Eskişehir’de Kümelenme ile Ekonomik Gelişme
Gürcan Banger
Ağustos 2012’de Bakış Dergisi’nde yayınlanmıştır.
Bir ülkenin ekonomisi gelişme kaydettikçe, iktisadi yapı tarımdan sınaî üretim ve hizmetler sektörlerine doğru dönüşür. Bu durum, aynı zamanda kentleşmenin de bir göstergesidir. Küreselleşme sürecinin kentleri ön plana çıkarması ile birlikte bu dönüşüm sürecinin hızlandığını görüyoruz.
Özellikle ekonomik olarak öne çıkan kentler, bu yönelimle tekrar kendini besleyerek sınaî üretimin ve hizmetler sektörlerinin kentte yoğunlaşmasına neden olur. Çünkü kent, artan oranda daha iyi altyapı ve daha düşük işlem maliyetleri sunmaktadır. Ulusal hâsılanın kentleşme ile atbaşı gitmesinin ardındaki ana ilişkinin nedenini böyle açıklayabiliriz.
Kalkınmanın Yeni Motoru
Bir anlamda kentsel ekonomiler, ulusal ve bölgesel kalkınmanın motoru gibi görünüyor. Kent ekonomilerine yakın ilgi göstermemiz gereği de bu motor fonksiyonundan kaynaklanıyor. Eğer kentler kalkınma için böylesine bir motor hizmeti görecekse bu durumda kentleşmenin yaratacağı enerji ve sinerjiden yararlanmak gerekir. Böylece ekonomik büyüme ve yoksulluğun azaltılması fırsatlarını da değerlendirme imkânımız olabilir.
Dünya üzerinde olduğu gibi ülkemizde de kentler, kendi dış çevrelerine doğru büyüyorlar. Önce yakın, sonra daha uzak halkalarda yer alan kırsal (yarı kentsel) alanları yutup kentsel alana katarak yeni iş ve girişim fırsatları yaratıyorlar. Yeni yaratılan kentsel alanlarda sosyal yaşam alanları kadar iş dünyasının yeni mekânları da oluşuyor. Buralarda yeni sanayi, ticaret ve hizmet bölgeleri yer alıyor.
Kentsel alanlarda iş dünyası, (üretim miktarı arttıkça birim maliyetin düşmesi anlamına gelen) ölçek ekonomisi koşullarında gelişiyor. Söz konusu şartlar altında pazar verilerinin, bilginin, yeni teknolojilerin, ürün tasarımının, hizmet yeniliklerinin paylaşımı ile işbirliği halinde araştırma – geliştirme (ar-ge) ve ürün geliştirme (ür-ge) türünde çalışmaları yapmak daha kolay hale geliyor. Çünkü kentsel ortam üniversitelerin, ar-ge kuruluşlarının ve tasarım merkezilerinin yaşayabilmesine imkânlar yaratıyor; iş yapmanın maliyeti de düşmüş oluyor. Böylece “kümelenme tabanlı kentsel ekonomik gelişme” yaklaşımın neden giderek artan ilgi gördüğünün nedenine ulaşıyoruz.
Kümelenme kavramını hatırlayarak devam edelim. İş dünyası ve kültürü konularında teorik katkılarıyla önemli bir akademisyen olan Michael Porter, kümelenme konusunda referans kabul edilen tanımlamalardan birisinin sahibidir. Çok yaygın kullanılanlardan biri olan Porter’ın tanımı özetle şöyledir: “Kümelenmeler; belirli bir alanda birbirleriyle ortak teknoloji ve beceriye dayanan bağlantıları olan işletmelerin oluşturduğu coğrafi açıdan yakın gruplardır. Kümeyi oluşturan kuruluşlar genellikle kendilerine iletişim, lojistik ve etkileşim kolaylığı sağlayan bir coğrafi alan içinde bulunurlar. Kümelenmeler genellikle bölgeler içinde ve kimi zaman da tek bir kentte yoğunlaşır.”
İş bölümü ve kümelenme
Kümelenme kavramına bir örnekle açıklık getirelim. Büyükçe bir ekonomik işletmede farklı fonksiyon ve işleri yerine getiren bölümler olduğunu biliyoruz. Örneğin planlama, pazarlama, satış, finansman, muhasebe ve üretim farklı görevleri yerine getiriyor. Bu farklı işlerin aynı amacı yerine getirmek üzere birlikte çalışmalarına işbölümü adını veriyoruz. Her bölümün kendi içinde de görev ve iş paylaşımları var. Örneğin karmaşık bir ürünün (diyelim ki; hareketli bir oyuncak otomobilin) plastik, metal veya elektrikli parçaları farklı alt bölümler tarafından yapılıyor. Planlama ve işbölümü sayesinde parçalar halinde yerine getirilen işler, sonuçta bir bütünsel ürünün oluşmasına neden oluyor.
Yukarıda verdiğim oyuncak otomobil üzerinden hareket ederek; bu ürünün değişik parçalarının farklı işletmelerde yapıldığını düşünelim. Örneğin bir işletme plastik parçaları yaparken, bir diğeri metal bölümlerini ve bir başkası da elektrikli kısımlarını üretsin; bir firma ise son ürünü (oyuncağı) oluşturmak üzere bu parçaları bir araya getirsin. Böylece işbölümü bir işletmenin konusu olmaktan çıkarak bir sektörün işbirliği haline dönüşüyor. Bu örneğe bakarak oyuncak sektöründe elektrikli otomobil üretmek üzere bir kümelenme (küme) oluşturulduğundan söz edebiliriz.
Kentleşme ve Sanayileşme
Ülkelerin tercihlerini sanayileşmeden yana kullandıkları süreçte kentler de giderek daha fazla oranda ekonominin motoru ya da kaldıracı haline geliyorlar. Bu bağlamda kentleşme ve sanayileşme, karşılıklı olarak birbirlerine eşlik ediyorlar. Dünyanın gelişmiş ekonomilerini incelediğimizde (hizmetler sektöründeki gelişmelere karşın) ekonomik hâsılanın yaklaşık yüzde 85’inin sınaî sektörler tarafından oluşturulduğunu görüyoruz.
Ülke ekonomilerini kentsel ekonomik performans açısından incelediğimizde ise gerek kendi gelişmeleri gerekse ulusal kalkınmaya katkıları açısından bazı kentlerin daha fazla öne çıktığını gözlüyoruz. Benzer biçimde kentsel ekonomilerin gelişim ivmeleri (hız artışları da) farklı olabiliyor. Burada bir kentin büyüklüğünün (ya da alansal veya demografik büyümesinin) ekonomik büyümeye eşlik etmeyebildiğini söylememiz gerekir. Bir büyük kentin kendisinden daha küçük kentten daha fazla hâsıla ürettiğini söylemek doğru olmaz. Kentsel performans, alan veya nüfus büyüklüğü ile doğru orantılı değil. Sayısal veriler performans ile büyüklüğün orantılı olmadığını gösteriyor. Farklı ülkelerde veya değişik özelliklere sahip ama aynı büyüklükteki kentlerin ekonomik performansları çok farklı olabiliyor. Bu nedenle neden bazı kentlerin diğerlerine oranla daha başarılı olduklarının (yaşadığımız kent adına doğru yaklaşımların üretilmesi için) araştırılması gerekiyor.
Kent ve Kümelenme
Kümelenme yapısı içinde bir ya da daha fazla sayıda ürün veya hizmeti üretmek üzere çok sayıda kurum ve/veya kuruluş bir araya gelir. Kümelenme bir işbirliği olduğu kadar mevcut kaynak ve yeteneklerin paylaşımı anlamına gelir. Bu bağlamda kentin sistematiği ile kümenin oluşum mantığı bir paralellik içindedir. Çünkü kentin oluşumu, bir paylaşım platformunun oluşumu anlamına gelir. Bir başka deyişle; kentleşme ile birlikte erişilebilen ve ulaşılabilen hizmetler ve süreçler görece yakın mekânlarda toplanır.
Kentler, paylaşılan hizmetler ve altyapılar ile rekabetçi hale gelirler. Bu bağlamda kentsel altyapı, iletişim olanakları, kamusal hizmetler, işbirliği kolaylıkları, kaynaklara ve yeteneklere erişim, pazarların görece yakın konumu, sosyal sermaye düzeyinin yüksekliği ve yaşam kalitesi kentin sağladığı önemli imkânlar olarak sayılabilir. Kentler arasındaki ekonomik performans farkının bu sayılanların eksikliği ve/veya zafiyetinden kaynaklandığını göstermek çok zor olmayacaktır. Kentin her düzeydeki yöneticileri bu gerçeği anlamalı ve kademelendirilmiş stratejik görevleri yerine getirmeliler.
Kademelendirilmiş Görevler
Kentin yönetenlerin görevlerinden birisi, o yerleşimi kentlerin küresel katma değer mücadelesinde (daha) rekabetçi hale getirecek “kolaylaştırıcılığı” yapmaktır. Yöneticilerin oluşturulmasında ve yayılımında kolaylaştırıcılık yaptığı vizyon, sanayi kümelenmelerini yönlendirir, teşvik eder ve rekabetçiliğini olumlu yönde etkiler. Böylece kümelenme içi işbirliğini güçlendirecek özel sektör ve kamunun kentsel ittifakı gündeme gelecektir. Sonuçta kentsel katma değer, kişi başına düşen gelir artacak ve kentsel yoksulluk düzeyine düşüş oluşacaktır.
Günümüzde kentler, ekonomik ve sosyal kalkınmanın en önemli öznelerinden birisidir. Bu nedenle kentsel yaşamı, sadece tüketim açısından bakarak pasif faaliyetler toplamı olmaktan kurtarmak zorundayız. Yaşadığımız kent; kalıcılığını, sürdürülebilirliğini ve büyümesini sağlayacak bir gerçek özne olmak zorundadır. Bu süreçte (başta kent yöneticileri olmak üzere) hepimize düşen görevler var.
Kentsel Ekonomilerin Dönüşümü
Yaşadığımız dönemin özelliklerinden birisi, (küreselleşmenin net etkilerinden dolayı) ekonomilerin rekabete açılmak zorunda kalması… İlişkili bir diğer yönelim ise ulusal ekonomi (hatta küresel ekonomi) içinde kent ekonomilerinin motor gücüne sahip şekillendirici ve güçlendirici özne olması… Bu gelişmeler, kentlerin (ve bölgelerin) rekabet üstünlüğünü nasıl edinecekleri konusundaki yaklaşımlara yeni çeşitlilikler ve farklılıklar getirdi. Her ne kadar merkezi hükümetler bölgesel ve yerel olanın ekonomik değişimini yeterince anlamasalar da; kent odaklı kalkınmanın sadece arz güdümlü fiziksel altyapıdan ibaret olmadığı anlaşılmaya başladı.
Kalkınma teorileri önce ulusal olanı dikkate alarak başladı. Daha sonra makrodan mikroya (ulusal olandan firma ölçeğine) doğru bir yönlenme değişimi oldu. Bunu rekabetçilik yaklaşımlarının değişiminde de görüyoruz. Kalkınma veya büyüme teorilerinde tarihsel olarak ilk sırayı karşılaştırmalı üstünlük yaklaşımı almıştı. Ardından rekabetçi üstünlük yaklaşımı geldi. Son yıllarda ağ ve kümelenme teorilerindeki hızlı gelişimler birlikte işbirlikçi üstünlük yaklaşımı giderek daha yaygın hale geldi. Bu üç yaklaşımı (karşılaştırmalı üstünlük, rekabetçi üstünlük ve işbirlikçi üstünlük yaklaşımlarını) yaşadığımız kentin ekonomisinin değişimi ve büyümesi ile ilişkilendirmek de mümkün…
Karşılaştırmalı Üstünlük
Kentsel ekonomiye karşılaştırmalı üstünlük açısından yaklaşmanın temelleri, eski ticaret teorilerine dayanıyor. Bu teoride bazı ülkelerin diğerlerine oranla bazı ürünleri imal etmekte araziden, altyapıdan, vergilendirmeden, işgücü maliyetlerinden, hammaddeye yakınlıktan veya benzeri unsurlardan kaynaklanan avantajları olduğu düşünülüyor. Bu yaklaşım, her ülkenin veya bölgenin kendi avantajlarına göre belli alan(lar)da uzmanlaşması gereğini öngörüyor.
Gerçekten de 20’nci yüzyılın ikinci yarısında pek çok ulusal ekonomi kendisini karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımına göre organize etmişti. Böylece her ülke kendi avantajlarına bir planlama yapma imkânına da sahip oluyordu. Her ne kadar tüm üretim maliyetleri hesaplama sürecine dâhil edilmese de; teşvikler ve korumalar sayesinde karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımından yarar sağlayan ülkeler oldu. Diğer yandan bu çerçevedeki politikalar sayesinde uzmanlaşılan alanlarda kitlesel (seri) üretim yapma avantajı da doğmuş oluyordu.
Rekabetçi Üstünlük
Bilişim, iletişim, lojistik ve üretim teknolojilerindeki büyük değişim bazı ülkelerin (bölgelerin ya da kentlerin) kimi alanlardaki avantajlarını ortadan kaldırdı. Kalite yönetimi anlayışının da gelişmesiyle birlikte herhangi bir ürün dünyanın herhangi bir noktasında iyi şartlarda yapılabilir ve pazarlanabilir hale geldi. Böylece karşılaştırmalı üstünlük yerine rekabetçi üstünlük yaklaşımını geliştirmek de yeni iş kültürünün konularından birisi haline dönüştü.
Rekabetçi üstünlüğün öne çıkışı 1980’li yıllarla birlikte oldu. Bu konudaki literatürünü gelişmesinde iş kültürünün ABD’li önemli gurularından Michael Porter’ın önemli katkıları var. Porter, üretim araçlarındaki verimliliğin önemini vurguluyor.
1980’li yıllarda pek çok ulusal ekonomi, kalkınmayı teşvik etmek için kapılarını doğrudan sermaye yatırımına açtı. Giderek küresel bir nitelik kazanan sermaye akışı, 1990’lı yıllarda bazı ülkelerin beklentilerine uygun biçimde ekonomik kalkınmaya katkılar yaptı. Bu süreçte “açılım yapan” ülkelerde yatırım yapan yabancı sermaye, düşen kâr marjlarına karşılık verimliliği artırmak üzere üretim yönetimi ve kalite güvencesi yaklaşımlarını öne çıkardı. Böylece pek çok işletme, yalın üretim ve toplam kalite gibi yaklaşımları uygulamaya başladı. Bu yayılımın sonuçları olarak bölgesel ve kentsel ekonomiler de bir dönüşüme uğradılar.
Bazı ülke ve bölgelerde sanayileşmenin getirdiği sonuçlardan birisi işgücü ücretlerinin başka yerlere göre yükselişi oldu. İş dünyası açısından bir maliyet artışı anlamına gelen bu durum, emek yoğun üretimden teknoloji temelli üretime yönelme sonucunu doğurdu. Sonuçta üretim süreçleri açısından ar-ge, inovasyon (yenilikçilik) ve teknoloji geliştirme iş dünyasının ve sanayinin önemli alanları haline dönüştü. Bir kentin gelişmişlik derecesinde ar-ge, ür-ge danışmanlık, eğitim kuruluşları ve teknoloji geliştirme merkezleri ile üniversitelerinin ölçü alınmaya başlanmasının arkasındaki temel neden budur.
İşbirlikçi Üstünlük
Bazı ürünler tek bir firmanın kapasite, yetenek ve yetkinliklerinin ötesinde imkânlar gerektirir. Büyük ölçekli bir projenin tedarik zinciri, bir işletmenin sınırlarını aşar. Bu nedenle firmanın ekonominin başka kurum ve kuruluşları ile işbirliğine ve ortak çalışmaya girmesi gerekir. Günümüzde ekonominin geldiği nokta budur. Bir bölgedeki (kentteki) işletmeleri rekabetçi ve sürdürülebilir olmak için işbirliği içinde çalışmaya yönelten yepyeni küresel şartlar var.
Günümüzde işletmelerin kârlılıkları, küresel baskılar nedeniyle giderek küçülmek zorunda kaldı. Görünen o ki, fiyatlardaki düşüş eğilimi devam edecek. Bu gerçek, işletmelerin iş yapma biçimlerini farklılaştırmalarını gerektiriyor. Düne kadar birbirlerini kıyasıya “düşman” olarak algılayan firmalar, bugün birlikte çalışarak toplam maliyeti düşürmenin gayreti içine girdiler. Artık rekabet ve işbirliği kavramları birlikte “rekabet içinde işbirliği” şeklinde ve kazan-kazan anlayışı çerçevesinde kullanılıyor. Bu yaklaşıma (karşılaştırmalı üstünlük ve rekabetçi üstünlük yaklaşımlarından farklı olarak) kısaca işbirlikçi üstünlük yaklaşımı adını veriyoruz.
Ne yazık ki, işbirliği yaklaşımı hâlâ bazı işletmeleri, patronları ve yöneticileri korkutmaya devam ediyor. Günümüzde İnternet ortamında çok kısa bir arama ile bulunabilecek bazı bilgileri “sır” kabul eden geleneksel kafalar var olmaya devam ediyor. Diğer yandan sorunların ortaklaşa tespiti ve çözümlerin birlikte üretimi anlamına gelen açık inovasyon yaklaşımı, işbirliği kavramını doğru kavrayanlara çok ciddi üstünlükler sağlıyor.
İşbirlikçi üstünlük yaklaşımının en önemli araçlarından birisi kümelenmeler… Belli sektörlerdeki işletmelerin bir ağ yapısı içinde küme olarak örgütlenmeleri, bölgesel ekonominin avantajlar kazanması açısından da önemli bir açılım olarak görünüyor. Özellikle kâr marjlarının düştüğü ve işletme ölçeğinin küçük olduğu kentlerde seçilmiş sektörlerde kümelenmenin ciddi avantajlar sağlayacağını söyleyebiliriz.
Bir bölgenin ya da kentin işbirlikçi üstünlük sağlaması sadece ekonomik işletmelerin bir ağ yapısında bir araya gelmesinden daha “büyük” bir şeydir. İşbirlikçi üstünlüğün elde edilmesi için yerel işletmeler yanında üniversitelerin, araştırma kuruluşlarının, yerel yönetimlerin ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının aynı vizyonda buluşmaları gerekir.
Kentin Dönüşümü ve Kümelenme
Kentler büyüyor. Bu süreçte kent, bir yandan çevredeki köyleri ve kırsal alanları kendine katıyor; diğer yandan kırsal alanlarda yaşayanları kente çekiyor. Kentin çekim merkezi haline gelmesinde ve bir yığışma olarak öne çıkmasında kentin sunduğu altyapı ile hizmet çeşitliliği ve kolaylıkların rolü büyük…
Kentin en önemli özelliklerinden birisi, bir işbölümü mekânı olması… Sanayi açısından bakıldığında işbölümü bir ürün ya da hizmetin tedarik zincirinin halkalarını paylaşmak anlamına geliyor. Giderek büyüyen işler (projeler) ve maliyeti aşağı çekme çabaları ise bu halkaların tekrar bir araya gelerek yeni zincirler oluşturmalarını gerektiriyor. 1990’lardan bu yana bu birleşmelerin araçlarından birisini ağ yapıları ve/veya kümelenmeler olarak gözlüyoruz.
Kent ve Sanayi Kümelenmeleri
20’nci yüzyılın son on yılında popüler hale gelen sanayi kümelenmeleri, yerel ekonomik kalkınmanın araçlarından birisi olarak dikkat çekiyor. Kümelenme yaklaşımının teorik altyapısını (kentin bir merkez etrafında bağlantılı büyümesi anlamına gelen) yığışma ve (kentin kendi iç güçleriyle büyümesi anlamına gelen) içsel büyüme teorisi oluşturuyor. Büyümeye katkı verecek iç güçlerden birisi kentte biriktirilen veya üretilen bilgi miktarı ve çeşitliliği… Bunun inovasyonu tetikleyeceği öngörülüyor.
Dünyada ve özellikle Uzakdoğu’da yukarıda özetlediğim süreci gerçekleştirmiş kentler var. Bu kentler, geleneksel altyapılar, düşük işgücü maliyetleri ya da düşük vergi avantajlarından yararlanmaya çalışmak yerine sanayi kümelenmeleri ile yüksek rekabet gücünü yakalamışlar. Yerel (kentsel) ekonomiyi geliştirmek üzere geleneksel olandan uzaklaşarak uzmanlaşılmış sektörlere, yüksek insan kaynağı kalitesine, nitelikli teknolojiye, ar-ge’ye ve inovasyona yönelmişler.
Avrupa ve Asya
Daha fazla ilerlemeden; bir kavramı günlük sıradanlığından kurtarıp açıklığa kavuşturmam gerekir. Altyapı, bir topluluğun veya girişimin işleyişi için ihtiyaç duyulan temel fiziksel ve örgütsel yapılardır. Benzer biçimde; bir ekonominin işlemesi için gerekli olan hizmetler ve tesisler de altyapı olarak isimlendirilir. Bir ekonominin gelişmişliğinin ölçülmesindeki kriterlerden birisi olan altyapı, mal ve hizmetlerin üretimi ile bitmiş ürünlerin pazarlara dağıtımı gibi ihtiyaçları karşılayan yapılar, örgütler ve hizmetler olarak da tanımlanır.
Ülkemizde bir kentin gelişme vizyonunu belirlemede ölçek alınan gelişmiş kentler genelde Avrupa’dadır. Bu nedenle yaşadığımız kenti, (belki de uzaklığından dolayı “Amerikan kenti” olarak bir benzetme yapmadan) “Avrupa kenti” olarak isimlendirme alışkanlığı oluşmuştur. Tarihin, kültürün ve mesafenin yakınlığı açısından yaşadığımız kentin önüne “Avrupa gelişmişliğini” koymak kabul edilebilir. Fakat gelişme süreci açısından Avrupa’yla aynı kronolojinin izleneceğini söylemek (hatta birebir kopyacılığa özenmek), haddi fazlasıyla aşan tahminlerde bulunmak olur. Asya’daki kentlerin gelişim ve dönüşümünü izlediğimizde farklı bir durum ve görünüme tanık oluyoruz.
Günümüzün şartları, yaşadığımız kentin ekonomisinin pazar güdümlü olmasını ve ticaret açısından küresel pazarlarla bütünleşmesini gerekli kılıyor. Bu açıdan baktığımızda; Asya’daki (Uzakdoğu’daki) kentlerin dönüşümünün (Avrupa ve Amerika’daki) gelişmiş ülke kentlerinden farklılıklar gösterdiğini gözlüyoruz.
Küresel ekonomiyle bütünleşme açısından baktığımızda; Uzakdoğu kentlerinin bu entegrasyonu altyapı hizmetlerinin ve uygun iş ortamının sağlanması ile gerçekleştirdiklerini izliyoruz. Gene bu bağlamda; açık bilgi paylaşımının ve (devlet ile başta özel sektör olmak üzere toplumun diğer kesimlerinin dahi olduğu) saydam yönetişimin etkili olduğunu gözlüyoruz. Bu yaklaşım sayesinde Uzakdoğu Asya kentlerinin artan oranda rekabetçi olabildikleri anlaşılıyor. Değişime direnen, bilgi üretiminin ve yayılımının önemini doğru kavramayan ve elindeki kaynakları kaldıraçlama amacıyla iyi kullanmayan kentlerin ise çok gerilerde kaldıklarını başarısız örnekler olarak izliyoruz.
Bitirirken
Ekonomileri açısından kentlere baktığımızda; gerek kendi gelişmeleri gerekse ulusal kalkınmaya katkıları açısından bazı kentlerin daha fazla öne çıktığını gözlüyoruz. Kentsel ekonomilerin gelişim hızları da farklı olabiliyor. Bir kentin demografik büyümesi ekonomik gelişimiyle doğru orantılı olmayabilir. Farklı ülkelerde veya değişik özelliklere sahip ama aynı büyüklükteki kentlerin ekonomik performansları çok farklı olabiliyor. Bu nedenle neden bazı kentlerin diğerlerine oranla daha başarılı olduklarının yaşadığımız kent adına doğru yaklaşımların üretilmesi için araştırılması gerekiyor.
Yaşadığımız kentin önüne Avrupa’daki kentlerin “görünümüne” ulaşmak hedefini koyabiliriz. Kozmetik taklitçilik dışında bu hedefi saygıyla karşılamak mümkündür. Ama üzerinde ağırlıkla durulması gereken nokta, kentin ekonomisinin ne şekilde gelişeceği ve dönüşeceğidir. Günümüzde yerel (kentsel) kalkınmada kümelenmelerin artan önemi, yaşadığımız kentin geleceğinin tasarlanmasında bize ciddi ipuçları veriyor.