Gürcan Banger
Richard Templar takma ismini kullanan İngiliz yazarın, 2009’da yayınlanan “Aşkın Kuralları” isimli kitabını karıştırıyorum. Toplamı 100 tane olan kuralların 70’incisi “Ayrılık iki kişiliktir” başlığını taşıyor. Bu kural başlığı altında Templar şöyle diyor: “Her iki tarafın da parmağının olmadığı bir ayrılığa bugüne dek hiç rastlamadım. İşler çıkmaza girdiyse, her iki tarafın da bunda sorumluluğu var demektir.”
İzleyen satırlarda Templar, ayrılık konusunda kendi yaşamından örneklerle de pekiştirdiği bakış açısını geliştiriyor. Düşündüğümde; bir ilişkide ayrılığa giden yol ayrımını –sevgi hukuku saklı tutulmak üzere- öncelikle saygı, hoşgörü ve empati sorunlarının oluşturduğu yargısına varıyorum. Bunlar iki insan arasındaki anlaşma ve uzlaşma zeminini oluşturmak açısından vazgeçilmez önemde görünüyor. Diğer yandan anlaşma ve uzlaşmanın sağlanabilmesi için de iletişimin varlığı ve etkinliği gerekiyor. Bu saydıklarımın sadece iki kişi arasında değil; toplumun bütünü için de geçerli olduğu kanaatindeyim.
Esirgenen İletişim
Uzlaşma, hiç kuşkusuz pek çok boyutu olan bir konu. Ama öncelikle malzemesinin insan olduğunu iyi bilmek gerekli. İnsanın bireysel ve içinde bulunduğu topluluğun sosyal kültürü, toplumsal uzlaşma düzeyini önemli ölçüde etkiliyor. Ama, önce insan… Onun; iyi niyet, hoşgörü, saygı ve empati yaklaşımı toplumsal uzlaşmanın önünü açabiliyor ya da oluşmasına engeller koyabiliyor; çünkü toplumsal uzlaşmanın ilk adımı, insanın insanla ilişkisiyle başlıyor.
Hepimizin geçmişte veya bugün taşıdığı statüler ve etiketler var. Bunların bazılarını ise geçmişte taşımışız; ama bugün farklı bir algı modeline sahibiz. Yaşam hepimizi az ya da çok değiştiriyor. Ama ısrarla geçmişe sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalışanlar da var.
Geçmişte farklı görüşlerde olduğumuz; ama bugün yakın mekânlarda yaşadığımız insanlar var. Çoğu zaman aynı ortamları paylaşıyoruz. (Diğer yandan mekân ve ortam kavramı, İnternet kullanımın genişlemesi ile daha sınırsız ve kısıtsız bir hal aldı.) Gerçek ya da sanal söz konusu ortamlarda karşılaştığımızda birbirimize selam vermekte çekinceli davranabiliyoruz. Bunda geçmişte yaşadığımız karşılıklı sorunların veya rekabetin etkisi var. Siyasette, işte veya kültürel tercihlerimizde farklı olsak da, insan olarak aynı ceketi giymemiz gerektiğini henüz öğrenemedik.
Geçmişte yakın tanış – arkadaş olduğumuz insanlar var. Bugün farklı konumlardayız ya da görüşlerimiz farklılaşmış. Bunu insanca bir selam vermenin önünde engel kabul ediyoruz. “Merhaba” demekten, ayaküstü birkaç cümle konuşmaktan çekiniyor ya da kaçınıyoruz.
Kişisel İletişim, Toplumsal Uzlaşma
Toplumsal uzlaşmanın ilk adımı, kişisel iletişimdir. İletişim kurduğumuz için görüşlerimizden ya da yaşam biçimimizden vazgeçmemiz gerekmez. Bu ülke, iletişim kurmamanın sonuçlarını çok acı biçimde yaşadı. Özgür yaşamda diyalog kurmakta çekince yaratanlar, baskıcı rejimlerin hapishane koğuşlarında konuşmak durumunda kaldılar. Birbirimize kıyasıya rakip, hatta düşman olmanın zararlarının doğrudan doğruya kendimize olduğunu fark etmenin zamanı gelmedi mi? Kişisel ve sosyal uzlaşılar için önümüze zoraki olarak konmuş ‘akillere’ mi ihtiyacımız var?
İnsanların birbirinden farklı düşünce tarzlarına ve yaşam şekillerine sahip olmaları, olağan karşılanması gereken bir durumdur. Herkesin birbirinin kopyası gibi benzer veya özdeş olmasını bekleyemeyiz. Zaten yaşamın güzelliğini yaratanlardan birisi, farklılıkların yarattığı uyum değil midir? Çevremize baktığımızda hiçbir ağacın bir başkasının, hiçbir bulutun bir diğerinin ya da hiçbir akarsuyun bir ötekinin aynısı olmadığını görmüyor muyuz?
Herkes kendi farklılığına sahip çıkabilmeli, koruyabilmeli, geliştirebilmelidir. Buna karşılık farklılıklar arasında da iletişim ve ilişki olmak zorundadır. Bu yapı da iyi niyet, hoşgörü, saygı ve empati temelleri üzerine kurulmak durumundadır.