Fanatizm, Terör ve Medya
Gürcan Banger
Fanatizm (bağnazlık), kişiyi bir din, düşünce, parti veya topluluk çıkarları ya da savunusu adına aşırılıklara sürükleyen –hatta kişiyi kendi varlığını yok edecek noktaya kadar savurabilen– ‘kör tutkudur’. Bu tanımda dikkat edilmesi gereken iki farklı unsur var. Birincisi; öncelikle fanatizme neden olan bir ‘taraftarlık’ ruhunun bulunması; İkincisi ise bu taraftarlığın bir ‘kör tutku’ halini almasıdır. Dolayısıyla fanatizm, akıl dışılık demektir. Aklın egemenliği ortadan kalkınca da şiddetin ortaya çıkma ihtimali yükselir.
İnsan, taraftar olmayı seçebilir ama fanatik olmayı seçmez. Fanatizm, kişinin cehaleti ile de ilgisi olmakla beraber fiziksel, duygusal ve düşünsel özelliklerine uygun bir ruhsal bozukluk halidir. Bağnazlık ‘iflah olması’ zor bir hastalıktır, ama sosyal ve kişisel ölçekte tedavisi vazgeçilmedir. Kimi zaman fanatizmin arkasında tarafgirliğin peşine takılmış başka özellikler de bulunabilir. Kişiler, bazı eksiklik ve zafiyetlerini saklamak için fanatik bir görünüme bürünebilirler. Bunu saklamak için de bu tutum ve davranışlarını ‘millici, maneviyatçı, ahlakçı’ görünümlerle üstünü örtmeyi tercih edebilirler. Barbarlığa kadar uzanabilen fanatik şiddet, genelde geçmişlerinde saklanacak, eziklik veya ayıplılık gibi sorunlu yanları olanların tercih ettikleri tarzlardan birisidir.
Fanatizmi ve buna bağlı şiddeti görmek yaşamın her kesiminde mümkün olabilir. Sokak terörü fanatizmin alanlarından birisidir. Eğer çevrenizde fanatik teröristler görmekte zorlanıyorsanız, örneklerini televizyon programlarında veya gazete köşelerinde de bulabilirsiniz. Genelde incir çekirdeğini doldurmaz konularla zaman tüketen bu kişiler, kendi zafiyet ve eksikliklerine dokunan bir konu olduğunda canavar kesilirler; saldırırlar, saldırılması için hedef gösterirler. Görevlerini yerine getirirken orantısız saldırı dozu ve güç kullanımında kendilerine sınır tanımazlar. Önüne geleni işaret ve ihbar etmekten geri durmazlar.
Otorite ve Şiddet
Fanatizm kolaylıkla kendini otorite ve şiddet olgularına eklemler. Bunun kökleri çoğu zaman aile veya okul gibi kültürel etkileşimin yaşandığı ortamlarda görülür. Toplumun liderlik özelliği de fanatizm-otorite-şiddet üçlüsünün eklemlenmesinde etkili olur. Yapılan bilimsel araştırmalar, bazı kişilerin kendilerini baba gibi sert ve otoriter tipteki kişilerle özdeşleştirdiklerini göstermiştir. Bu eğilimin en çok ilgisini çeken kişilikler arasında Hitler türünde tiplemelerin yaygınlığı göz çarpmıştır. Buradan hareketler, görsel medyada sıklıkla örneklerini gördüğümüz mafya dizilerinin de benzer bir etki yaptığını söyleyebiliriz.
Bazı kişilerde zayıfların şiddet yoluyla yok edilmesi yönünde bir psikolojik eğilim görülür. Demokrasinin zaaflarını kullanan bu kişiler, gerekli örgütlenmeleri yapıp tezlerini açıklıkla propaganda edebilmektedirler. Bu bağlamda güçsüz ve zayıflar, toplumun günah keçisi olmaktadırlar. Toplumun sorumluluğunda olan pek çok sorunun ‘faturası’ bu insanlara kesilmektedir. Bu yaklaşımda zayıfların yok edilmesi fikrinde olanlara destek sağlamaktadır.
Medyanın başıboş, ‘her şeyi alıp satmaya hazır’ denetimsiz ve çıkar odaklarına yandaş hali insanların ruhsal durumlarının etkilenmesinde baş faktör olabilmektedir. Çeteli, mafyalı dizi ve filmlerin etkisiyle bazı saldırgan duygular içselleşmekte, hatta aile içi ilişkiler de bile sert ‘maço’ erkek tavırları, bireylerin ‘ideal’, özenilen tavırları haline dönüşmektedir.
Ne yazık ki, reklamcılar, dizi yapımcıları, siyasetçiler, seçim kampanyası sorumluları insanın içindeki şiddet duygusundan bilim adamlarından çok daha fazla bilincindeler. Bu içsel özelliği, açıkça kullanmaktan da hiç çekinmiyorlar. Muhtemelen bu tür tanıtım ve pazarlama çalışmaları için insan ruhunun ihtiyaç duyduğu araştırmalardan çok daha fazlası harcanıyor.
İnsan, doğal çevresinde yaşayan canlı ve cansız doğal varlıkları, kendi bilincine vardığından bu yana inceliyor. Bedensel sağlık sorunları için çok fazla yatırım yapıldığı gün gibi ortada. Kendi dışımızı merak ederken gösterdiğimiz ilgiyi kendi içimiz yani duygu-düşünce dünyamız için göstermiyoruz. Başımızın ağrıması hastalık veya rahatsızlık olarak sayılırken kendimizi neden moralsiz, neşesiz veya verimsiz hissettiğimiz üzerinde o denli durmuyoruz. Bunun uzun vadeli, ama sürdürülebilir çözümü de gerçek anlamda akılcı eğitimde olacaktır.