Eski zamanları gözünüzün önüne getirin. Eğer okuduğunuz günlük gazeteden şikâyetçi iseniz, geribildirim olarak yayının yetkilisine mektup yazabilirdiniz. Memnuniyetsizliğinizi, malum gazeteyi satın almaktan vazgeçerek gösterebilir; satışın bir kişi azalmasına neden olurdunuz. Ortalık yerde bulunabilen bir gazeteyi okumaktan vazgeçtiğinizde ise, bu tepkiden muhtemelen sizden başka hiç kimsenin haberi olmazdı. TV kanallarından birinde sizi rahatsız (veya memnun) eden program konusunda telefon açabilir ya da mektup yazabilirdiniz. O kanalı izlememeniz (eğer reyting takibi yapılıyorsa), izleyici sayısının bir kişi azalmasına neden olabilirdi. Radyo konusunda ise telefon ve mektup dışında fazlaca seçenek hiç olmadı. Tüm bu medya (iletişim) araçlarının tümünün özelliği, tek yönlü olması idi. Gazete yazılı, radyo sesli ve TV görüntülü olarak; ama tek yönlü ileti gönderiyordu. İzleyiciler, tepkilerini göstermek için bir başka kanal (iletişim aracı) kullanmak zorunda idiler.
Bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler ile internet, yukarıda sözünü ettiğim konuya yeni bir açılım ve yaklaşım getirdi. Artık sayılanlar dışında, enformasyon edinmek için başka araçlara sahibiz. Örneğin basılı gazetelerin neredeyse tamamının internet ortamında okunabilir kopyaları var. Hatta bu konuda kendilerini geliştiren yayıncılar, basılı gazeteciliğin çok daha ötesine geçtiler. Enformasyon iletimi, anlık hale dönüştü. İçerik çeşitliliği arttı. Basılı gazeteden çok daha fazlasını, internet ortamındaki gazete sitelerinde bulmak mümkün oluyor.
20’nci yüzyılın sonlarına doğru internet teknolojilerindeki gelişme, enformasyon edinme konusunda yeni bir aşamaya neden oldu. Artık statik e-gazete sayfaları yerine, dinamik ve kullanıcının tepki vermesine olanak tanıyan yeni bir internet anlayışı var. Bu gelişme kendini sosyal medya adını verdiğimiz yeni ortam ile koyuyor. Yaşadığımız dönemin örnekleri arasında; Facebook, Twitter, Google Plus, LinkedIn ve benzerlerini sayabiliriz. Bu yeni yazılımlar sayesinde, yazılı basının asla yetişemeyeceği bir hızda enformasyona ulaşabiliyoruz.
Yeni durum, öncelikle okuyucuyu (izleyiciyi) enformasyon üreticisi ya da haber muhabiri haline getirdi. Kamera ve cep telefonu alanlarındaki gelişmelere bağlı olarak, her birey bir ‘iletişim çalışanı’ haline dönüştü. Olay anında çekilen bir fotoğraf veya elde edilen bir enformasyon, sosyal medyada paylaşılıyor.
Dikkate çekmek istediğim nokta ise; geçmişin statik izleyicisi yeni durumda içerik (ileti) üretmekle kalmıyor, aynı zamanda iletilmiş olana da aynı kanalı (ortamı) kullanarak tepki verebiliyor. Örneğin Facebook ortamında bir haber gördüğünüzde, haberin hemen altında onu detaylandıran, yeni eklemeler getiren veya ona tepki gösteren yorumlar yer alabiliyor. Özetle; internet ve sosyal medya sayesinde, içeriği (iletiyi) hazırlayan ile onu okuyan (izleyen) arasındaki iletişim iki yönlü hale dönüştü. Eskiden tek yönlü iletim olan enformasyon akışı, yeni durumda tam anlamıyla (iki yönlülük anlamına) iletişim halini aldı.
Yukarıda hızla özetlediklerim, artık iletişim alanında yeni bir durumun (dolayısıyla) yeni olanakların var olduğunu gösteriyor. Geçmişin gazete, radyo veya TV’sinden farklı olarak, içerik sağlayıcı ile izleyici arasında (bilimkurgu filmlerinin uzay geçidi gibi) açılmış bir kanal var. İzleyiciyi dinlemek, onun ihtiyaç, istek ve beklentilerini öğrenmek ve onunla tartışmak için yeni bir kanal yaratılmış halde. Sosyal medya ile izleyici, kendi iç dünyasını (bu çift yönlü geçit aracılığı ile) dışarıya açmış oluyor. Bu kanal ‘doğru’ amaçla da kullanılabilir; toplumu manipüle etmek için de…
Arama Motoru İdeolojisi
Türkiye’de birkaç yıldır, 7-8 gazetenin benzer manşetlerle yayınlandığına tanık olduk. Siyasal yandaşlık adına, enformasyon yönünden bir ‘haber-yorum tröstü’ oluşturuldu. Bu duruma eşlik eden radyo ve TV kanalları da oldu. Olmaya da devam ediyor.
Ülkede çok sayıda gazete, radyo ve TV kanalı var. Birini beğenmezseniz diğerini izleyebilirsiniz. Ama bunların tümü ‘resmi ideolojinin’ yaygınlaştırılması amacına yönelmişse eğer sayıca çokluk, enformasyon edinme özgürlüğü anlamına gelmez. Sonuçta; çokluk ve çeşitlilik görüntüsü altında ‘resmi ideoloji’ zihinlere enjekte edilir.
Bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, günlük yaşamımızı hayli değiştirdi. Giderek küçülen ve taşınması kolaylaşan bilgisayarlar ve akıllı cep telefonları İnternet ortamında yer almamızı kolaylaştırdı. Artık kolayca bu yeni medyadaki içeriklere erişebiliyoruz. Aynı şekilde yeni medyanın ruhuna uygun olarak kendi oluşturduğumuz içerikleri, İnternette başka insanlarla paylaşabiliyoruz. Facebook, Twitter, LinkedIn, Instagram veya Pinterest gibi uygulamalar neredeyse (teknolojiye erişebilen) hepimiz için günlük yaşamın unsurları haline geldiler.
İlginç bir yeni durum var. Örneğin bundan 10 yıl kadar önce bilgisayar ve İnternet kullanımı ile ilgili bir ankette, kişilere “Günde ne kadar zamanınızı bilgisayar başında ve İnternet ortamında geçiyorsunuz?” gibi bir soru sorabilirdiniz. Bugün ise (gene teknolojiye erişebilenler için) bilgisayar esaslı bir cihaz ile İnternete ulaşmak günlük yaşama eklemlenmiş sıradan bir faaliyet haline geldi. Eğer İnternete bağlanabilen bir akıllı cep telefonunuz varsa, günün tüm saatlerinde İnternet ortamındasınız demektir.
Sosyal medyanın gelişimi, enformasyon edinme sürecine farklı ve hızlı bir boyut getirdi. Pek çok enformasyonu (haberi) e-gazeteler sayesinden hızla edinebiliyoruz. Eğer dikkatli ve seçici bir Twitter kullanıcı iseniz, bir olaya ya da habere ilişkin bilgi ve resme anında ulaşma imkânınız var demektir. Bunda akıllı telefon, tablet bilgisayar veya kamera gibi İnternete bağlı cihazların gelişmesi sayesinde kullanıcıların haber muhabiri veya yorumcu (özetle, içerik geliştirici) haline dönüşmesinin etkisi oldu, oluyor.
Bir de; İngilizcede blog diye isimlendirilen ağ günceleri var. Web 2.0 diye adlandırılan şemsiye yazılım teknolojisi sayesinde, İnternet ortamında (bir site yaratarak) bulunmak kolay hale geldi. İnternetteki ağ günceleri, amatör ya da profesyonel kişiler veya kuruluşlar tarafından geliştiriliyor. Buralarda pek çok farklı konuda ve türde enformasyon bulmak mümkün… Sosyal ve kültürel konularda ‘resmi ideoloji’ lehinde veya aleyhinde olabilen haber, yorum veya bakış açıları yansıtılabiliyor.
Yukarıda çizilen manzara bilişim, iletişim, İnternet ve yazılım teknolojilerindeki gelişmelerin, bireyler için daha özgür bir dünya yarattığı gibi bir sonuca götürüyor. Diğer yandan yaşadığımız çağ enformasyonun hızla çoğalıp çeşitlendiği bir dönemi de oluşturuyor. Geçmişin hiçbir döneminde bilgi hacmi ve çeşitliliği bu denli hızlı artmamıştı. Eskiden enformasyonu bulmak ve ona erişmek ciddi bir sorun idi. Şimdi ise bilgi çok ve çeşitli; dolayısıyla işe yarayacak olanı süzüp ayıklayabilmek gerekiyor. İş bununla da kalmıyor. Enformasyon yanında (yanlış veya kötü niyetli olabilen) dezenformasyon da var ve hızla artıyor. İnternet bunun en belirgin ortamlarından birisi… Çoğalan enformasyon ortamında, istenen enformasyona ulaşmak için arama motoru ismini verdiğimiz uygulamalardan yararlanıyoruz. Bu dönemde en yaygın bilinen örneklerin başında Google ve Yandex gibi arama motorları geliyor. Daha az bilinen ve kullanılan başkaları da var. Bu yazılımlara aradığımız konu ile ilgili anahtar sözcükleri vererek, enformasyona ulaşmaya çalışıyoruz.
Arama motorları, artık pazarlama iletişimi (tanıtım ve reklâm) ortamı haline dönüştü. Yüksek oranda kullanımları nedeniyle önemli miktarlarda reklâm alıyorlar. Reklâm olarak alınan İnternet adreslerini ise karşınıza çıkan listenin en üstünde farklı bir şekilde (örneğin farklı renkle) veriyorlar. Sizin verdiğiniz anahtar sözcükler karşılığında bir liste oluşturmak için kullandıkları bir algoritma (iş ve kurallar manzumesi) var. Listeyi, bu algoritma belirliyor. Tam bu noktada akla şu soru geliyor: Ya arama motorunun kullandığı algoritma, oluşturduğu adresler (bağlantılar) listesini bir ‘resmi ideolojiye’ bağımlı olarak yapıyorsa? Ya sadece bizim görüp okuyup bilmemize ve ‘resmi ezber’ yapmamıza yönelik bir seçimi karşımıza getiriyorsa? Bu durumda, özgürlük sandığımız bir ortamda ‘birinci sınıf kalitede’ manipüle ediliyor olmuyor muyuz?
Arama motoru, İnternet ortamında aranan içeriği bulmak için kullanılan bir yazılımdır. Bir arama motoru tarama robotu, arama dizini ve kullanıcı arayüzü olmak üzere üç bileşenden oluşur. Arama motoru İnternette bulduğu sonuçları kullanıcıya bir liste halinde sunar. Bu kısa tanımlamadan sonra kısaca sürecin işleyişine bakalım. Arama motoru, bir kitap dizini mantığı ile çalışır. Bu nedenle arama işlemleri öncesinde kitabın endeksinin (içindekiler dizininin) hazırlanması gerekir. İnternet söz konusu olunca bu görevi tarama robotu yerine getirir. Siteleri örümcek gibi isimlerle anılan yazılımlarla otomatik olarak inceleyerek arama dizinini oluşturur. Böylece bu ön işlem sayesinde sitelerin arama motoru tarafından daha kolay bulunması için bir endeks altyapısı (fihrist) hazırlanmış olur. Arama işlemi bu dizinler kullanılarak yapılır.
İnternette arama yapmak isteyen kişi, arama satırına bulmak istediği konu ile ilgili anahtar sözcükleri yazar. “Ara” komutu düğmesinin tıklanması ile bu sözcüklerin bulunduğu İnternet siteleri bir liste halinde kullanıcının karşısına getirilir. Eğer anahtar sözcüklerin belirlenmesi doğru yapılmazsa arama motoru konuyla ilgisiz ve kullanıcıya hitap etmeyen listeler de oluşturabilir.
Arama motoru, yukarıda özetlediğim işlemler (site tarama ve içerik arama işlemleri) için kendine özgü bir algoritma kullanır. Matematikte ve bilişimde bir problemi çözmek veya belirli bir amaca ulaşmak için çizilen yola algoritma adı verilir. Algoritma, adımlar halinde yapılacak işleri (kuşkuya yer bırakmayacak biçimde) tanımlar. Her arama motorunun tarama-endeksleme-arama işlemleri için kullandığı algoritma (veya yaklaşım) bir diğer arama motoruna oranla farklıdır. Bu nedenle aynı anahtar sözcüklerle aradığınız halde her arama motoru yaptığınız arama sonucunda karşınıza farklı listeler çıkarır. Google, Yandex, Bing, Altavista veya Yahoo gibi farklı arama motorları kullanarak bu durumu deneyebilirsiniz.
Arama motoru konusu, Google’ın büyük başarısı ile birlikte bir ekonomik iş haline dönüştü. İnternet kullanıcılarının en sık yararlandıkları uygulamalar olmaları nedeniyle artık arama motoru sayfaları ciddi miktarlarda reklam alıyor ve gelir elde ediyorlar. Bunların bir başka gelir kaynağı ise bazı anahtar sözcükleri ve liste sıralarını satarak oluşuyor. Örneğin bilgisayar, cep telefonu ya da kitap gibi alışveriş yönünden çok kullanılan sözcüklerden birisi arattığınızda sayfanın en üstünde ücretli reklâm satırlarını görebilirsiniz. Şimdilik bu satırlar farklı renk ya da küçük simgelerle belirtiliyor. Diğer satırlar ise genellikle İnternet sitelerinin kullanım yoğunluğu veya konuyla ilgi düzeyine göre hazırlanıyor.
İnternet sitenizin bir arama motoru fihristinde bulunmasını sağlamak için anahtar sözcükleriniz ile başvurmalısınız. Siteniz uygun görülürse endekse dâhil edilecektir. Site sayısının çığ gibi büyüdüğü çağımızda gelecekte hangi sitelerin hangi şartlarla arama motoru fihristine dâhil edileceğini kestirmek mümkün değil. Sanki özgürlük olarak kabul edilen İnternet, bir yandan da kendi etrafını yeni süzgeç duvarlar ile donatıyor. Belki de bu süzgeçlerin oluşmasında giderek arama motoruna yapacağımız parasal ödemeler veya iktidarın sahibi ‘resmi ideoloji’ etkili olacak. Gelecekte sizin muhalif İnternet sitenizin arama motoru fihristlerinde yer alması mümkün olacak mı?
Bugün arama motoru algoritmasının ‘demokratik’ olduğunu sorgusuz biçimde kabul ediyoruz. Karşımıza getirdiği listenin kullanım sıklığı veya ilgililik gibi genel geçer kurallara tabi olduğunu varsayıyoruz. Birey olarak manipüle edilmemizi hedefleyen bir liste ile karşılaşmayacağımıza inanıyoruz. Gerçekten durum bugün böyle mi? Geleceğin arama motoru algoritmaları ‘demokratik’ olmaya devam edecek mi?
Arama motoru uygulamalarını kurup yönetenler yukarıda anlattığım sorulara hazırladıkları etik kurallar, ahlaki sözleşmeler veya gizlilik taahhütleri ile cevap vermeye çalışıyorlar. Bu yükümlülük söylemlerinin küresel ve ulusal iktidar sahipleri karşısında ne denli geçerli ve sürdürülebilir olduğunu ise zaman içinde göreceğiz. İnternetin ‘saf demokrasi’ anlamına geldiği yanlışına düşmeyin! Muhtemelen daha göreceklerimiz var.
İnternette Sosyalleşmek
Toplum, “aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan insanların tümü” olarak tanımlanır. Toplum ile rasgele bir araya getirilmiş kişiler topluluğu arasındaki fark, toplumun bir bütünlük oluşturmak üzere ilişkilere ve amaçlara sahip olmasıdır. Bir başka deyişle; orman ve ağaçlar birbirinden farklıdır.
Bebek-çocuk-genç birey, toplum içinde yaşamayı bu ortamda birikmiş olan bilgi, görgü ve deneyimi özümseyerek öğrenir. Bu nedenle toplum, aynı zamanda toplumu bir bütün olarak bir arada tutan kültür demektir. Kültür alışverişi ise aile, okul, mahalle, sokak, iş çevresi veya sivil toplum kuruluşu gibi toplumun kurumları içinde öğrenilir.
Toplumuzun geçmişine bakıldığında aile, kültürün aktarımında en etkili kurumsal ortam olarak görülür. Okulun genç insanın yaşamında aldığı sürenin uzamaya başlaması ile birlikte kültür aktarımı oku kurumu içinde oluşmaya başladı. Günlük yaşam ve iş gerekleri olarak gerçek yaşamdan hayli uzak olan (giderek uzaklaşan) okul kurumunun kültür aktarımında başarılı olduğunu iddia etmek kolay değil. Ana okulu ve hazırlık sınıfı hariç olmak üzere bir gencin lise mezunu olabilmesi için 12 yıl okula gitmesi gerekiyor. Bu süre içinde sayısız ders gördüğü, birçok sınav geçirdiği halde kültür edinme ve sosyalleşme konusunda ne denli başarılı olduğu ciddi bir tartışma konusu olmaya devam ediyor. İçerik ve kalite ihtiyacı konusundaki tartışma saklı kalmak üzere eğitimin yaşam boyu hale gelmesi konusunda kuşkum yok. Ama giysi ütülemeyi bilmeyen, yemek yapma becerisine sahip olmayan, iyi insan ilişkileri konusunda gelişme kaydetmemiş, özgür ve yaratıcı düşünme becerisini edinememiş –bunlara başkalarını da ekleyebilirim– fakat yıllarca okula gitmiş bir kuşak hakkında ciddi kuşkularım olmaya devam ediyor.
Toplumun duygu ve düşünce olarak sağlıklı bir bileşeni olmak anlamına gelen sosyalleşme, yaşanılan ‘reel çağa’ göre sosyal kurumlar aracılığı ile öğreniliyor. Despotik kurumlarda demokratik kültürü öğrenmek mümkün değil. Her toplum kendi profiline uygun bireyler yaratıyor.
Eski zamanlarda fiziki çevre ve buradaki sosyal ilişkiler daha etkili, önemli ve değerli idi. Mahalle ve sokak ilişkileri bireyin benliğinin oluşumunda en az aile içi kültür etkileşimi kadar belirleyici oluyordu. Apartman ve site yaşamına geçilmesi ile birlikte komşuluk, tanışıklık ve hatta akrabalık ilişkilerinde zayıflama oldu. Kent yaşamının çeşitli tehditlerinin ve zorluklarının artması ile birlikte günlük yaşam iş ve ev ortamının dört duvarı arasında yoğunlaştı.
20’nci yüzyılın sonlarından bu yana bilişim, iletişim ve İnternet teknolojilerindeki gelişmeler kişilere sosyalleşmek için yeni ‘imkânlar’ sunmaya başladı. Geleneksel telefon ve faks ile başlayan yeni iletişimi e-posta ile sürdürdük. Şimdilerde teknolojiye erişebilen (çocuktan erişkine kadar) çeşitli kesimlerin başlıca sosyalleşme aracı sosyal medya var. Facebook, Twitter, Instagram, Flickr, Google +, LinkedIn ve bunlara benzeyen daha pek çokları var. Doğum günlerini ve evlilikleri bu ortamlardan öğreniyor ve kutluyoruz. Kayıplar karşısında taziyelerimizi bu tür sanal ortamlardan yazdığımız birkaç cümle ile ifade ediyoruz. Olaylar hakkında tepkilerimizi sosyal medyadan vererek tatmin oluyoruz.
Eskiden sosyalleşmek için fiziki gerçek ortamlar gerekliydi. Yeni durumda fiziksel yakınlığa ve mekân birlikteliğine ihtiyaç kalmamış gibi görünüyor. Giderek sanallaşan benliği, sosyal medyanın sanal ikliminde gerçekleştirmeyi deniyoruz. Şikâyet ettiğimiz üzere bazı ‘şeylerin’ yolunda ve beklentilerimize gitmeyişinin nedeni, şu ‘sanallık’ konusunu fazlaca abartmamızdan kaynaklanıyor olamaz mı?
İnternet Saf Özgürlük mü?
Yaşadığımız çağda elimizde kolaylıkla kullanabildiğimiz ve araç olarak çeşitliliğe sahip yeni bir iletişim ortamı var. İnternet medyasının bir ‘kamusal alan’ oluşturduğu şeklindeki naif ve kendiliğinden izlenime sahibiz. Bu ortamda kendimizi ifade etmek için –başka araçlar da kullanarak– içerik üretme imkânımız var.
Arama motorları sayesinde kitap arama, araştırma için veri toplama ve bunlara sahip olmak için önemli ödemeler yapma zorluklarından kurtulmuş gibiyiz. Hatta öyle ki; devlet, öğrencileri ders kitaplarını edinmek ve kullanmak yerine, İnternet bağlantısı olan tablet bilgisayara yönlendirme çabası içinde…. Böylece çocuklar; kitaplarını, defterlerini doldurdukları kocaman çantaları taşımak zorunda kalmayacaklar.
İnternet, fiziksel mekânlar arası ulaşım ihtiyacını ortadan kaldırmış gibi görünüyor. TV’nin kanallarının sayı ve çeşitlilik olarak artması bu medyaya yönelik bir bağımlılık yaratmıştı. Eskiden komşuluk olarak ifade edilen ilişki modeli silikleşerek, herkesin zincirlenmiş bir şekilde iletişim kurmaksızın ekrana baktığı bir yaşam tarzı oluşmuştu. İnternet ve buna bağlı yeni platformlar sayesinde yeni bir iletişim –dolayısıyla ilişki– modeli oluştu. Bir başka deyişle; teknoloji ve yeni mekân düzenlemeleri sayesinde zayıflayan birey ilişkileri, sanal da olsa İnternet sayesinde bir başka biçimde yeniden gerçekleşmiş oldu.
Bilişim ve iletişim teknolojileri ile İnternet’in yaşamımıza getirdikleri, hiç kuşkusuz bu saydıklarımdan ibaret değil. İnsanın maddi düzenine getirdiği kolaylıklar açısından sayabileceğimiz daha pek çok örnek olabilir. Diğer yandan konuya bir de insan ve toplum psikolojisi açısından bakmak gerekebilir.
Uzaklarda yaşayan sevdiğiniz, değer verdiğiniz bir kişi bulunduğunu düşünün. Ona fiziksel olarak ulaşmak için mesafeler aşmanız gerekir. Aradaki mekânsal ayrılık, o kişiye –şekli ne olursa olsun– anlamlandırmayı daha önemli hale getirir. Özellikle edebiyatın en önemli eserlerindeki tema, insanları ayıran mesafeler değil midir? Eğer Ferhat ile Şirin’in, Kerem ile Aslı’nın, Romeo ve Jülyet’in yaşadıkları (ya da hikâye edildikleri) dönemde İnternet ve sosyal medya olsaydı ya da onlar tekno çağımızda yaşasalardı, malum aşk öyküleri gerçekleşir miydi?
İnternet, geçmişte ulaşım ve iletişim için kullandığımız (ama psikolojik anlamlandırmaya da katkı yapan) kaynaklar dikkate alındığında daha düşük zaman ve maliyet gerektirir. İnternet teknolojisi, iletişim için fiziksel sınırları sanallaştırarak mekânsal değişim ihtiyacını ortadan kaldırır. Eski filmlerin ana teması olan bilgi eksikliği nedeniyle bir kurmacanın oluşumu, çağdaş yaşamın sıradanlıklarından değildir. Bütünleşen bilişim, iletişim, medya ve İnternet teknolojileri neredeyse her şart altında erişim ve iletişimi sağlıyor. Böylece mesafelerin yarattığı anlamlandırmanın etkileri silikleşiyor.
İnternet ve bağlı yenilikler, teknolojinin içerdiği bir öze tam anlamıyla taşıyor. Teknolojik yaşamın ana ilkesi, insan faaliyetlerinin kolaylaşmasıdır. Ama ne yazık ki bu kolaylaşma ile insanın tasarruf ettiği zaman gibi kaynaklar, daha anlamlı ve ruhen geliştirici biçimde kullanılamıyor. Teknolojinin gelişimi ile birlikte adeta insanın yarattığı estetik uygarlıkta eksilmeler oluşuyor. İnsanın anlamlandırma yeteneği ve estetik değerler geliştirme becerisi gerçek ve doğal yaşamla olan bağını giderek yitiriyor. Hiç kuşkusuz; insani niteliğimizi geliştirmek için kullanabileceğimiz İnternet, bir başıboşluk için yeni türden aşırı tüketimin –keza benlik tüketiminin– araçlarından birisi haline dönüşüyor.
İnternet ve Maskeli Balo Çağı’na Geri Dönüş
Yeni bir teknolojinin gelişi; ama buna karşılık eski ritüellerin devam edişi söz konusu olduğunda tuhaf bir anakronizm (tarih yanılgısı) ile karşılaşıyoruz. Sanki tarih, bir büyük kavis ile sözlü kültür geleneğine ya da 15’inci yüzyılın maskeli balolarına geri dönmüş gibi bir izlenime kapılıyoruz.
İnternet’in ilk yıllarında, bu ortamın görgü kuralları olarak kabul edilen –İngilizcede nettiquite olarak isimlendirilen– bir anlayış ve zımni protokol söz konusu idi. O sıralar az sayıdaki eğitimli İnternet kullanıcısı, bu görgü kurallarına uygun davranmaya özen gösterir; uygun davranmayanlar nezaket çerçevesinde uyarılırdı. Özetle; günlük yaşamın sıradanlıklarının sanal ortama daha az taşındığı o dönemde İnternet’te bulunmak bir sorumluluğu yüklenmek anlamına geliyordu.
İnternet’in demokratik bir özgürlük olarak; ama kuralsız ve eğitimsiz biçimde yaygınlaşması, yaşamsal alanlara ilişkin sorumluluk ve yükümlülük üstlenmek istemeyen bir anlayış için çok uygun bir ‘sözel kültür’ mekânı oldu. İnternet’in gelişim ve yayılım hızına eşdeğer bir uygarlık kültürü –en azından şu ana kadar– gelişmedi. Buradaki ‘sözel kültür’ kavramı; sorumluluk ve yükümlülük altına girmeyen, söyleyen; ama sözünü tutmak zorunda olmayan, ‘kolaycı ve tembel işi’, yazılsa da sözcüklerin hızla buharlaştığı İnternet ortamını ifade ediyor.
İnsanın insanla yüz yüze iletişimi, ne denli saygılı veya sevecen şartlarda olsa bile bir tür düellodur. Böyle bir karşılaşma ise hepimizde yeterince var olmayan kimlikli iletişim cesaretini gerektirir. Hâlbuki İnternet ve özelde onun yaygın uygulama alanlarından birisi olan sosyal medya; işi zorlaştıran, gerçek kimlikle iletişim yapmanın zorluğunu ortadan kaldırır.
Ne denli gerçekçi olunsa da; İnternet, doğası ve mevcut yapısı gereği bir sanal kimlik oluşturma ortamıdır. Gerçek kimlik ise kişisel ya da kurumsal boyutta büyük ölçüde maskelenmeye uygundur. Bu yönüyle kişinin (ya da kurumun) bir yandan bazı yönleriyle tanınmasına imkân veren, diğer yandan gerçek yüzünü saklamasını sağlayan maskeli balo iklimi oluşur. Sanallaşma ve buna bağlı yeniden kimliklenme İnternet’in ‘imkânlar listesinden’ sadece bir örnektir.
Geleneksel yaşamda sosyalleşme aile, okul, iş veya eğlence-dinlenme ortamlarında gerçekleşir. Buralarda enformasyon alışverişi dışında deneyim ve davranış değişimi yapılır. İnsanların günlük yaşamlarında başkaları ile aralarına ‘duvarlar’ örmeleri ve fiziksel mekânların daha zor erişilir hale gelmesi nedeniyle İnternet, yüz yüze iletişimin yerini almakta hiç de zorlanmadı. Böylece günümüzde İnternet belli başı sosyalleşme ortamlarından birisi haline dönüştü.
İnternet’in fiziksel uzaklıkları ortadan kaldıran özelliği sayesinde geçmişte akla bile gelmeyen (sanal) tanışıklıklar oluştu. Sanal kimliklerimiz ile ‘sosyal reddedilmelerinden’ uzak bir şekilde az ya da çok çakışan ilgi alanları ile haberleşme imkânlarından yararlanır olduk.
Gerçekte yaşamda yeni gruplara girmenin veya yeni bir kişi ile tanışmanın duyguları etkileyen bir yönü var. İnternet ortamında –görüntülü bile olsa– yüz yüze iletişimin bu duygusal etkilenme boyutu silikleşiyor. Fiziksel yakınlıkta duygusal, düşünsel ve fiziksel olarak çok boyutlu gelişen etkilenme sanal ortamda daha sıradan ve sığ hal alıyor. Adeta kişi duyu organlarını büyük ölçüde kapatarak veya kısarak iletişimde bulunuyor. Bu açıdan göz kontağı kurmaktan kaçınanlar için İnternet dünyası yeni bir ‘açılım’ anlamına geliyor.
Günümüzde İnternet, maddi bir gerçeklik olarak var. Muhtemelen yaşamımızdaki etkisi giderek büyüyecek. Sorun, bu yeni teknolojik ortamda eski ritüellerle ve geçmişin hastalıklarıyla bulunmaktan kaynaklanıyor. Dünün yaşamını bugünün teknolojik ortamında sürdürmek istediğimizde aykırılıklar ve uyumsuzluklar oluşuyor. Yeni çağın görgü kurallarına ihtiyaç duyuyoruz.
İnternet ve Don Kişot Kahramanlığı
Eski çağlarda bilişim, iletişim ve İnternet teknolojileri bu denli gelişmiş olsaydı muhtemelen (Leyla ile Mecnun ya da Tahir ile Zühre gibi) sevgililerin kavuşamadığı edebi öykülerin pek çoğu da yazılmazdı. Teknolojinin sağladığı kolaylıklar, ilişkilerin mesafeler üzerinden anlamlandırılmasını ‘beğeni tüketimine’ dönüştürüyor. Gelişen teknolojik şartlarla birlikte anlama dayanması beklenen insan ilişkileri, –aynen Marks’ın Manifesto’da dediği gibi– maddileşerek tüketilecek emtia haline dönüşüyor. Bu da ünlü aşk hikâyelerini, küresel-dijital çağda neredeyse imkânsız hale getiriyor.
Derin anlamlar üzerine kurgulanmış ilişkiler ihtimali zayıflarken, edebiyatın bir başka ünlüsü Don Kişot’un (Don Quijote’nin) tekrar yaşam bulmasının gerçekleştiğini görüyoruz. Romandan veya filmden hatırlanacağı gibi; kahraman Don Kişot, günlük yaşamındaki benliğinden farklılaşarak, bir başkası haline dönüşür. Olduğu kişinin ona yüklediği benlikten sıyrılarak (okuduğu şövalye hikâyelerinin verdiği esinle), özlediği kişi haline dönüşür.
İnternetin sağladığı sanallık, kişilerin engellenmiş benlik unsurlarını öne çıkarmalarını sağlıyor. Kişi, farkındalıkla ya da kendiliğinden kişiliğinin farklı bir boyutunu geliştirerek, İnternet ortamında bir başkası haline –örneğin Don Kişot eşdeğerine– dönüşebiliyor. Günlük yaşamda içe kapalı veya ilişki kurmakta zorlanan bazı bireylerin bu yeni benlikleri ile daha açık, dışa dönük, girişimci, hatta agresif olduklarını izleyebiliyoruz. Ruhbilim uzmanları tarafından İnternet kullanımı konusunda yapılan araştırmalar ve hasta gözlemleri bu durumu doğruluyor.
İnternetin sanallık özelliği, bireye yeni bir kimlik kazandırma potansiyeline sahiptir. Yeni bir kimliğin oluşumu ve gelişimi ise, birey olarak kurduğumuz ilişkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. İnsan olarak bir gruba dâhil olmak isteriz. Söz konusu gruba girişimiz kimi zaman bizde var olan ‘tohum’ özelliklerden bazı durumlarda ise grubun çekiciliğinden kaynaklanır. Zaman içerisinde bir yandan gruba uyum sağlarken, diğer yandan kişisel gelişim temelinde kimlik özelliklerimizi güçlendiririz.
Kimlik, tek parçadan oluşan bir yapı değil. Kimliğin kişinin iç ve dış şartlarına bağlı olarak ortaya çıkan farklı yönleri var. Sınırları zorlamayan günlük yaşam şartları altında kimliğin farklı yönleri aşırılıklar göstermeksizin dengede duruyor. Çalışıyoruz, ciddi işler yapıyoruz, neşeleniyoruz, eğleniyoruz, kızıyoruz, dinleniyoruz, hayaller kuruyoruz. Kimlik bir bütün olarak dengedeyken ve kimliğin bir yönünü aşırı besleyecek bir ortam yokken zihinsel ya da duygusal bir sorun yaşamıyoruz. Buna karşılık İnternetin sanallık özelliği, yeni kimlikler edinmek veya kimliğin bir yönünün ayrışmasına ve obezleşmesine uygun iklim yaratma potansiyeli var. Olağan şartlar altında ayrışıp aşırı büyümesini beklemediğimiz bir kimlik unsuru, İnternet ortamında Don Kişot’a dönüşebiliyor.
Elli yaşları dolayında emekli bir beyefendiyi Don Kişot haline dönüştüren nedenin, sadece okuduğu şövalye hikâyeleri olduğunu söylemek haksızlık olur. İspanyol asılzadesi Alonso Quixano’yu isyan ettiren, muhtemelen yaşamı boyunca gördüğü adaletsizliğe insan olarak isyanıdır. 50’li yaşlarına kadar algıladığı ve hesaplaşamadığı adaletsizliği bir şövalyenin gücüyle çözmek istemiştir. İşleyiş düzeni karışan zihni ise bu süreçte ona ‘yardımcı’ olmaktadır. Ne yazık ki şövalyeliğin devrini tamamladığı 16’ncı yüzyılın şartlarında bu kimliği sürdürmek mümkün değildir.
Günümüzün sanal İnternet dünyası, Alonso Quixano’nun çağına göre Don Kişot olmayı daha mümkün hale getiriyor. Sosyal medya platformlarında bu durumun örneklerini görüyoruz. Bizim onaylamamızdan bağımsız olarak; günlük yaşamın çok boyutlu isyanları, İnternetin ve sosyal medyanın sanal ortamında çağın yeni Don Kişot’larını yaratıyor.
İnternet Seni Dünyaya Hükümdar Yapar
Sosyal yaşam içinde farklı ortam ve yakınlıklarda tanıdığımız kişiler var. Onları tanımakla kalmıyoruz; zaman içinde –önyargılı da olsa– kişilik yapıları ve davranış modelleri hakkında görüş geliştiriyoruz. Bu kişilerle İnternet ortamında da iletişimimiz oluyor. Onları Facebook, Twitter, LinkedIn ya da FourSquare gibi sosyal medya platformlarında ‘arkadaş’ olarak yazılı ve görsel iletişim yakınlığında bulunduruyoruz. Böylesi bir ikili yaşam bize kişilerin gerçek yaşam ile sanal dünya arasındaki kimlik ve davranış modelleri konusunda –kimi zaman kendiliğinden– kıyaslama yapma imkânı sağlıyor. Dikkatli bir sosyal medya izleyicisi iseniz; bildiğimiz kişiliğin sanal dünyada kimlik ve benlik farklılaşmasını görmek gerçekten ilginç oluyor.
İnternet kimi zaman uzakları gösteren bir dürbün, bazen ayrıntıları görebileceğimiz mikroskop gibidir. Sanal dünyaya sistematik bakış birey ve toplum hakkında bize pek çok veri sağlayabilir. İnternet ortamında üretilen veri ve enformasyonun pazarlamaya ve ürün geliştirmeye konu olmasının ardındaki neden budur.
İnternet ve özellikle sosyal medya bazı insanlar için bir bireysel ayna fonksiyonuna da sahiptir. Kişiler oradaki görünümlerine bakıp kıyaslamalar yaparak değişim ihtiyacı hissedebilirler. Kimi zaman ise İnternet, kişi için kendisini çok daha büyük ve görkemli gördüğü bir dev aynasına dönüşür. Bu aynada kendisini –maddi ya da manevi olarak– bir dev olarak görürken algı dağarcığındaki diğer insanlar dünyanın güçsüz ve akılsız, zavallı cüceleri oluverirler. Sosyal medya ortamında dünyaya yukarıdan bakan, öğütçü tavırları ile baskın olmaya çalışan İnternet kullanıcılarının durumları muhtemelen budur.
Yaşamı denetlemek zordur. Yönetmek için yeterli güce sahip olamadığımız pek çok unsur olduğu gibi istediğimizi yapmak için yeterli kaynağa sahip değiliz. Ama İnternet söz konusu olduğunda birey, kendi bakış açısından ‘sanal dünyanın tanrısı’ düzeyine terfi eder. Sanal yaşam, gerçeğine oranla çok daha kolay yönetilip denetlenebilir. Kendinizi bu dünyasın tanrısı olarak görmeniz hiçbir engel yoktur. İstediğiniz söylersiniz, dünyaya istediğiniz gibi bakarsınız, kendinizi diğer insanlar karşısında arzu ve hayal ettiğiniz makama konumlarsınız. “Siz zavallı aptallar; gerçekte ne olup bittiğinin ve ne yapmanız gerektiğinin farkında değilsiniz” demekten sizi alıkoyan bir engel yoktur. İnternet, bunu geçmişin iletişim araçlarına oranla çok daha kolay yapmanızı sağlar.
Pek çoğumuzun bir makamı, statüsü veya kartviziti yoktur. Gerçekten çok çabaladığımız halde başlangıç veya fırsat adaletsizliği nedeniyle hayal ettiğimiz noktalara ulaşmamış olabiliriz. Bu durum, bizim cesaret, güven ve girişimcilik eksikliğimizden de kaynaklanabilir. Hâlbuki İnternetin ve sosyal medyanın imkânları bireye cesaret ve güven sağlar. Gerçek dünyada başaramadığı farklılaşmayı sanal dünyada yeni kimlik ve benlik kurgulaması ile sağlayabilir. İnternette arzu ettiğiniz konumu ve statüyü sağlamak kolaydır. Bir benlik kurgularsınız, sosyal medyaya bu benliği sunarsınız; olur biter.
Sanatın neredeyse tüm dallarında yaratı, kendinden geçmenin (transın) sonuçlarından birisidir. Örneğin gerçek yazar, eserini nasıl bir düşünce ve duygu süreci içinde yazdığını hatırlamaz. Bu nedenle sanatçıya eserini nasıl bir etkiyle meydana getirdiğini sormak doğru bir yaklaşım olmaz.
Tümüyle aynı olmamakla birlikte İnternette benlik oluşturma ve geliştirmede sanatçının yaratı sürecine benzer. Kişi, İnternet ile gerçek yaşamdan sanal dünyaya geçer. Burada yeni benlik ve ruh hali ile konumlanır. Gerçek dünyaya geri döndüğünde ise sanal âlemdeki düşünce, duygu ve eylemini tam anlamıyla hatırlayacağı kuşkuludur.
Sonuç olarak; her bireyin iç benliğine dayalı bir yaratı potansiyeli var. Kanımca İnternetin ve sosyal medyanın bugünkü şekliyle kullanımı bu yaratıcı benliğin tüketimi anlamına geliyor.