Eski Tarzlar, Yeni Sorunlar

Eski Tarzlar, Yeni Sorunlar

Gürcan Banger

Zülfü Dicleli’nin yeni dünya ahvali üzerine makalelerini toplandığı 2012 baskısı “Yeniden Düşünürken” isimli kitabını tanıdık konulardan söz etmesi nedeniyle bir çırpıda okudum. Henüz bitirmemiş olmakla birlikte; şu sıra elimde (yıllar öncesinin yüksek lisans tezi danışmanım) Kemal İnan’ın gene 2012 baskısı “Teknolojik İş(lev)sizlik: Kitle Üretiminden Yaratıcı Tasarıma” isimli kitabı var. Her iki kitapta ana eksen olarak küresel değişimden ve onun çok boyutlu etkilerinden söz ediyor. Kişi bir kitabı okurken doğallıkla bir yandan da orada söz edilen konular hakkında düşünüyor ve kendi bilgileri ile değer yargılarını gözden geçiriyor.

Özellikle 20’nci yüzyılın son yarısında ilginç değişimler oldu. Örneğin bilim ve teknoloji alanında önemli gelişmeler gerçekleşti. Başta bilişim ve iletişim alanlarında olmak üzere yeni teknolojilerin ekonomik ve sosyal yaşamı değişime zorlayan etkileri ortaya çıktı. Sözünü ettiğim aynı dönem, reel sosyalist sistemin sahneden çekilmesi ile birlikte politik alanda ciddi farklılaşmalara yol açtı.

Haberleşmenin gerek maddi ortam gerekse içerik olarak derinleşmesi ve yaygınlaşmasının kurumsal ve örgütsel yapılar üzerine ciddi etkileri oldu. 1970’li yıllardan başlayarak 2000’lerin ilk on yılına uzanan süreçte (iki farklı ideolojinin savunduğu) “birey X kitle ikileminden” sıyrılarak daha küçük grupların öne çıkmaya başladığını gözledik. İnternetin gelişmesinden aldığı enerji ile sivil toplum çalışmalarından ve sosyal medya uygulamalarında yeni gelişmelere tanık olduk. Bu süreçte birey gibi en küçük özne hâlâ önemini korurken toplum kolektivitesine eşlik etmek üzere (toplumdan veya ulustan) daha küçük sosyal, ekonomik, etnik, kültürel ya da dinî topluluklar oluşmaya başladı. Bu gelişmeye (Facebook, Twitter, Linkedin, Google grupları vb. gibi) sosyal medya toplulukları eşlik etti.

Değişen Toplum
Kapitalizmin ortaya çıkışını hatırlayalım. Batıda kentlerde ekonomik faaliyetlerin artması ile birlikte aristokratlar ile zenginleşen kentliler arasında bir çelişki ortaya çıkmıştı. Yeni zengin kentsoylular, aristokratların kendilerinden bağımsız yönetim süreçlerini oluşturmalarından rahatsız olarak yeni bir güç olarak ulusal ya da bölgesel kararlara katılım taleplerini ortaya koyar olmuşlardı. Bu süreç, Batıda burjuvaziyi ve ardından ulus devletleri ortaya çıkardı. Sonunda ülkeyi ve toplumu yöneten bir merkezi devlet olmakla birlikte bu yapı büyük oranda sermaye sahipleri tarafından etkilendi, yönlendirildi, manipüle edildi.

Kapitalist gelişme, zaman içerisinde kendi iş ve yönetim kültürü araçlarını geliştirdi. Bu kültürel unsurlar büyük ölçüde savaş strateji ve taktikleri üzerine kurgulanmıştı. Bilindiği gibi; bir savaşan bir orduda iki tane baş komutan olmaz; savaşın temel stratejileri tek merkezde oluşturulur ve oranın kararlarına göre yönetilir. Bu tür merkezi yönetim stratejilerinin arkasındaki ana fikir, kaynakların en yüksek verimde kullanılması ve (o savaş her ne ise bu) savaşın kazanılmasıdır. Yöneten merkez tektir ve savaşın hedefi tektir. Özetle; 20’nci yüzyılın son çeyreğine kadar geçerli olan yönetim anlayışına “teklik ve merkezlik” egemendir.

Yeni Şartlar
Yukarıda kısaca özetlediğim Küresel Çağ’ın bilgiyi ve iletişimi öne çıkaran dünyasında sorunlar ve çözümler, devlet – toplum ilişkisi gibi ikili bir alana sıkıştırılabilir olmaktan çıktı. Artık sorunlardan farklı biçimde etkilenen ve değişik çözüm beklentileri olan çeşitli çıkar toplulukları var. Çok sayıda farklı kesimin oluşturduğu karmaşık hedeflerin gereğini, geçmişin “devlete odaklı tek merkezli” strateji sistemi ile çözmek mümkün değil. Artık katılımcı çözüm araçlarına gerek var. Stratejik planlama ve bütçelemenin yerini katılımcı planlama ve bütçelemenin alması gerekiyor. Ama ne yazık ki, yönetenler hâlâ geçmişin tarzları ile yönetmeyi tercih etmeleri bir yana katılımcı ve çoğulcu yaklaşımlar için yeterli gayreti göstermiyorlar. Eski tarzlarla yeni sorunların çözülemeyeceği gün gibi ortada… Ya yeni yaşam ve yönetim kültürünü üreteceğiz ya da eskiyle ‘idare etmek’ üzere tümden ‘totaliter geçmişe’ döneceğiz.

Paylaş:

duyguguncesi hakkında

GÜRCAN BANGER, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisans çalışması yaptı. Elektrik yüksek mühendisi. Kamuda mühendislik hizmetleri yapmanın yanında bilişim donanımı ve yazılımı, elektronik, eğitim sektörlerinde işletmeler kurdu, yönetti. Meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. 2005’ten bu yana bazı büyük sanayi şirketleri de dâhil olmak üzere çeşitli kuruluşlarda iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik, stratejik planlama, Endüstri 4.0 gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak hizmet sunuyor. Üniversitelerde kısmi zamanlı ders veriyor. Halen Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net danışmanlık ve eğitim firmasında proje koordinatörüdür. Kendini “business philosopher” olarak tanımlıyor. Düzenli olarak bloglarında (http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net) yazıyor. Değişik konularda yayınlanmış kitapları var. Çeşitli gazete, dergi ve bloglarda yazıları yayınlanıyor.
Bu yazı Bakış açısı, Siyaset, Sorun / Çözüm, Toplum kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir