Gürcan Banger
BİR: 19’uncu yüzyılda yaşamış İrlandalı bir şair ve oyun yazarı olan Oscar Wilde “Günümüzde insanlar her şeyin fiyatını biliyor, hiçbir şeyin değerini bilmiyorlar” der. Yaşam biçimi ve tercihleri nedeniyle başına gelmedik kalmayan ve yoksulluk içinde ölen Wilde’ın kısa süren yaşamı kapitalizmin yükselme yıllarıydı. Belki de bu duruma bir tepki olarak fiyat ve değer arasındaki çelişkiyi ve umarsızlığı ifade etmek istemişti. Wilde’ın ölümünden bu yana yüz küsur yıl geçti. Bu arada kapitalizm, krizleriyle birlikte giderek büyüdü, yaygınlaştı ve neredeyse tek ekonomik sistem haline dönüştü. Hiç kuşkusuz; kavramların ve anlamların değer kaybı bundan çok daha hızlı oldu. Arkadaşlık, aşk, sevgi, ilişki veya evlilik gibi kurumlar giderek daha fazla ‘fiyat’ ve daha az değer olmaya başladı. Örneğin bir çiftin anlaşması, karşılıklı alınan hediyelerin pahası ve fiyatı ile daha fazla ölçülür oldu. Anlamalardaki, anlaşmalardaki, ilişkilerdeki ve uyuşmalardaki anlamı artık ‘fiyatlar’ belirliyor.
İKİ: Yabancı bir dil ile iletişim kurmanın zorluğu, farklı dillerin bağlı olduğu değişik kültürlerden kaynaklanır. Ama aynı dili konuştuğumuz halde sözcüklere yüklediğimiz anlamların çok farklı olabileceğini de iyi kavramamız gerekiyor. Benzer olaylara farklı tepkiler verebiliyoruz. Bir olay karşısında farklı kişilerin değişen tepki biçimleri oluyor. Karşımızdakini yeterinde anladığımızdan emin olmadan kolaycı yargılara varmamak ve daha önemlisi ucuz nedenlerle ‘infaz etmemek’ gerekiyor. Unutmayınız ki; yanılmak insanlar içindir.
ÜÇ: Doğru bir tane değil. İnsanların sorunlara karşısında buldukları çözümler farklı olabilir. Her insanın kendine özgü bir yarar ve çözüm yaklaşımı vardır. Bu nedenle bir iletişim sırasında önerilerde bulunurken, işimize yarayan bir yaklaşımın karşımızdaki kişi tarafından faydalı bulunmayabileceğini kabul etmeliyiz. Bu tür durumlarda dayatmada bulunmak yeni gerginliklere yol açabilir. Aynı dili konuştuğumuz halde sözcüklere yüklediğimiz anlamların çok farklı olabileceğini hatırlamak zorundayız. Tam olarak anladığınızdan emin olmadan yargılara varmamalıyız. İletişimin özel ve özgün bir durum olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir.
DÖRT: Ne yazık ki; sosyal algımızın ortalama değeri, bu çağda hâlâ kişi ve kuruluşları tek renkli ve farksız olmaya zorluyor. Hâlbuki farklıyız. Farklı düşünce ve duygular taşıyoruz. Etnik, kültürel ve inanç temelli farklılıklarımız var. Ama aynı çatı altında, aynı topraklar üzerinde yaşamak durumundayız. Bunun, bir zorluk ve zorunluluk değil; bir zenginlik olabilmesi için ortak alanlarda buluşarak ortak paydayı bulmada daha fazla bilinçli, gayretli ve verimli olmak zorundayız. Uzlaşma ve ortak payda aramak, kişi ve kuruluşların kendi ilkelerinden taviz vermeleri anlamına gelmez. Gereğinde taraflar geri adım atsalar bile; burada önemli olan ortak noktaları bulabilmektir. Ortak payda fikri, toplumun farklı kesimlerinin özgünlüğü ve farklılığına saygı duyarak başlamalıdır. Her farklılık, yasal ve etik çerçeve içinde kalmak üzere kendi isteğine bağlı olarak varlığını koruyabilir ve geliştirebilir.
BEŞ: Genelde kavramları ve sözcükleri yakın yaşam çevremizin içinde öğreniyoruz. Bildiğimizi sandığımız bir sözcük için “Acaba şu kelimenin sözlük anlamı nedir?” gibi bir soru sormuyoruz. Dolayısıyla farklı çevrelerde farklı biçimlerde öğrenilen aynı sözcükler ve kavramlar her birimiz için eşdeğer anlamı taşımıyor. Yeterince tanımlanmamış kavramlar ve sözcükleri kullanarak iletişim kurmaya çalışıyoruz. Çoğu zaman sözcükler kendimize ve yaşam çevremize özgü anlamlar taşıdığı için düşüncelerimizi sözcüklere dönüştürürken bu dönüşüm aşaması da farkında olmadığımız bir filtreleme süreci haline dönüşüyor. Böylece söylemek istediğimiz bir cümle, karşımızdaki insan için bizim söylemek istediğimizden farklı bir anlama gelebiliyor.
ALTI: Eğer insanlarla iletişim bir daire ise, kendimizi ne bu dairenin merkezine, ne de dairenin dışına koymalıyız. Kendimizi merkeze koyarak yapılan bir iletişim, kendimizden başkası olmaz. Böyle bir durumda başka insanları tanıyıp öğrenmek yerine, kendimizi –bir genetik kopya gibi– tekrar etmiş oluruz. İnsanları tanımaya yönelik bir iletişim, eşitlerin iki yönlü, ‘apoletsiz’ bilgi, fikir ve duygu alışverişi olmalı. Eğer yukarıda sözünü ettiğim dairenin dışında yer alırsak, bu kez “Körlerle sağırlar, birbirini ağırlar” türünde bir iklimin oluşmasına neden oluruz. Bir iletişimde tümüyle dışarıda kalarak, kişisel gelişiminize katkı koyacak deneyimler elde etmeniz mümkün olmaz. Dışarıda durmak, objektif olmak anlamına gelmez. Objektif olmak, iletişim sırasında yargılamamaktır. Karşı tarafın yaklaşımını, kendi sistematik bütünlüğü içinde önyargısız olarak anlamaya çalışmak –önemli bir dönüm noktası…