Gülüp Geçtiğimiz Mizah

Gülüp Geçtiğimiz Mizah

Gürcan Banger

BİR
Mizahı Nasreddin Hoca ile fark ettim. O zamana kadar sayısız fıkra okudum ya da dinledim. Komik filmler veya güldürme amaçlı TV programları izledim. Öyküler okudum, çizgili çalışmalar gördüm. Tanıdığımız insanlarla bizi güldüren olaylar yaşadım. Şimdi daha iyi kavrıyorum ki, mizah sadece gülmekten ibaret değil. Bu yazdıklarımı bir toplulukta söylesem, mutlaka mizahın bir tepki, eleştiri veya ders içerdiğini söylemek için zihinlerini yoklayanlar olacaktır. Ama mizahın bu kadar basite indirgenebileceği kanaatinde değilim.

Sözlü veya yazılı edebiyatı göz önüne getirdiğimizde; hızla roman, hikâye, masal ya da şiir gibi türleri bir çırpıda sayabiliriz. Ama sıra mizaha geldiğinde edebiyat çevrelerinde bu konuda bir belirsizlik ve netsizlik var. Mizahı bir kategori olarak ele alan her yazılı çalışmada “Mizah edebi bir tür müdür?” gibi bir soruyla karşılaşmak mümkündür. Ardından farklı yazar ve eleştirmenlerden referanslarla çoğu örnekte mizahın bir edebi tür olmadığı vurgulanır. Bu bakış açısından mizah edebi tür olarak kabul edilen eser türleri için bir tema, konu veya içerik olarak benimsenir. Mizah her edebi türle birlikte ‘pişirilebileceği’ bir malzeme olarak kabul edilir.

Mizah kavramını yeterince incelememiş olanlar için Antik Çağlardan bu yana çok sayıda filozofun bu konuyu ele alıp düşünmüş ve yazmış olmaları şaşırtıcıdır. Türkçe Sözlük mizahı “1- Eğlendirme, güldürme ve bir kimsenin davranışına incitmeden takılma amacını güden ince alay, gülmece; 2- Gerçeğin güldürücü yanlarını ortaya koyan edebiyat türü” olarak tanımlar. Tanımın birinci bölümünde yer alan ‘eğlenme, gülme ve takılma’ terimleri özü açısından kişinin duygu ve düşünce (zihin) faaliyetleri, yani psikolojisi ile ilgilidir. İkinci bölümde yer alan ‘gerçek’ terimi ise doğrudan felsefenin ilgi alanına girer. Antik Çağlarda psikoloji ve ilgili alt dallar felsefenin konuları arasında yer alıyordu. Felsefe tarihi açısından psikolojinin ayrı bir alan olarak ayrılıp –olabilen ölçüde– özerkleşmesi zaten çok eski bir döneme işaret etmez. Daha önceki yüzyıllarda psikoloji terimine tek tük referanslar olmakla birlikte psikolojinin bir alan olarak ortaya 19’uncu yüzyılı bulur. Özetle; mizah insanlığın tüm duygusal ve düşünsel tarihi boyunca felsefenin konusu olmuştur. Bu nedenle; eğer mizahı bir tür olarak tanımlamak zorundaysak, –‘tür’ tanımını biraz zorlayarak da olsa– “Mizah bir felsefi türdür” diyebiliriz.

Mizah ve Felsefe
Nasreddin Hoca’dan başlayarak nasıl –fark ettiğimi söylediğim– bu noktaya geldim? Felsefenin paradoks (açmaz), ikilem, düşünce deneyi gibi düşünme teknik ve araçlarının tümünü Nasreddin Hoca fıkralarında bulmak mümkündür. Hoca’nın fıkralarının pek çoğu felsefenin ‘meta’ ön ekiyle ifade edilen özsel niteliklerini taşır. Üreticisi kim olursa olsun Hoca’ya (dolayısıyla mizah türüne) yakıştırılan tüm fıkralar felsefenin konusu olan insan zihninin düşünsel eserleridir. Bu nedenle Nasreddin Hoca fıkraları (dolayısıyla mizah türü) sadece gülünüp geçilecek ‘şeyler’ olamaz. Bunlar, olağanlaşmış ve sıradanlaşmış yaşamın ötesinde farklı duygusal ve düşünsel özler taşırlar. Nasreddin Hoca’ya folklorik figür, tarihi veya dini kişilik, akıllı deli (wise fool) ya da çok kültürden derlenmiş komik insan olarak bakmak doğru olmaz. O tarihin imbiğinden uzun sürede damıtılmış bir felsefi bütünlüktür. Bu yönüyle Nasreddin Hoca, akademik dünyada da yüzeysel görünümünü aşılarak felsefi derinliği ile anlaşılması ve tartışılması bir örnek temadır.

Kısaca; mizah felsefenin konularından birisidir. Bu yönüyle bir sosyal gösterge (endeks) özelliği de taşır. Bir toplumun mizah karşısındaki duruşu, onunla etkileşimi, mizahi üretimi ve tüketimi aynı zamanda o toplumun felsefi, yani düşünsel kalite ve derinliğini gösterir. Örneğin Nasreddin Hoca’ya gülüp geçiyorsak, o zaman ‘gülünüp geçilecek’ bir düşünce üretim-tüketim ‘sistemimiz’ var demektir.

İKİ
Mizah sözcüğü günlük kullanımı açısından gülme eylemini çağrıştırıyor. Muhtemelen bu nedenle eşdeğer sözcük olarak gülmece belirlenmiş. Aynı bağlamda değişik sözcükler bu kavramı eğlendirme, güldürme, alaya alma, şaka gibi sözcükler kullanarak tanımlıyor. Gerçekten bir kamuoyu anketi yapsak ve katılımcılara mizah sözcüğünün neler hatırlattığını sorsak, şaşırtıcı olmayan biçimde bazı sinema, tiyatro ve TV oyuncularına ek olarak çizgi dergiler, komedi olarak kabul edilen filmler, komik hikâyeler ve benzerleri gelir. Hiç kuşkusuz; bu arada komik öyküler yazmış olan yazarlar da sıralanacaktır. Buradaki ana fikir herhangi bir olumsuz duygu veya düşünceye kapılmadan gülünesi bir durumla karşı karşıya olmaktır.

Mizah ve Felsefe
Mizah konusunda çalışma yapmış düşünür ve yazarlara sıra geldiğinde ise günlük kullanımdan farklı bir tanımlama ile karşılaşırız. Örneğin 19’uncu yüzyılın Fransız edebiyatçısı ve yazarı Théophile Gautier (1811-1872) mizahı saçmanın mantığı olarak tanımlar. Mizahın kapsamının ise görünür biçimde ortaya konmuş olan saçma olarak niteler. Gautier’nin kavradığı biçimde mizaha konu olan ‘saçmalık’ (eylem, davranış, düşünce ya da duygu) dışarıdan kişiler için saçma iken kişinin kendisi için mantıklı ve anlamlı olabilir. Örneğin Nasreddin Hoca’nın göle yoğurt çalması veya kendi oturduğu dalı kesmeye kalkması böyle bir durumdur. Cervantes’in Don Kişot isimli kahramanının yel değirmenlerine saldırması da dışarıdan bakanlara ve kahramanın kendisine göre farklı anlam ve mantık kabulleridir. Gautier’nin tanımlamasında dikkatimizi çekmesi gereken bir diğer konu, yazarın mizahı ifade ederken ‘saçma’ ve ‘mantık’ gibi felsefenin iki sık işlenmiş ve tartışılmış unsurunu kullanmış olmasıdır.

… emtia olma süreci –özellikle düşünsel düzeyi düşük toplumlarda– [mizah] alanının sanatsal niteliklerini yok ederek tümüyle tüketmeye odaklı bir ticari sektör haline getiriyor.

Arap ve İslam Edebiyatı üzerine çalışmalar yapmış olan Franz Rosenthal (1914-2003) başka ilginç bir yaklaşım sergiler. 1956 yılında basılan “Humor In Early Islam (Erken İslam’da Mizah)” isimli kitabının birinci bölümünde mizahın özü çevrenin kişi üzerinde yaptığı kısıtlama ve sınırlamaların birinin aniden ortadan kalkması ile açıklanır. Bu değişim ile birlikte mizahın ortaya çıkabileceği şartlar oluşur. Alışılmış, kurallı sınırların dışına çıkılması ile ‘ezber dışı’ eylem ve davranışlar oluşmaya başlar. Bunu Gautier’nin ‘saçma’ kavramı bile benzeştirebiliriz. Bu noktada hangi noktadan (hangi ezberle) bakıldığına göre mizah algısı değişir. Kısıtlayan fiziksel ve sosyal şartların ortadan kalması ve kişinin(ya da durumun) buna saçmalıkla ‘tepki’ vermesi bazıları için ‘ciddi olmayan’ şeydir. Diğer yandan insanlığın tüm hallerinin yaşamın ‘ciddi ve olağan’ unsurları olduğunu düşündüğümüzde, mizaha ‘ciddiyet - ciddiyetsizlik’ eksenli bir bakış adil bir yaklaşım olmaz. Rosenthal’in tanımı üzerinden yürürsek sınırların kalkması bir ‘durum uzayı’ değişikliğidir ve böyle bir ortamda yaşam tercihini mizahtan yana yapabilir. Dolayısıyla oluşan yeni durum duygu, düşünce ve eylem boyutlarıyla insancadır.

Emtialaşan Mizah
Soruyu tekrar soralım: Mizah nedir? Pek çok edebiyatçı, yazar veya sahne yorumcusu mizahı edebiyat, resim, şiir gibi bir sanat ve icra alanı olarak kabul eder. Mizahın günümüzün ekonomik ve sosyal ilişkiler dünyasında böyle algılanması mevcut durumun beklenen bir yansımasıdır. Çünkü kamuoyunda mizaha ilişkin algı mizahın tiyatro oyunu, sinema filmi, TV dizisi, öykü kitabı ya da sahne gösterisi olduğudur. Bir başka deyişle mizah bir duygu, düşünce ve eylem alanı olarak değil; bu alanın ticari ürünleri olarak tanımlanmaktadır.

Bir ‘şey’ ürün olarak algılanmaya başladığında –sosyo-ekonomik sistem de buna hazırdır, artık üretilen ve tüketilen emtia haline dönüşüyor. İşin daha ilginci, emtia olma süreci –özellikle düşünsel düzeyi düşük toplumlarda– bu alanının sanatsal niteliklerini yok ederek tümüyle tüketmeye odaklı bir ticari sektör haline getiriyor. Kendi adıma felsefe ile geçmişte felsefenin içinde yer alan psikoloji ve mantıktan arıtılmış bir mizah tanımı hayal bile edemiyorum.

Paylaş:

duyguguncesi hakkında

GÜRCAN BANGER, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisans çalışması yaptı. Elektrik yüksek mühendisi. Kamuda mühendislik hizmetleri yapmanın yanında bilişim donanımı ve yazılımı, elektronik, eğitim sektörlerinde işletmeler kurdu, yönetti. Meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. 2005’ten bu yana bazı büyük sanayi şirketleri de dâhil olmak üzere çeşitli kuruluşlarda iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik, stratejik planlama, Endüstri 4.0 gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak hizmet sunuyor. Üniversitelerde kısmi zamanlı ders veriyor. Halen Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net danışmanlık ve eğitim firmasında proje koordinatörüdür. Kendini “business philosopher” olarak tanımlıyor. Düzenli olarak bloglarında (http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net) yazıyor. Değişik konularda yayınlanmış kitapları var. Çeşitli gazete, dergi ve bloglarda yazıları yayınlanıyor. Son yayınları: "Endüstri 4.0 ve Akıllı İşletme", Dorlion Yayınları, Eylül 2016; "Endüstri 4.0 Ekstra", Dorlion Yayınları, Mayıs 2017.
Bu yazı Felsefe, Mizah - Güldürü, Nasreddin Hoca kategorisine gönderilmiş ve , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın