Gürcan Banger
Eylül 2014’te Bakış Dergisi’nde yayınlanmıştır.
Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 77’si kentlerde yaşıyor. Tüm dünyada olduğu gibi kır-kent ayrışması, Türkiye’de de kentler lehine gelişmeye devam ediyor. Bu noktada akla şöyle birkaç soru geliyor. Kır ile kenti ayırt eden nedir? Bir yerleşim diğerine oranla daha fazla ‘kent’ sayılabilir mi? Geçmişte kent olmanın bir ölçüsü var mıydı? Günümüzde kenti tanımlayan kriterler var mı? Bunlar geleceğe doğru nasıl değişecek?
Şehir ya da Kent
Şehir, insan yerleşimi olarak kasaba, köy gibi birimlerden daha fazla nüfusu barındıran ve daha karmaşık bir yapıdır. Türkçede şehir ve kent aynı anlamda kullanılır. Kent sözcüğü aynı zamanda idari ve tüzel bir oluşumu ifade etmek üzere kullanılır.
Kentler genel olarak sağlık hizmetleri, elektrik-enerji-su gibi altyapı arzı, arazi kullanımı, konutlaşma ve ulaşım açılarından karmaşık sistemler içerirler. Sosyal ve ekonomik gelişmelerin kentteki yoğunlaşması, kişiler ve kuruluşlar arası ilişkileri çok taraflı olarak kolaylaştırır. Diğer yandan kentsel büyüme ile birlikte yoğunlaşmanın ortaya çıkardığı bazı sorunlar ve darboğazlar da oluşur. Günümüzde bilimsel, teknolojik, ekonomik ve sosyal gelişmelerin yansıları doğrudan kentlerde izlenebiliyor. Kırın kente dönüşümü ile kırda yaşayanların kente çok temalı göçü kent yerleşimleri için yeni konu ve sorunları da beraberinde getiriyor.
Sürdürülebilir Gelişme
Tüm dünyadaki yerleşim gelişmelerini izlediğimizde Küresel Çağ’ın makro tercihinin kentlerden yana olduğunu görüyoruz. Günümüzde gelinen kentleşme oranı ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde gelişmenin büyük oranda kentler tarafından kentlerde belirleneceğini ima ediyor. Günümüzün kentleri, ekonomilerin hareket ettirici makineleri olarak önemli roller üstleniyor. Bu tespit, çağdaş kentin kendisi dışında çevresi açısından da bağlantılılık, yaratıcılık, inovasyon ve üretim mekânı fonksiyonunu yerine getirdiğini gösteriyor. Gelecekte de bu yönelimin devam edeceği anlaşılıyor.
Günümüzde yaşanan sürdürülebilir yaşam çevresi sorunlarının pek çoğu kentler tarafından yaratıldı. Diğer yandan enerji ve kaynak kıtlığı gibi sorunların gelecekte aşılması da gene kentler tarafından gerçekleştirilecek. Kentte birikmiş kolektif bilgi, yetenek ve deneyim sayesinde gelişimin bu yönde olmasını umut ediyoruz. Çağdaş kentler hakkında bu iyimser umudu taşırken bu kentlerin aynı zamanda işsizlik, yoksulluk ve ayrımcılık gibi sorunların da kaynağı ve mekânı olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Geçmişin kentlerine daha çok fiziksel altyapı sorunları meydan okurken yaşadığımız çağda insana ve topluma özgü yeni ekonomik, sosyal ve psikolojik sıkıntılar öne çıkabiliyor. Artık kentin idari sınırları kentsel değişim ve gelişimin ekonomik, sosyal, kültürel, fiziksel ve çevresel gerçeğini ifade etmek için yeterli değil. Hem kentin yönetimi hem de kentin daha büyük ölçekli (hiyerarşik olarak üst) platformlarda yetkili temsili açısından farklı yönetişim modelleri gerektiriyor. Küreselleşmenin işaret ettiği ufka baktığımızda bunu daha kolay kavrayabiliyoruz.
Gelecek ve Vizyon
Kenti ve geleceğini yeniden tanımlamamız gerekiyor. Amaçlar, hedefler ve değerler açısından geleceğin kenti nedir, nasıl olacaktır? Daha önemlisi, bu çerçevenin paylaşılır olması vazgeçilmez bir niteliktir.
Geleceğin kenti yüksek düzeyli sosyal dayanışma, dengeli konutlaşma, herkes için sağlık ve eğitim hizmeti sağlayan; kültürel iletişime açıklığı ve çok kültürlülük özelliği ile demokratik platform niteliğine sahip yeşil yaşam çevresine değer veren; ekonomik açından hareket ettirme gücü ile donanmış bir çekim mekânıdır. Bu ifade tüm karmaşıklığına rağmen kentsel yerleşimin kozmetik bezemelerden ibaret olmaması gereğini yeterince ifade ediyor.
Gelecek Tasarımı
Eğer gelecekte nitelikli bir kentsel yaşam istiyorsak bunu sağlayacak gelecek tasarımını da oluşturmalıyız. Zihinsel olarak zamanda ileri gideceğiz; bu yeni ana ait bir kentsel tasarım yapacağız ve bugüne dönerek tasarladığımız geleceği oluşturmanın stratejilerini üreteceğiz. Böyle bir durumda geleceğin kentine ilişkin anahtar ilkeler neler olabilir? İlkelerin belirlenmesi konusunda elimizde iki önemli araç var. Bunlardan birincisi dünyanın nitelikli kentlerinin gösterdiği gelişmedir. İkinci araç ise kentsel yaşamı oluşturan veya onunla eklemlenebilecek bilimsel, teknolojik, ekonomik ve sosyal gelişme ile yaşam çevresinin bozulması yönelimlerine ilişkin öngörülerden meydana gelir.
Geleceğin kenti, dengeli ekonomik gelişme ve faaliyetlerin adil bölüşümü üzerine kurgulanmalı. Bu kurguyu bilinen yaklaşımlar açısından yorumlarsak; kent, çok merkezli bir yapıya sahip olmalı. Yeni kurgu, her merkeze ait nitelikli bölgeler oluştururken kentsel hizmetlere ulaşılmasını kolaylaştırmalı. Aşırı yayılmaya izin vermeyen tümleşik bir yerleşim yapılanmasına sahip olmalı. Kentsel alanın içinde ve etrafında (doğal) yaşam çevresi özellikleri ile kalitesinin korunmasına özen göstermeli.
Kentsel Tehditler
Bir gelecek tasarımı yapmanın ayrılmaz parçalarından birisi geleceğe ilerlerken karşılaşılabilecek tehdit ve risklerdir. Kentlere ilişkin düzenli bir gelecek öngörüsü yapmanın önündeki engellerden birisi bu yerleşimlerin düzensiz demografik (nüfus) değişimleridir. Mevcut durumu izlediğimizde genç nüfusun arttığı veya ortalama yaşın hızla yükselmekte olduğu örnekler görüyoruz. Gene nüfus hacmi ve yoğunluğu olarak büyüyen veya küçülen kent örnekleri var. Nüfus piramitlerindeki farklılaşan –ama denetlenemeyen– değişimler kentlerin önüne farklı olumsuzluk ihtimalleri koyuyor.
Kentlerin ilerleyişindeki en ciddi tehdit unsurlarından birisini ekonomi ve iş konuları oluşturuyor. Özellikle sermaye birikimi ve iş altyapısı sağlayamamış kentlerde ekonomik gelişme ihtimali zayıflarken bunlar hızla güç ve enerji kaybetmeye devam ediyorlar. Endüstriyel olarak az sayıda geleneksel sektörde yapılanmış kentler, kriz ve durgunluklar ile sınaî göçlerden (eski sanayilerin Asya ve Afrika’ya doğru göçünden) büyük oranda etkileniyorlar. Bazı kentlerde ise iş kültürünün ve nitelikli girişimciliğin gelişmemiş olması, ilgili kentin varlığını ve sürdürülebilirliğini ciddi biçimde tehdit ediyor.
Kentlerin gelişimi açısından en önemli sorunlardan birisi işsizlik ve bölgesel-yerel ölçekte yeni iş yaratılamamasıdır. Giderek büyüyen bu sorun ekonomik büyüme, sosyal ilerleme ve istihdam arasındaki bağın kopmasına neden oluyor. Başta gençler olmak üzere hızla düşük ücretli, marjinal işlere kayıyor ya da hizmetler sektörünün gizli işsizlik ile şişmesine neden oluyorlar. Her durumda kentsel nüfusun beceri ve yetenekleri heba oluyor.
Günümüz kentlerinde gözlenen sorunlardan bir diğeri gelir farklılıkları ve yoksulluk olarak gözleniyor. Bu nedenle kentin büyümesi sürecinin yarattığı ihtimaller arasında yoksulluğu derinleşmesi ve gelir farklılaşmasının artmasının oluşu şaşırtıcı değildir. Bu iki ana soruna kötü konutlaşma, kalitesiz –ve hızla kalitesizleşen– eğitim, işsizlik, sağlık, ulaşım, bilişim-iletişim vb. gibi hizmetlere ulaşım zorlukları eşlik edebiliyor.
Belki de en büyük sorun kaynağı burada listelenen sıkıntıların –hem kent yöneticileri hem de vatandaşlar tarafından– ‘kader’ olarak algılanmaya başlamasıdır. Eğer işsizlik, gelir eşitsizliği, erişim zorluğu, eşitsizlik ve adaletsizlik ‘kader’ niteliğinde kabul edilmeye başlarsa yöneticiler oy alma karşılığında kentsel ‘rant sağlayıcıları’, vatandaşlar da bedelin oyla ödendiği ‘rant arayıcıları’ haline dönüşüyorlar.
Kentsel Ayrışma
Tüm dünyada, kentlerde ekonomik ve sosyal olarak kutuplaşmanın ve ayrışmanın yükselişi gözleniyor. Devletin toplumu koruma ve geliştirmekten uzaklaşan politika tercihleri ile küresel krizin kentli yurttaşların geçim düzeylerine yansımaları sosyal ve mekânsal ayrışmayı belirginleştiriyor. En zengin ve gelişmiş kentlerde bile bu durumu gözlemek mümkün. Düşük gelirli yurttaşların kentsel hizmetlere erişimi zorlaşırken sosyal kutuplaşmanın etkisiyle ayrışmanın da arttığı gözleniyor.
Bir kentte oluşabilecek tehditlerin en önemlilerinden birisi, yaşam kalitesi olarak ortalamanın çok uzağında kalan sosyal kesimlerin oluşmasıdır. Bu durum, içine kapalı alt kültür topluluklarının oluşmasına neden olur. İçe kapalılık ise gerginlik ve düşmanlık eğilimlerinin artmasına yol açar. Bu nedenle sosyal yaşam kalitesinin kent bütünlüğü içinde olabildiğince adil dağılmasına özen göstermek gerekir. Kentler arası gelişim farkları ile kent içi yaşam kalitesi farkları gözlendiğinde bu türden bir tehdidin varlık nedenleri anlaşılabilir.
Kentsel Yayılım
Çok yüksek yapıların kent merkezlerinde aşırı yoğunlaşmaya, trafikle ilgili sorunlara, çevre kirliliğine ve doğal yaşamdan uzaklaşıp ‘mekanikleşmiş’ bir koşuşturmaya –ve daha pek çok problemlere– neden olduğunu biliyoruz. Diğer yandan kentsel aşırı yayılıma neden olan düşük yoğunluklu yerleşim biçiminin de kent açısından bir tehdit oluşturduğunun bilinmesi gerekiyor.
Kentsel yayılma ve merkezden kopuk düşük yoğunluklu yerleşimlerin sayısı arttıkça sürdürülebilir kentsel gelişim için de tehditler oluşmaya başlıyor. Bu tür bir durumda kentsel hizmet ve kolaylıkların sağlanmasının maliyeti artıyor, sağlanması zorlaşıyor, doğal kaynak tüketimi ve israfı yükseliyor, ulaşım ve iletişim olanakları yetersizleşiyor, güvenlik sorunlarında artışlar oluşuyor. Kentle düşük yoğunluklu, uzak yerleşimler arasındaki ulaşımı sağlama çabası ise trafik yoğunluğu ve güvenliği ile egzoz atımından kaynaklanan çevre kirliliği sorunlarını artırıyor.
Kentsel yayılımın aşırı boyutlara ulaşması, kentsel atık sızıntılarının –ne tür önlemler alınırsa alınsın– toprağın derinliklerine sızdığı anlamına gelir. Bu durum giderek kıt kaynak haline gelen tarım topraklarının –muhtemelen geri dönülmez biçimde– yok edilmesi anlamına geliyor. Tüm atık toplama ve geri dönüşüm çalışmalarına rağmen yerleşim noktalarında oluşan çöpler toprağı, yüzey üstü ve altı suları kirletmeye devam ediyor. Çöp toplama ve atık denetimi hizmetlerinin daha sıkı yapılmadığı düşük yoğunluklu yerleşimlerde kirlilik sorunu daha kolay yaygınlaşabiliyor.
Kent yerleşimlerin yarattığı tehditlerden bir başkası, tarım topraklarının yapılaşmaya açılarak flora ve fauna olarak biyolojik çeşitliliğin yok olma tehlikesi ile karşılaşmasıdır. Kentsel yaşam sadece evde kedi-köpek beslemek veya balkon saksısında çiçek yetiştirmekten ibaret değildir. Kentin, doğal yaşam çevresini yok etmeyecek bir gelişim çizgisi izlemesi beklenir. Bu kurala uyulmadığı takdirde kent, doğayı yok etmenin bedelini sel baskınları, tatlı su yetersizliği ve mekanikleşen yaşam ile ödeyecektir.
Her kenti yurttaş, kurum ve kuruluşun kendine “Yaşadığım kentin geleceğini ve sürdürülebilirliğini tehdit eden unsurlar nelerdir?” sorusunu sorması ve raporlaması gereken zamandayız. Geciken, geri dönülmez bir yola savrulmuş olacak.
Gelecek Fırsatları
Kendi yetenek ve yetkinlikleri tanıyan ve bunlardaki gelişimi izleyip düzenleyebilen kentler için gelecek fırsatları var. Ama bunların iş görmesi için küresel ölçekte rekabet edebilir nitelikte de olması gerekiyor. Küresel rekabet gücünü kendi sürdürülebilir bölgesel-yerel ekonomileri ile eklemleyebilen kentler başarılı olacaklar. Küresel rekabet gücü, kentin kendisinin küresel olması gerektiği anlamına gelmiyor. Önemli olan, sosyal katılım ve inovasyonu destekleyerek kentin anahtar yetkinliklerini ve yerel ekonomisini küresel pazarlara bağlayabilmek…
Kapsayıcı, Katılımcı Ekonomi
Geleceğin kenti olmak isteyen bir yerleşim için ilk şart dirençli, esnek ve kapsayıcı bir ekonomi oluşturmaktır. Bu tür bir ekonomi iş imkânları yaratmalı, istihdam dışı kalmış kesimleri kazanmanın araçlarını ve imkânlarını geliştirmelidir. Aktif işgücüne dâhil olmayanların da toplum dışına düşmelerini önleyecek ve makul bir hayat yaşamalarını sağlayacak tedbirler almalıdır.
Küreselleşmenin olumlu ve olumsuz etkileri kişilerin doğdukları topraklardan farklı yerlerde yaşamalarına ve çalışmalarına neden oluyor. Pek çok başka faktörler birlikte söz konusu çok boyutlu göç ayrımcılık ve kültürel çeşitlilik olgularının daha belirgin biçimde ortaya çıkmasına neden oluyor. Her kent, kendi kültürünün bir parçası olarak ayrımcılıkla mücadele etmenin mekanizmalarını geliştirmek zorundadır. Geleceğin kentlerinin yaşlılara saygılı, aile kurumuna önem veren, hoşgörü özelliğini geliştirmiş yerleşimler olması istenir. Diğer yandan ekonomik, sosyal ve kültürel çeşitlilik kentler açısından inovasyon kaynağı potansiyeli de oluşturur.
Yaşadığımız çağda farklı nedenlerle kentler aşırı hızlı biçimde büyümeye başladılar. Kentteki nüfus artışında ve yoğunlaşmadaki etkili olan faktör yalnız başına doğum oranı değil. Özellikle albeni merkezi haline gelmiş kentler büyük miktarlarda göç alıyor. Göçün büyüklüğü bir yandan o yerleşimdeki yaşam kalitesini ve kentlilik ortalamasını düşürürken diğer yandan da kaynak yetersizliğine ve yeni yatırım ihtiyaçlarına neden oluyor. Dış faktörler farklı türden tehditler oluşturursa da geleceğin kentleri, yurttaşlarına mekânsal dışlanmayı ve kaynak yoksulluğunu engelleyen şartlar sunmalıdır. Bu özellikleriyle kent, imkânlar ve kolaylıklar açısından rekabetçi bir merkez olurken aynı zamanda çevre dostu yerleşim olmayı da sürdürebilmelidir.
Yeşil Ekonomi
Eğer bir isimlendirme yapmak gerekirse yaşadığımız dönem, yeşil ekonomi çağıdır. Yeşil ekonomi ise basit anlamda çevre kirliliği ile mücadele etmekten ibaret değildir. Bu tür bir ekonomide –yaşam çevresi, enerji, tatlı su, toprak, flora, fauna vb. gibi– tüm sistem ve süreçlerin bütünsel biçimde düzenlenmesi ve yönetilmesi gerekir.
Sürdürülebilir biçimde büyüyen küçük ve orta ölçekli kent yerleşimleri gelecekte kendi yurttaşları açısından yaşanabilir imkânlar sunmaya devam edecekler. Buradaki başarı ayıraçlarından birisi kentin sunduğu imkân ve kolaylıkların, kenti çevreleyip saran daha küçük yerleşimlere yansımasıdır. Çevredeki küçük yerleşimlerin ve orada ikamet eden nüfusun varlığı ve devamlılığı önemlidir. Dengeli bölgesel gelişme açısından bu yerleşimlerin boşalmaması ve kente hızla akmaması tercih edilir. Kenti saran küçük yerleşimlerin varlığını ve gelişiminin devamlılığı –otoriter veya katılımcı, türü ne olursa olsun– kentsel planlamanın ayrılmaz bir parçasıdır.
Sürdürülebilir kent, yurttaşlara albenili açık kamusal alanlar sunabilmeli; sürdürülebilir, kapsayıcı ve sağlıklı ulaşım-erişim imkânları sağlamalıdır. Günümüz kentlerinde yoğun trafiğin –taşıt türünden bağımsız olarak– en önemli kentsel sorunlardan birisi olduğu düşünülürse multi-modal (çok ve bağlantılı taşıt türlerinden oluşan) ulaşımın önemi ortaya çıkar. Hiç kuşkusuz; bu tür bir kolaylık için kentsel mekân düzenlemesinin multi-modal şartlara uygun yapılması gerekir. Örneğin sadece otomobil ve benzerleri için hazırlanmış bir trafik düzeninde bisiklet kullanımını teşvik etmek sadece daha fazla kargaşa yaratır.
Katılım ve Yönetişim
Tüm dünyada bilimsel, teknolojik ve ekonomik gelişmeler meydana gelirken kent yönetimlerinde fazla değişim ve dönüşüm gözlenmiyor. Yönetim tarzı hâlâ pek çok kent yerleşiminde geleneksel usullerle gerçekleşiyor. Hâlbuki çağın getirdiği yenilik fırsatlarından yararlanmak kadar kentsel sorunların meydan okuyuşuna cevap verebilmek için yeni yönetim yaklaşımlarına ihtiyaç var. Bu yaklaşımın, kentsel aktörlerin tümünü içerecek biçimde, katılımcı özüyle yönetişim olması gerekiyor.
Bütüncül ve Bütünleşik
Geleceğin kentleri sürdürülebilir kentsel gelişimi sağlamak üzere bütüncül bir model ile sağlanmak zorunda. Dolayısıyla çağın kentsel tehditlerine karşı alınacak önlemlerin bütüncül ve tüm unsurları içerecek biçimde bütünleşik olması gerekiyor. Bu gerekliliği, önce mekân öncelikleri ve insan (halk) önceliklerinin uygun biçimde eşlenmesi şeklinde okuyabiliriz. Mekân düzenlemeleri insan ihtiyaçlarına, kentli insanlar için olan çözümler de mekânsal şartlara uygun olmalı. Mekân için üretilen çözümler yeni sosyal ve insani sorunlara, insanlar için geliştirilen çözümler de yeni mekânsal sorunlara yol açmamalı.
Geleceğin kentsel çözümlere ‘insanlara rağmen’ olmamalı. Bu nedenle kent yönetiminden (ve kamusal yatırımlardan) sorumlu resmi yapılar ile kentli yurttaşların toplulukların oluşturduğu enformel topluluklar arasında etkileşim ortamları oluşturulmalı. Büyüyen kentsel sorunlar ve tehditler bunu göğüslemek üzere kamu – sivil toplum katılımlı yönetişim yapıları ile ele alınmalı. Bu amaçla (fonksiyonunu yitirmiş kent ve mahalle meclisleri yerine) katılımcı demokrasi ve katılımcı bütçe modellerinde geliştirilmiş mekanizmalar var. Yenileri de geliştirilebilir.
Kentte Çatışma
Kent gibi çok aktörlü sistemlerin en önemli özelliklerinden birisi farklı amaç ve hedefleri olan kesimleri içermesidir. Bu nedenle söz konusu aktörlerin ihtiyaç, istek ve beklentilerinin farklı olması olağan bir durumdur. Buna kent kaynaklarının kısıtlı olması da eklenince bir çatışma halinin ortaya çıkması şaşırtıcı olmaz. Kent büyüdükçe kentli yurttaşların talep ve beklentileri geliştikçe çatışmanın içeriği ve düzeyinde de yükselmeler olabilir. Kentteki potansiyel çıkar çatışmalarının düzeni bozacak noktalara ulaşmaması için kentsel vizyonun paylaşılmasını, rekabet eden amaçların uzlaşmasını ve farklı gelişme modellerinin bağdaştırılmasını sağlayacak yönetişim sistemlerinin geliştirilmesi gerekir.
Çatışmayı çözmenin araçları arasında katılım ve işbirliği ilk sıralarda yer alır. Uyumlu mekânsal gelişimin sağlanması ve kentsel kaynakların verimli kullanımı ancak kentsel aktörlerin işbirliği içinde rol almaları ile sağlanabilir.
Bir kentin sahip olabileceği en değerli varlıklardan birisi sosyal sermayedir. Sosyal sermaye; toplumun sahip olduğu normlar, kurallar, ağlar, iletişim ve karşılıklı güven olarak tanımlanır. Bu varlığın durumu kent aktörlerinin birbirlerine karşı güvenini ve birlikte iş yapabilme becerisini gösterir. Sosyal sermaye geliştirilmesi için stratejiler üretilmesi ve planlar yapılıp uygulanması gereken bir konudur. Yeterli sosyal sermaye birikimine sahip olmayan kentlerde katılım ve işbirliği girişimleri başarısız kalır.
Geleceğin kenti ekonomik, sosyal ve kültürel olarak çok sektörlü olmak zorundadır. Bunu ekonomik olarak okursak belli ama birden fazla sayıda sektörde uzmanlaşmak şeklinde yorumlayabiliriz. Sosyal ve kültürel olarak okuduğumuzda ise kentsel yaşam hakkında çok sayıda, çeşitli ve farklı bakışın üretilmesi olarak söyleyebiliriz. Kent, tek bir aktör tarafından belirlenen ajanda ile yaşayamaz.