Gürcan Banger
Ben mi bu hale getiriyorum yoksa gerçekten zamanım mı yetmiyor, kestiremiyorum. Belki de zamanı iyi yönetemiyorum. Ama kesin olan bir şey var ki, ben de bir ‘zaman yoksulu’ oldum. Nereden çıktı bu kendine acıma derseniz, kısaca anlatayım. Çalışma odamda az önce ‘hemen şuralarda’ gördüğüm bir kitabın veya notun masamda kaybolmuş olduğunu görüyorum. Daha sonra fark ediyorum ki; çok sayıda başka kitap veya kâğıt tomarının altında kalmış. Masamı düzeltmeye zaman ayırmadığım için sonuçta; önce masam, sonra çalışma odam kıpırdaması imkânsız hale geliyor. Böyle karmaşık bir durumda da çalışmak, pek çok açıdan giderek daha zorlaşıyor.
Yaşanan mekânın özelliklerinin, insanı zihinsel ve duygusal yönlerden etkilediğine siz de katılırsınız. İyi diyebileceğimiz niteliklere sahip bir mekân, kişinin verimliliğini de ciddi biçimde etkiliyor olmalı. Yaratıcı bireylerin katı kuralları olan düzenlilikten hoşlanmadıkları kimi zaman söylenir. Ama düzensiz ve kuralsız bir yaşama ve çalışma ortamının da yaratıcılığa olumlu katkıları olduğunu iddia etmek safdillik olur.
Yaratıcı düşüncelerin üretilebileceği bir mekânın, ön koşulunun o mekânın olumlu düşüncelere üretmeye, olumlu bir ruh ve akıl ortamı yaratmaya uygun olması gerektiğini kanaatindeyim. Bu nedenle insanın mekânla ilişkilerine, öncelikle olumlulukla yaklaşarak bakmalı. İyi düzenlenmiş ve doğru seçilmiş bir mekân, olumlu düşünce ve duygular üretebilmeye uygun olmalı. Belli bir asgari düzeni sağlanmamış, iç uyumluluğu olmayan ve insan ölçülerinin dışında bir mekânda; insanın düşünsel ve duygusal olarak olumluluğu yakalaması mümkün olmayabilir.
Yaratıcı ve yenilikçi fikirlerin üretileceği bir mekânla orayı değerlendiren insan arasında bir sevgi ortaklığı olmalı. Fikir üretimi için kullanılacak bir ortamı, keyifli bir mekân haline getirmeli. İnsan, o mekânda bulunduğunda kendini iyi hissetmeli. Bunu söylerken, ‘iyi’ sözcüğünü seçerek ve özen göstererek kullanıyorum. Eğer iyi olmayı huzur, rahatlık ve gevşeme olarak algılarsak, fikir üreteceğimiz bir mekân yerine kendimizi zihinsel olarak çözülmeye ve uyku haline yönlendirecek bir ortama sokmuş olabiliriz. Bulunduğu mekândan keyif alan bir kişi, muhtemelen yaptığı işten de keyif alacaktır. Böylece daha yüksek verimlilik ve yaratıcılıkta fikir ve iş üretmek mümkün olacaktır.
Çalışma yaşamının sıklıkla unutulan ama en önemli ilkelerinden birisi, can sıkıcılığa ve bıktırıcılığa yer verilmemesidir. Can sıkıcılık ve monotonluk, verimi ve yaratıyı yok eden unsurların başında gelir. Bu olumsuz duyguların üretilmesinde, hiç kuşkusuz yaşanan mekânın özel bir önemi var. Zihinsel ve duygusal bir üretim yapılacak ortamın ne kral dairesi ne de Yedikule Zindanı olmaması gerekli.
Pek çoğumuzda düzensiz bir odada ve karmakarışık bir masada çalışmak alışkanlık haline gelmiştir. Hatta düzensizliğin, kendimizin üstün ve ayırt eden bir özelliği olduğunu iddia edenlerimiz dahi vardır. Bir başkasının odamızı, masamızı veya dolabımızı düzenlemesine tahammül bile edemeyiz. O karışıklıkta kolayca bulduğumuzu sandığımız şeyleri, düzenleme sonrasında bulmayacağımızı düşünürüz. Bence karışıklığın bu fantezisine itibar etmek, o karışıklık nedeniyle neler kaybettiğimizin fakında olmamak demektir.
Mekânın insana olan yansılarını, yaşamın tamamında da görmek mümkündür. Sıkıcı, boğucu bir ortamda yaşamda tat almak zorlaşır. Bizi canlı tutan en önemli insani özelliklerimizden birisi olan ‘çevremizi ve yaşamımızı anlamlandırmak’ zorlaşır. Eğer yaşamdan tat alamıyor ve dünyamızı anlamlandıramıyorsak, bu durumda yaşamımızı boşa harcıyoruz demektir. O yaşam ki, belki de yitirinceye kadar bize, kendimize ait olan varlığımız. Nitelikleri olan bir yaşam ve çalışma alanı, yaşamın kendisine ait anlamlandırmalarımıza renk, lezzet ve çeşitlilik katar.