yaşama dokunurken kullandığınız niyete ve tercih yapma modelinize bakın, derim.
Son söz: Özgürlüğümüzün ifadesi, seçimlerimizdir. Tercihlerimiz olmadan mutluluğu yakalamak ise mümkün değildir.