Eskişehir ve Hipermarket
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Kent ile sermayenin hikâyesi, tavuk ile yumurta gibidir. Kent mi sermayeyi çeker yoksa sermaye mi kente gelir; bazen bunu kestirmek zordur. Ama her ikisinin de birbirini kaçınılmaz biçimde etkilediklerine hiç kuşku yok.
Sermaye, kente gelmek için (ya da kentte yoğunlaşmak için) bazı ipuçları arar. Bu ipuçlarını bulduğunda, harekete geçerek kenti dönüştürmeye başlar. Bu dönüştürmenin ilk adımlarından birisi, kentteki kimi fiziksel ve kültürel özellikleri (bazen yok ederek) değiştirmektir. Sermaye, kentte (ya da kentin herhangi bir noktasında) konuşlanmasıyla birlikte; ekonomik kârlılık güdüsüyle bir dönüşüm faaliyeti başlatır. Bugün bu dönüşümü, büyük kentlerde hipermarket alanlarında yaşıyoruz.
Geleneksel bir kent, değişik nedenlerle büyür ve kentsel yoğunlaşma gözle görünür bir doygunluk düzeyine gelir. İki üniversite, Eskişehir’i böyle bir noktaya getirmiştir. Kent merkezinde oluşturulmuş cazibe de, bir yandan yoğunlaşmaya yeni davetler çıkarırken, diğer yönüyle yeni bir kentsel aşamaya geçişin ipuçlarını vermektedir. Eskişehir’de mevcut hipermarketler yanında yenilerinin yapımının gündemde olması, sadece genel durumun bir yansıması değildir; Eskişehir’in kentsel mekânı kullanımı açısından geldiği noktanın bir ifadesidir.
Kent merkezindeki geleneksel çarşı, bir dışa açıklığın ifadesidir. Taşbaşı Çarşısı, kentin ilişki kurmak için bulduğu geleneksel yollardan birisidir. Aslında geleneksel olan ticaret modelinin ana fikri, açık, saydam ve günışığında ilişkiler kurmaktır. Gelenekten gelen tüm Anadolu-Türk kentlerinde bu özellik vardır. Marmaris’in eski çarşısı böyledir. Kapalıçarşı’nın bir zamanlarki hali budur. İnsanın kendini bir Osmanlı kentinde hissettiği Saraybosna’nın Başçarşısı da bu özelliktedir. Özetle; Taşbaşı Çarşısı’nın diğer ismi, kentsel ilişki ve iletişimdir.
Eskişehir’de bir kutu gibi (dışarıya karşı) kapanma anlayışı, Esnaf Sarayı ile birlikte başladı. Önümüzdeki birkaç yıl içinde çok sayıdaki hipermarket ile devam edecek. Hipermarket, kendini kentsel çevreden soyutlamış bir kapalı kutudur. Böyle bir mekânda zaman da yoktur. Bu kapalı kutuda bulunduğunuz zaman dilimini, ne göğe ne de yıldızlara bakarak ölçemezsiniz. Yaşamın akışı ile bağlantı kurabileceğiniz tek unsur, doğa dışı bir nesne olan saatinizdir. O da yoksa, zamandan ve mekândan kopmuşluğunuz “resmiyet” kazanmış demektir.
Hipermarket, oturduğu mekânı yeniden tanımlar. Büyük ölçekli olmasının anlamı, sadece daha fazla ürün ve hizmet bulunması değildir. Konu, mekânın insan ölçeğinin ötesinde yeniden tanımlanmasıdır. Böylece insanın alıştığı doğal mekân anlayışı yok edilir; onun yerine yeni ve yapay bir mekân anlayışı oturtulur. Özetle; hipermarket, yeni ve sanal bir dünyadır.
Bilgisayar oyunları bir hayal yaratır; yaşamı sanallaştırır. Hipermarket de buna benzer. Yeni bir tüketim algısı yaratmak için sanal yeni bir dünya yaratır. İngiliz yazar Aldous Huxley, 1932’de yayınladığı “Cesur Yeni Dünya (Brave New World)” isimli romanında bir ütopya yaşamdan söz ediyordu. Yeni bir dünya tanımlama anlamında; hipermarket, bu görevi yerine getirmektedir. Hipermarket, gerçekleşme yönünde hayli yol almış bir tüketim toplumu ütopyasıdır. Bu ütopya, hafta da 7 gün, günde 24 saat tüketim yapabilmenizi mümkün kılmaktadır.
Eski zamanlarda yaşam doğaldı. Açık havada ve doğanın içinde yaşanıyordu. Hipermarket ile birlikte tanımlanmış ve denetlenmiş mekânlara yöneliyoruz. Dolayısıyla kapalı mekânların dışı değil, içi daha değerli hale geliyor. Aynı eğilimi, etrafı giderek duvarlarla çevrilmeye başlayan konut sitelerinde ve “rezidans” diye anılan ayrılmış ikamet alanlarında da (-ki bunlara yeni zengin gettolar demek uygun düşer) görüyoruz.
Her geçen gün biraz daha doğal yaşamdan uzaklaşıyoruz. Bunun tek nedeni de daha çok tüketebilmek. Bir gün hipermarketten veya rezidanstan kafamızı dışarı uzattığımızda, tüketecek bir Dünya kalmadığını hayretle görebiliriz.