Gürcan Banger
ON: Yaşamın o –kimi zaman acımasız– aynasında kendi ruhumuzu, davranış modelimizi tüm çıplaklığıyla görüvermek de çok şaşırtıcı. Kendimizi aynanın karşısında her buluşumuzda dudaklarımızdan dökülen “Bu ben miyim?” sözcükleri bir çığlığa dönüşüverir. “Bu ben miyim?” sorusu ile başlayan uyanışın ilk türü, kendimizi başkalarının kurallarına göre ne denli fazla düzenlediğimizi fark edişimizdir. Kendimizinkini yaşamak yerine başkalarının yaşamına payanda olduğumuzu fark etmek, kendini sorgulamanın birinci aşamasıdır. Kimi zaman bu durum, başkalarının kuralları ile yaşamak biçiminde ortaya çıkar. Böyle bir durumda yaşamımızı yöneten hep başkalarıdır. Asla seçimlerimiz olamaz. Sadece kurallar ve korkular vardır. Yaşamın aynasında da kimi zaman ürkmüş, çoğu zaman sevincini yitirmiş bir insanın yüzü vardır. Aynada yalnız “sen” vardır; “ben”, cesaret edip aynada görüntü veremez. Bir ikinci biçim daha var. Bu durumda aynada yalnız kendinizi görürsünüz. Yaşamın aynasındaki yansınız o denli büyümüştür ki, ayna yüzeyinin başka insanları görüntülemesine izin vermez. Bir başka deyişle; aynada “ben”den başkasına yer yoktur. Gerçekten bize ait olan tek şey kendi yaşamımız. Yaptığımız ve yapmadığımız her şey, öncelikle ve doğrudan kendimizi etkiliyor. Bu yaşamı kullanarak kendimize ve çevremize anlamlar veriyor ve değerler katıyoruz. Başka insanlar da kendileri ile ilgili olarak aynı işlevleri yerine getiriyorlar. Anlaşılıyor ki yaşam, bir anlam ve değerler alışverişi. Başka insanları anlamlandırırsak yaşamımızı zenginleştiriyor, karşılığında anlamlar ediniyoruz. Değer verip değer alıyoruz. Böyle olduğunda da sen veya ben olmaktan kurtulup biz olmaya başlıyoruz. Sen veya ben olmakta ısrar etmek, anlamları ve değerleri kendimize saklamak demek… Aynı zamanda bize verilecek anlam ve değerlere kapımızı kapatmak demek…
ONBİR: Yaşamın olumsuzluklarını sükûnetle karşılayabilmek bir olgunluk göstergesi… Çünkü yaşamda olup biten karşısında ne hissettiğimiz, doğrudan doğruya bize bağlı. Zor durumları, güç koşulları cesaretle ve dayanma güdüsüyle karşılamak olgunlaşmış bir karakterin özelliği. Üstün nitelikleri olan bir kişiliğe ulaşmak hiç de kolay değil. Kişiliğin doğru ölçülmesinin yollarından birisi, kişinin zor veya beklemediği koşullarda nasıl davrandığını incelemektir. En ağır koşullarda bile o zor durumu sakinlik, uyumluluk ve yumuşaklıkla karşılayan bir ruh, olgunluk yolunda önemli adımlar atmış demektir.
ONİKİ: Yaşamın karşısında nasıl davranırsan o da aynı davranışı sana karşı yapıyor. Yaşama karamsar yaklaştığında olumsuzluklar buluyorsun. Yaşama cesaretle pozitif yaklaştığında her şey renklenip zenginleşiyor. Karanlık karanlığa, aydınlık aydınlığa dönüşüyor. Yaşama ne verirsen onu alıyorsun. İstersen buna kendi varoluşunu seçmek diyebilirsin.
ONÜÇ: Bazı anlarda zamanın ruhu da bir olumsuzluklar sarmalına takılıp kalıyor. Bir başka deyişle; her an, aynı zaman olmayabiliyor. Kimi durumlarda sanki ilham pınarımız kurumuş gibi bir çöl ortamında buluyoruz kendimizi. Çölden tekrar yeşilliğe ve suya yürümek, cesaret ve azim gerektiriyor. Gayret etmeden, emek vermeden ve ısrarlı olmadan, içinde düştüğümüz umutsuzluk ve anlamsızlık kuyusundan çıkamıyoruz. Nitelikli insan odur ki; böyle zor bir durumda başını göğe kaldırıp ışığı görebilir ve ona ulaşmak için gayretli ve azimli olur. İyi insan odur ki; kendini bir kuyuda hissedenin ışığı görmesini sağlar ve ışığa ulaşmak için onu yüreklendirir.
ONDÖRT: Korku ile hareket etmek; tehlike anında kabuğuna çekilmeyi ve başına geleceklere razı olmayı daha baştan kabul etmektir. Korku, insanın özgürlüklerinin önündeki en önemli engellerin başında gelir. İnsan, korkularını yendikçe özgürleşir. Korku ile yapılan bir seçimi, insanın özgür tercihi olarak benimsemek mümkün değildir. Pek çok durumda yenilikler, insanları korkutur. Alışkanlıkların insanı rahatlatan bir yönü vardır. Bir başka deyişle; alışılmış olan, kolaydır; yeni mekanizmalar geliştirmek gerekmez. Yeni karşısında yeni davranış modeli gerekebilirken, alışılmış olan karşısında eski bilgi ve göreneklerle ‘idare etmek’ mümkündür. Hâlbuki yeni bir zamanda ve mekânda veya yeni şartlarda ayakta kalmanın ve gelişip ilerlemenin ön koşullarından birisi yenileşmeye açık olmaktır. Yenilikler karşısında korku, bizi ölümcül bataklığa sürükleyen olumsuzlukların başında gelir. Özetle; korkunun ecele faydası yok. Yeni günde yenilenmeye cesaret etmek gerekir.