Hasret çok uzaklardaki bir yıldızın adıdır. Onun ışığı bize yarından umutlu olmak için yaşam sevinci verir. Onu ancak gönül gözümüz içe döndüğünde görürüz. Kimi bulutlu karanlık gecelerde görünmez olur. Ama biliriz ki oradadır. O an bilmese bile biz var olmayı başardığımız sürece bir sonraki zamanda ışığı bize geri dönecektir.
Her birimizin birer yıldızı var. Bu yıldızların sayısı, biz insanlarınkinden çok daha büyük… Ama bu kadar çok yıldızın her birinin adının Hasret olması ne kadar tuhaf, değil mi? Birbirine benzeyen veya benzemeyen, farklı uzaklıklarda sadece bize ait olan yıldızlarımız var.
Bu yıldızı sahiplenme konusunda kıskancız. Onun ışığını paylaşmak istemeyiz. Ama evrenin bir muzipliği midir; bazen iki yıldız çakışıvermiş, ışıkları üst üste binmiş, bizimki ile bir başka yıldızınki birleşmiş gibi gelir. İçimiz daha bir heyecanla, iki misli yaşam sevinci ile dolar. Yıldızın yıldıza, hasretin hasrete kavuşması mıdır bu? Yanıldığımız da olur. Bizimkine benzediğini düşündüren ve heyecanlandıran ışık, bir kuyruklu yıldız gibi kayar gider uzayın bir başka noktasına. Kimisi ise bir kara deliğe dönüşüverir beklenmedik bir anda ve biçimde…
Yıldızın Işığından Baharın Aydınlığına
Bir karanlık geceden sonra yıldız ışığının geri dönüşü, uzun kar günlerinden bahara geçiş gibidir. Işığın karanlıktan geri döndüğü gibi, kar günlerinin baharın ışığı gelecek. Elbette uzun kar günlerinden bahara doğru yol alacağız. Hem ruhumuzda hem de fiziksel dünyamızda bulutlar dağılacak, güneş açacak ve içimizi bahar ve sevgi ışıltılarıyla ısıtacağız.
Yaşamın güzel günlerinde neşeli ve umutlu olmak kolaydır. Önemli olan zor zamanlarda, kardan ve tipiden gözün gözü görmediği anlarda yaşam sevincini canlı tutabilmek ve umut ışığını yakabilmektir. Bu ışığı içinde yakabilenler değil midir; ağır koşullar da bile dışını aydınlatabilenler?
Yaşama dokunurken olumlu olmayı severim. Adeta yaşam düsturum haline gelmiştir. En can sıkıcı koşullarda bile olumlu olmayı deneyip bir bilge tavrıyla çevreye sıcaklık, dayanıklılık ve sevinç saçabilmenin erdemli bir davranış olduğunu düşünür; bunu başarabilenlere gıpta ederim.
Başka insanlarla ilişkilerimizi incelediğimde; sağlıklı, iyi ve uzun soluklu ilişkilerin de olumlu değerlendirmelerle başladığını görüyorum. Örneğin genelde insanların bir hasreti olarak ifade edebileceğim sevgi de böyle… Sevginin temel taşları arasında ilk elde karşımızdaki insan hakkında olumlu değerlendirmeler yapabilmek var. “Seviyor muyum?” türünde bir soru varsa aklınızda; bunu doğrulamak için karşınızdaki insan hakkında olumlu değerlendirmeleriniz olup olmadığını sınayabilirsiniz. Eğer sizi sıcak tutan olumlu değerler buluyorsanız, sevgi yolunda önemli merhalelerden birini aşmışsınız demektir. Ama tabii ki, bu yeterli değildir. Bununla kalırsanız; sıklıkla olduğu gibi beğeni ile sevgi karışır.
Saygı ve Güven
Bir ilişkinin sevgi temelli olmasını sağlayan faktörler arasında saygı ve güvenin yakıcı bir önemi vardır. Önce ona saygı duymayı becermeniz gerekir. O kişiye saygı duymak, zorlanarak yapılacak bir iş değildir. İlişkinin doğası gereği kendiliğinden gelişir. Ama olmazsa olmaz bir faktördür. Saygı olmayan ilişki, asla sevgi temelli olamaz. Sevgi, aynı zamanda güven üzerine kurulmalıdır. Sevgide güven, sözsüz bir anlaşmadır. İki taraf da bunu çok olağan olarak kabullenir. Kuşku üzerine kurulmuş bir sevgi de olamaz. Sağlıklı bir sevgi ilişkisinde güvenin ispat edilmesi gerekmez. Taraflar bunu doğal akış içinde kavrarlar.
İlginç bulduğum bir gözlemim şudur. Sağlıklı bir sevgi ilişkisinde insanlar birbirlerine benzediklerini hissederler. İnsanların gerçekten benzer meşguliyet ve özellikleri olması gerekmese de benzedikleri hissi içinde oldukları görülür. Bu durum da sevgiyi ima eden özelliklerden bir diğeridir.
Yukarıdakilere ek olarak; sevginin can damarları arasında bağlılığı, sevecenliği ve içtenliği de saymam gerekir. Bireysel özgürlükle dengelenmiş duygusal bağlılık, sevginin en ilginç paradokslarından birisidir. Böyle bir gerçek ilişkide taraflar, hem bağlı hem de özgür olurlar. İlişki, doğası gereği gelişen sevecenlik yanında açıklık ve içtenlikle donandığında… İşte; o zaman uzun kar günlerinden çıkılır, sevginin güneşine doğru yol alınmaya başlanır. Karanlıklar arasında Hasret isimli yıldızın ışığının çıtırtıları gelir.
Sevme Yeteneği
Mutluluk eski çağlardan bu yana felsefenin tanımlama konusunda en çok sıkıntı çektiği kavramlardan birisi olmuştur. Sevgi de (aşk da) mutluluk gibi zor kavramlardan bir başkasıdır. Psikolojinin felsefeden ayrılması, bilimin insan ruhunu daha fazla merak etmesi ve nicel tekniklerin gelişmesi ile birlikte bu tür kavramların doğrudan tanımlanması yerine kavramın unsurlarının ve göstergelerinin incelenmesine dönüldü. Sevgi ve aşk gibi kavramların incelenmesi de –beyin ve sinir sistemi üzerine yapılan çalışmalar yanında– anketlerle ve katılımcılara yöneltilen sorularla aydınlığa kavuşturulmaya çalışılıyor.
Bu araştırmaların gösterdiğine göre sevgi bir ‘duygusal olgu’ olarak deneyimleniyor. Ama duygusal olgu veya duygusal deneyim demek, sevgiyi açıklamak ve aydınlatmak için yeterli değil. Buna rağmen araştırmalara katılan kişilerin verdikleri bazı ipuçları var. Bu tür araştırmalarda verilen cevaplara göre örneğin sevgi, neşe ve mutluluk ile bağdaştırılıyor. Çocukça bir neşe ve mutluluk duygusu, sevgi ile sıklıkla anılan durumlar olarak görülüyor. Bazı filozoflar kendi etik felsefelerinde sevgi, neşe ve mutluluk eşleşmesinden söz ederler.
Sevgi ile bağdaştırılan başka iki kavram, bağlılık ve birliktelik duygusudur. Karşılıklı uyum ve benzer zihin yapıları birlikte olma duygusunu pekiştiriyor. Aynı değer ve nitelikleri paylaşma, benzer sosyal geri planlara sahip olma, eğitim ve kişisel özellikler açısından benzeşme gibi faktörlerin sevginin oluşumunda etkili olduğu ifade ediliyor. Ortak ilgi ve hobi alanları birlikte yaşamın zenginleşmesini ve bir arada daha iyi zaman geçirilmesini sağlıyor.
Bağlılık ve birliktelik konusunda oluşan ihtiyaç yanında sevgi kendini beğenme, takdir ve sorumluluk olarak da ortaya koyuyor. Sevgide sorumluluk duygusu, karşı tarafı fark edebilme ve ona yönelik sevecenlik ifadesi olarak ifade ediliyor.
Sevginin kişide en belirgin özelliklerinden birisi dalgalanan duygular olarak görülüyor. Bu dalgalanmayı ayakları yerden kesen esriklikten depresyona kadar çok farklı şekillerde izleyebiliriz. Bunlar arasında ayakta hayal görme, uyku sorunu, yerinde duramama veya yoğunlaşma zorluğu sıklıkla rastlanan durumlardır.
Sevgi ile beğenmeyi birbirinden ayıran önemli bir kriter var. Sevgi ilişkisinde karşıdaki kişi ‘olduğu’ gibi kabul edilir. Bu tür bir ilişkide taraflar birbirlerini değiştirmek yerine birbirlerine eklemlenerek birlikte ergimeyi tercih ederler. Bu nedenle diğer kişinin sahiplenilmesi bir fiziksel nesne edinip ona sahip olmaya benzemez. Farklılıklar ve özgürlük birlikte yaşanır.
Anlaşılıyor ki; gerçek sevgi ilişkisi problem yerine çözüm odaklıdır. Sıkıntılar, zorluklar ve sorunlar günlük yaşamın olağan parçaları kabul edilir; bunlar bir ayrışma ve çatışma nedeni olarak algılanmaz. Etkileşim, dinleme, konuşma ve iletişim sevgi sürecinde değerli özellikler olarak kabul edilir. Sevginin gelişimi ile birlikte problem çözme performansı da yükselir; taraflar sorun çözdükçe tek tek ve birlikte daha güçlü hale gelirler.
Sevgi ilişkisinin diğer göstergeleri arasında aynı zamanda tek tek taraflarda ve birlikte gelişen özdenetim, teşvik, affedicilik, yardımseverlik, şefkat ve empati özelliklerinden de söz edebiliriz. Sevgi ilişkisi kendini feda etmeyi gerektirmeyen, diğerkâmlığa ihtiyaç duymayan ‘ilişkiye ait doğal yükümlülük’ olarak kabul edilir. Son olarak; sevgi ilişkisinin en belirgin tezahürlerinden birisi coşku ve mizah duygusunun gelişmesidir. Oyun ve mizah duyguları sevgiyi dış tehlikelere karşı koruyan niteliklerden birisidir. Sevgi diğer özellikleri yanında tarafları eğlendirir.
Kıssadan hisse: İki insan arasındaki sevgi iki kişilik, ama tek bir bütünü oluşturan bir ilişkidir. Aynen mutluluğun ve sevincin paylaşıldığı gibi sorunlarında da bu bütünlük içinde çözülmesi gerekir.
Sevginin Özel Ortamında Gezinmeler
Mekân anlamlandırdığımız bir olgudur. Örneğin keyfimizin yerinde olmadığı zamanlarda hepimiz bir sevgi ortamında olmayı severiz. Sınırsız ve koşulsuz sevgi ve ilgi görmeyi isteriz. Ama bu istediğimizi sağlamak için bile bazı şartların sağlanması gereğini unuturuz. Sevgi ortamını değişik renk ve kokularda çiçeklerle bezenmiş bir bahçeye benzetirim. Sevginin bahçe kapısı ise iletişimdir. Bu kapıdan geçmeden kalbe ulaşmak pek mümkün değildir. Eğer iletişimsiz bir sevginin mümkün olacağına inanıyorsak, istediğimizin veya bulduğumuzun sevgi olduğundan kuşku duymalıyız.
Birbirimiz hakkında fikirlerimizin görüşmenin daha ilk birkaç saniyesinde oluştuğunu bilirsiniz. Ne yazık ki, bu ilk anda bir izlenim oluştuğu tezi gerçek olsa da bu izlenimin doğruluğu tartışmalıdır. Ancak sonraki zamanda izlenim oluşturduğumuz, karşımızdaki insan hakkındaki ilk izlenimlerimizi silmek kolay olmaz.
Saygılı İletişim
İletişimde saygılı olmayı öğrenmek, bir çırpıda oluveren kolay bir konu değildir. Hele ki karşımızdaki insan, bir saygı, hoşgörü ve demokrasi ortamı içinde yetişmediyse bizi yargılamakta hiç de eli titrek davranmayacaktır. Özetle; insanlar daha ilk temasta karşılarındaki insanı beğenip beğenmediklerine, ona güven duyup duymadıklarına ve tabii ki inanıp inanmadıklarına karar verirler. Eğer o insan hakkında daha baştan bir olumlu hava oluşursa sonraki iletişim için daha istekli, güvenli ve inançlı olurlar.
Örneğin böylesine olumlu bir ortam oluşturabilen bir konuşmacının fikirlerini dinleyicilerine kabul ettirmesi çok kolay olur. Öğrenciler en çok bireysel duruşları ile sıcak bir sınıf ortamı oluşturan öğretmenlerini beğenirler. Daha ilk görünümüyle olumlu bir izlenim yaratan siyasetçilerin başarı şansı daha yüksek olur. Daha ilk temasta sevilen bir insan olmak, yukarıda abarttığım kadar da zor değildir. Bazı özellikleri kişiliğimizin birer unsuru haline getirebilirsek bu yolda önemli bir adım atmış oluruz.
İlk görüşmede ben de olumlu bir izlenim yaratan insanların gülümsemeyi bilenler olduğunu fark ettim. Muhtemelen bu durum, pek çok başka insan için de aynıdır. Bence gülümsemeyi bilmek, sevginin bahçe kapısı olan doğru iletişimi sağlayabilmek için önemli ve değerli bir unsur. Özellikle yaşamın aynasında önce kendi varlığımıza gülümseyebilmek…
Çocukluk ve Bilgelik
İnsanın en önemli yaş dönemi çocukluk çağına denk düşenler oluyor. İyisiyle kötüsüyle… Karakter özelliklerimizin pek çoğunu bebeklikten başlayarak çocukluğumuzda ediniyoruz. Bu dönemde donandığımız çok sayıda beceri de var. Tabii ki, öğrenmeyi ve edinmeyi atladıklarımız da…
İnsan olma yetkinliği, her bireyin değişik düzeylerde edinebileceği değerli bir özelliktir. Yaşamdan gerekli dersleri çıkarıp kendini geliştirmeyi başaran birey ise bilgeliğe doğru emin adımlarla ilerliyor. Kanımca; bilgeliğin ilk koşulu, hoş görüp bağışlayıcı olabilmektir. İnsan, başkalarınınkileri olduğu kadar kendi hatalarını da bağışlayabilmeyi ama bunlardan ders alarak tekrar etmemeyi öğrenebilmelidir. Hatalar konusunda doğru zamanda doğru önlemler, hata yapmanın bir alışkanlık haline gelmemesini sağlar.
Başka insanları bağışlayabilmek yapısal bir bilgelik özelliğidir. Bağışlamanın hatalı davrananı ezmeden, onun insani yanına zarar vermeden olması önemlidir. Bağışlama, çocuklukta öğrenilmesi unutulmuş bir dersin biraz gecikmiş olarak öğrenilmesini hedeflemelidir. Karşımızdakini bağışlama, onun gelecekteki davranış modelini olumlu yönde etkilediği sürece çok daha değerli olacaktır. Bağışlayabilmek ve ezmeden, kırmadan karşımızdakinin bunu hissetmesini sağlamak, karşımızdaki insan kadar bizim için de nice değerli bir derstir.
İnsanın yaşamla yüz yüze durduğu yer, bir iletişim noktasıdır. Türü ne olursa olsun iletişimin yer alacağı ortamın saygı unsurunu içermesi gerekir. İnsan, öncelikle kendi değerlerine saygı gösterebilmeyi bilmelidir. Kendine saygı duymayan bir kişinin çevresine saygı duymasını beklemek hayal olur. Saygı denen olgu, önce kendi değer ve özelliklerine saygı duyabilmekle başlar. Çünkü bu süreç, insanın kendisini iyi ve doğru tanımasını sağlar. Kendini tanımayan insan, başkalarını da bilip tanıyamaz.
Bir Avuç Kum
Çevremize, karşımızdaki insana saygı beslemek, ona ilişkin değerleri ve anlamları önemsemek demektir. İnsanlar önemsenmedikleri bir ortamda bulunmak istemezler. Saygı içermeyen bir iletişim ortamında yer almaya hevesli olmazlar. Saygı, bir arada barış içinde yaşayabilmenin ve çok kültürlülük ortamında ortak paydayı bulabilmenin ön koşuludur. Saygı, sevginin de vazgeçilmez önkoşuludur. Eğer biten sevgilerden söz edeceksek; genelde sevgi bitmeden çok önce saygı bitmiştir zaten.
Paylaşmak da çocukluğumuzda öğrendiğimiz temel dersler arasındadır. Ama bazılarımız, ‘paylaşım’ isimli dersten ‘kopya çekerek’ geçeriz adeta. Bu ‘haylaz’ davranış, yaşamımızın daha sonraki yıllarında bize olumsuz gerginlikler ve hırslar olarak döner. Paylaşım deyince; illa ki, maddi zenginliklerden söz ettiğim sanılmasın. İnsan, duygularını, düşüncelerini de paylaşabilmeyi bilmelidir. Bir paylaşım hukuku içinde yer almış taraflar, birbirlerine taahhüt ettikleri gibi zamanlarını da paylaşabilmelidirler. Maddi olmayan konularda paylaşımın ilginç bir özelliği vardır. Örneğin sevgi paylaşıldıkça çoğalır. Sevgiyi kendinize saklamaya çalıştığınızda onu daha hızlı kaybedersiniz. Genel anlamda paylaşımın çoğaltan etkisi vardır.
Bazen sevgiyi bir avuç dolusu ince kuma benzetirim. Onu kaybetmemek için sıktıkça daha fazla kayar gider avucunuzdan. Sevgiyi korumak için biteviye sıkmak ve onu boğmaya kalkmak iyi bir yol olmayabilir. Sevgi, paylaşarak korumamız gereken bir değerdir. Eğer zaman içinde sizin sevginizde bir kayıp veya zedelenme olursa, sevgiyi paylaşmış olduğunuz insan, sevginizi yenilemenize yardımcı olacaktır. Bir kalbin yedeği, diğer kalptedir.
İnsanın yaşamını sürdürebilmesi için bazı temel ihtiyaçları var. Yemek, içmek veya uyumak gibi… Ama bunlar insanı herhangi bir canlıdan ayırt etmiyor. İşin içine sevmek ve sevilmek girince; insan kimliğinin çok yönlülüğünü anlamaya başlıyoruz. Sevgi, çocuklukta –hatta muhtemelen anne karnında– öğrenilmeye başlanıyor. Yaşamın ilk yıllarında sevginin odağında anne ve baba bulunuyor. Çocuklukta sosyal yaşamın çeşitlenmesi ile birlikte; sevgi de, anne ve babanın dışına açılarak yeni biçimler kazanıyor. Başka insanları sevmek ve başkaları tarafından sevilmek, anne-baba sevgisi yakınlığının aşılması ile elde edilir. Hiç kuşkusuz; aile içinde sevgiyi bulamayanlar için dış dünyada bu talebi karşılamaya çalışma sıkıntısını da hatırlatmak gerekir.
Darboğazlar
İki muhtemel darboğazdan söz edebiliriz. Öncelikle; çocuk, anne ve babanın ilgisizliği ve kayıtsızlığı nedeniyle sevgiyi öğrenmekte zorlanabilir. Anne veya babanın sevgisine olan özlem, bu iklimde yetişmiş bir çocuğun sonraki sevgi ilişkilerini etkiler. Kendinden yaşça büyük kişilere duygusal ilgi duyan insanların pek çoğunun, sevgi geçmişinde anne-baba ilgisizliğinin veya ebeveyne ait sevgi problemlerinin bulunması şaşırtıcı değildir. İkinci olarak; sevginin, anne-baba sevgisinden dış dünyadaki diğer insanlara olan sevgiye doğru açılımında sorunlar olabilir. Sevgi dolu olsa bile, dar bir aile çevresinde ve fazlaca dışa açılmadan yetişmiş çocukların ileri yaşamlarında en belirgin özelliklerinin bencillik olmasının nedeni çoğu zaman budur.
Aslında; üçüncü bir durumun daha olduğunu söyleyebiliriz. Kişi, sevgi ihtiyacının fark edilmesi için yeterli zamana sahip olamayabilir. Geleneksel özellikleri etkin ailelerde yetişen çocuklar, eğer çok genç yaşlarda kalıcı bir ilişkiye girmek zorunda kalırlarsa, bir sevgi ihtiyacının farkına varmadan sevgisiz bir birlikteliğe adım atmış olurlar.
Umutsuzluk
Umutsuzluk, içine bir çığlığın emanet bırakıldığı derin bir kuyudur. Bu çığlık, “Sevgiye ihtiyacım var” mesajını taşısa da; kuyunun karanlığı, diğer insanları uzaklaştıran bir özelliğe sahiptir. “Sevilmeyi istemekte ne var?” diyebilirsiniz. Evet; herkes sevilmeyi ister. Ama sevgi sadece bir kuyuya bırakılabilecek bir çığlık değildir. Sevgi, herkesin kendi adımını attığı bir karşılıklı yürüyüştür. Kendi adımını atmak ise bir kuyuya çığlık emanet etmekten daha fazla bir ‘şeydir’.
Sevgi, bir yaşam biçimidir. Bu nedenle yaşamın zorlukları ve engelleri sevgi içeren bir yaşamda da vardır. Kimi zaman bu zorlukların aşılması zaman ve emek ister. Sevgi ihtiyacını hissetmek, bu uzun zorlu yolun sadece ilk adımıdır.
Eğer Sevgiden Söz Ediyorsak
Sevginin ve buna bağlı yaşam sevincinin varlığı sağlık belirtisidir. Sevgi, toplam olarak olumlu bir duygusal haldir. Kişiye ruh ve beden olarak yararlı katkılar yapar. İnsanın değişim ve yenilenme ivmesini artırır. Mutlu olmanın tek yolu bu olmasa da; sevgi, insanı mutlu etme potansiyeli taşır. İnsanın kendisini ve çevresini daha iyi tanımasına ve anlamasına vesile olur. Çünkü sevgi, değişim için değerli bir öz içerir; bu durum da insanın kendini, çevresini ve uzak ufukları daha iyi algılamasının yolunu açar.
Kimi zaman mutlu olmak için bazı seçenekleri fazlasıyla abartırız. Örneğin mutlu olmamızı engelleyen en önemli sorunun ‘sevgi yoksunluğu’ olduğunu düşündüğümüz zamanlar olur. Sevgi olabilse, yaşamımızdaki tüm sıkıntıların bir anda aşılıvereceği gibi bir fikre takılıp kaldığımız olur. Hâlbuki mutlu olmak ve sevgi, genelde birbirinden iki farklı olgudur. Mutlu olmak için sevgi gibi bir ön koşul olmadığı gibi, sevgi sandığımız sürecin bizi mutlu edeceğini de garanti edemeyiz.
Eğer gerçek sevgiden söz ediyorsak, bu duygunun iki yönlü olarak –bazı örneklerde eşit veya eşdeğer olmasa da– ‘iyilik’ ve olumluluk içermesi gerekir. Eğer mutlu olmak adına kendimizi gerçek olmayan bir sevginin hayali denizine atıyorsak, kısa sürede başımıza gelecek olan kuşku, saygınlık yitimi, özgüven kaybı, karamsarlık ve kişilik veya kimlik erozyonudur. Eğer sevginin varlığımızda yapması gerekenleri ölçebilseydik, genel anlamda kendini ‘iyi’ hissetme dışında yaşama sevincimizin de arttığını ölçebilmemiz gerekirdi.
Sevgi Kavşağı
Yardım alamayacağınız bir tabelasız kavşağa geldiğinizde; başınıza gelebilecek iki muhtemel durum var demektir. Birincisi; seçtiğiniz yolun, sizi arzuladığınız yere ulaştırmasıdır. İkinci olarak kötü ihtimal ise yanlış yolu seçmeniz durumunda her arzuladığınız yere ulaşamayacaksınız, hem de yeni bir deneme için geri dönüp tekrar başlamanız gerekecektir. Hiç kuşkusuz; yanlış yolu tercih ettirmenin sizde zamandan başka enerji kayıplarına neden olması da kaçınılmazdır.
Pek çok insan için sevgi, kuş uçmaz ve kervan geçmez bir dağ başında, bir çift yol ayrımında tabelasız kavşak gibidir. İki yoldan birini –sevgiyi ya da yalnız kalmayı– tercih ettiğinizde bu seçimin size yansıyan sonuçları olacaktır. Doğru bir kişi ve doğru bir ilişki ile sonunda pişman olmayacağınız bir süreci yaşarken, yanlış seçimde ciddi sorunlar ve önemli kayıplar yaşayabileceksiniz.
Sevgi konusunda yanlış seçim yapmak, bu yolun sonu anlamına gelmez. Önemli olan, kişinin sevginin yarattığı gönül sarhoşluğu ile bu süreci izleyip denetlemekten kendini alıkoymamasıdır. Hatalı bir sevgi ilişkisinde yanlışların zamanında farkında olmak, kişiyi yıpratmak ve enerji kaybettirmek yerine onun yaşam hakkında doğru deneyimle donanmasını sağlayabilir. Her ne kadar sevgi konusunda çok sayıda ve değişik içerikte kitap yazılmış olmasına rağmen sevginin kitabı yaşamın kendisidir. Bir anlamda her birey, kendi sevgi kitabını kendisi yaşayarak –ya da yaşama fırsatı yakalayamadan– kendisi yazar.
Gerçek sevginin kişiyi canlılığa, yaşam sevinci artışına ve yenileşmeye açması beklenir. Örneğin sevgi olduğunu düşündüğünüz duygu ile kendinizi daha atıl, hareketsiz ve karamsar buluyorsanız, yanlış bir ruh hali içinde olduğunuzdan veya mevcut olanın sevgi olmadığından kuşkulanabilirsiniz. Yine sevgi ilişkisi ile kendinizi bir hapishaneye kapatılmış olarak algılıyorsanız, yine yolunda gitmeyen bir şeyler var demektir. Sevgi, içeriğinde ispatları olan matematik değildir. Sevgi, fizik ya da kimya da değildir. Sevgi, insanı anlamlandırma gücü ile cansız evrenden ayırt eden en önemli imtiyazlarımızdan biridir. İnsan olmanın zorluğunu, sevgiyi de kendi içinde taşır.