Eşiği Aşmak
Gürcan Banger
Su; yaşamımızdaki vazgeçilmez değeri bir yana, bize yaşamı kavrayışımızda önemli ipuçları ve kıyaslamaya uygun modeller verir. Örneğin tek tek damlalar halinde damlayan bir musluğun altındaki bardağın taşması ilginç bir olaydır. Bardak dolmuş gibi görünmekle birlikte taşmak için sanki özel bir damlayı bekler. Bir diğer örnek ocağın üzerinde buharlaşmayı bekleyen bir tas sudur. Suyu sıcaklığı 100 dereceye ulaştığı halde buharlaşmak için biraz daha bekler. Bu arada hal değiştirmesini sağlayacak olan enerjiyi biriktirmektedir. Birey olarak duygusal ve düşünsel yapımızın da böyle eşikleri vardır. Bir duygu halinden diğerine, bir düşünce oluşumundan bir başkasına geçmek için eşiği aşmamızı sağlayacak iç enerjiye –bu enerjiyi biriktirmeye– ihtiyacımız olur. Örneğin üzüntüleri ve yorgunlukları biriktirir, eşiğe ulaşmakla birlikte duygusal veya düşünsel değişime uğrarız. Olumlu veya olumsuz; ne biriktirdiğimizden önemli olan bu enerji ile hangi eşiği aşacağımızdır. Aşılacak eşik konusunda çevre faktörleri kadar kendi seçimlerimizin de etkisi olur.
Hiç kuşkusuz; yaşam yönümüzün belirlenmesinde çevre faktörlerinin önemli etkileri var. Kimi zaman bu etkenlerin ağırlığı, yaşamsal amaçlarımızın önüne geçebiliyor. Öyle zamanlar oluyor ki, kısıtlarımın mı yoksa amaçların mı daha önemli olduğunu gözden kaçırıyoruz.
Sevdiğim bir yaklaşım var. Önce yapmak istediklerimizi bir kâğıda yazıyorsunuz. 1-2 saat ya da birkaç gün sonra bir başka kâğıda sizi engelleyenleri not alıyorsunuz. İlk yazdıklarınız sizin içinizdeki çocuğu –bir başka deyişle yaşamsal amacınızı–, ikinci yazdıklarınız ise içinizdeki ana-babayı –bir başka deyişle kısıtlarınızı– ifade ediyor. Beklentilerimizi, isteklerimizi ve bizi engelleyen kısıtları ayrı ayrı not almanın ve sonra bunlar üzerinde düşünmenin yararlarına her zaman inanırım. Esasen strateji kavramının özü de budur. “Artılarım ve eksilerim nelerdir?” biçiminde başlayan bir düşünce süreci sorunların aşılmasında önemli bir başlangıçtır.
Aile içinde veya sosyal ilişkiye açık diğer mekânlarda yaratıcı ve girişken amaçlardan daha çok kendimizi kısıtlamayı öğreniyoruz. Anne ve babamız, çoğu zaman yaratıcı ve girişken olmaktan çok, neleri yapmamamız konusunda bizi eğitiyorlar. Ayıplarla, yasaklarla, korkularla, çekinmelerle ve “kim ne der”lerle yetiştiriliyoruz. Kurallarla çatışmamak adına güzellikleri, tatlı heyecanları, muhtemelen başarılı bir geleceği kaybediyoruz.
Duygusal ve düşünsel eşikleri aşarak yeni tatlar üretmeyen, lezzetsiz bir ömür, yaşanmış sayılabilir mi?
Yaşamda kazancın kaynağı risktir. Risk ise girişim ve değişim demektir. Yaşamımızı sürekli kısıtları gözeterek sürdürürsek ne değişimi yakalayabiliriz ne de muhtemel yeni nimetleri… Yaşam sürecimiz amaçların ve kısıtların bir dengesi olmak orundadır. Sadece amaçlarını gözeten bir insan, marjinal olma, yaşamın kıyılarına düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Biteviye kısıtları gözeterek yaşayan bir insanı ise tarihin not bile düşmeyeceği bir yanda bizzat kendisinin de Dünya Nimetleri’nden herhangi bir tat alamayacağı ortadadır.
Toplumun kendisinden, hukuktan, töreden, sosyal şartlardan, etnik ve kültürel yargılardan kaynaklanan kısıtlarımız olduğunu inkâr edecek değilim; ama bazen kısıtları amaçlarımızdan, yaşam sevincimizden daha öne koyduğumuz kuşkusuna düşüyorum. Duygusal ve düşünsel eşikleri aşarak yeni tatlar üretmeyen, lezzetsiz bir ömür yaşanmış sayılabilir mi?