BİR: Önce romanın sonunu bilmeyi isteriz –ya da bazılarımız böyle ister. Eğer kötü bir son ise muhtemelen o kitabı okumayı istemeyebiliriz. Eğer iyi bir ‘son’ varsa, o iyi sonu bilmenin gönül rahatlığı, kolaycılığı ve ruh tembelliği içinde baştan okumaya başlayabiliriz. Hâlbuki okuduğumuz her roman bir sonuç değil, bir süreçtir. Yaşamda sıkça bulunan yürüyüşlerin bir örneğidir. Roman boyunca okuduğumuz satırlarla birlikte yaşam deneyimimiz zenginleşir. Aklımızda, ruhumuzda farklı zihinsel tartışmalar yapar, iniş çıkışlar yaşarız. Okuduğumuzu kendi yaşadıklarımızla karşılaştırır ve yeni duruşlar, farklı tavırlar kazanırız. Çoğu zaman roman okumak bir özeleştiridir. O romanı okumanın sağladığı bu özeleştiri sayesinde romanın başındaki ‘ben’ ile sonundaki ‘ben’ birbirinden çok farklıdır.
İKİ: Pek çok insan aşkı kendi içinde yaşamayı tercih eder. Sevdiğini bilir, sevildiğini bilir; ama bunu ifade etmez. Kendisi ifade etmez ama kişi ne kadar sevildiğini bilmek, bunu özellikle duymak ister. Yaşamın bazı anlarını ve alanlarını paylaşıyor olmamız yeterli değildir, sevildiğimizi sözcüklere dökülmüş olarak dumayı isteriz. Sevdiğimiz için farklı, önemli, ayrıcalıklı olduğumuzu bu sözcüklerde okumayı özleriz. Ruhun aşka doyabilmesi için aşkın sözcüklerde dile gelmesi ölümsüzlük suyu ile yıkanma gibidir. Sözcükler, aşkın biteviye kendini canlı tutabilmesi için vazgeçilmezdir.
ÜÇ: Sözler duygularla iç içe geçince kendiliğinden şiirsel bir havaya bürünürler. Önemli olan, hissettiğini söylemeyi istemektir. Duyguları ifade edebilmek için söz ustası olmak gerekmez. Gerçek sevgiyi anlatan sözcükler dudaklardan döküldüğünde, söyleyenin acemiliği duyguların gücüyle bir ustanın eserine dönüşür.
DÖRT: Aşk, ilk kez binilen döner dolap gibidir. Hele ilk günlerde, ayaklarımızın yere basıp basmadığınızı bile anlayamayız. Sanki bu ilki, ilk yaşayan bizden başkası olmamıştır. Bir ormanda ağaçların arasından ara sıra sızan gün ışığının rehberliğinde heyecanlı bir yürüyüştür aşkın ilk günleri. Bilinmeyene doğru cesur bir yürüyüş…
BEŞ: Bir reçete var mı yeniden başlamak için! İnsanın faktör olduğu ortamlarda genel davranış kuralları söylemek hem kolay değil, hem de doğru değil. En azından bireysel seçim ve özgürlükler söz konusu olduğunda doğru değil. Her birey kendi davranış modelini kendisi üretebilir. Aşka yeniden yaklaşmanın ilk ve belki de tek ilkesi; doğru hatırlamak, olumlu başlamak ve emek vermektir. Sonrası kendiliğinden gelecektir.
ALTI: Aşkın, akıl süreçlerinden daha farklı olarak naif, kendiliğinden ve farklı bir yönü olmasına katılırım. İngiliz matematikçi ve düşünür Bertrand Russel’ın sözleri arasında sanki bu fikri buldum. “Aşk, özgür ve kendiliğinden olduğu zaman yeşerir ancak; ödev gibi düşünülmeye başladı mı öldü gitti demektir” diyor ünlü filozof. Sanırım kölelik ruhu, aşka uygun değil.
YEDİ: Kendi yürek sesini çok fazla dinleyen insanlar, aşkı çok fazla yaşadıklarını düşünebilirler. İnsanın kendisiyle yaptığı aşırı yoğun konuşmalar, karşı tarafa sevginin ifade edilmesini ihtiyacını ortadan kaldırabilir. Karşı tarafa duyguları ifade etmemek aşkın geleceği açısından ciddi bir tehlikedir. Karşıda bir ilgisizlik, kayıtsızlık duygusu yaratabilir. Aşk, iki tarafın olduğu bir ilişkidir. Aşk, paylaşımın vazgeçilmez olduğu bir ilişkidir. Sözcükleri esirgemek, aşkın beslendiği paylaşım kanallarını yok etmekle eşdeğerdir. Paylaşım fikrini unutarak aşkı kendi başlarına yaşamak isteyen kişiler, yalnız kalma riskini akıllarında tutmalıdırlar.
SEKİZ: Aşk, köprü kurmaktır. Onu arayarak köprü kurun; sessiz kaldığınızda aranızda yüksek duvarlar örülüyor, demektir.