Her Durumda Ezber Bozuluyor
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
2000’li yıllara kadar ülkede ne olup biteceğini anlamak için üst kademedeki askerlerin bir konuda ne düşündüklerine bakardım. Onların geçit vermediği bir yola çıkmak hiç kimse için mümkün olmazdı. Gene bu gerçeğe bağlı olarak yakın yıllara kadar Meclis’in gündemini bürokratlar belirlerdi. Yasa koyucunun Meclis olmasına rağmen bürokraside hazırlanıp gelen taslakların fazlaca değişmeden yasa haline gelmesi hiç şaşırtıcı olmazdı. Gene bu bağlamda bazı üst düzey bürokratlar değişmekle birlikte orta kademe bürokratların aristokrasisi devam ederdi.
Şimdilerde askeriyenin üst kademesinin ülkenin gidişatına olan etkisi azalıyor. Bürokrasi kademelerinde eskiye oranla daha farklı resimler görmeye başladık. Geleneksel tarz-ı idare yerini daha farklı bir modele bırakıyor gibi…
Dünya Durumu
Dünya ahvaline bakalım. Küreselleşme olgusu ile birlikte bir zamanlar demir perde gibi duran ülke sınırları, giderek tül perdelere dönüştü. Ama ulus-devlet varlığını sürdürmeye devam ettiğine göre; hâlâ belli sınırlar içinde yaşayan (toplum olarak isimlendirdiğimiz) insan topluluklarından söz etmeye devam edeceğiz.
Toplumun yaşadığı çevreyi bir kavanoza benzetirsek; toplum, bu kabın içinde yalnız başına durmuyor. Kendini yönetmek ve denetlemek için örgütlediği devletle birlikte yer alıyor. Dolayısıyla toplumun bir parçasını devlet oluşturuyor. Kimi örneklerde devlet öyle büyük oluyor ki; toplumun geriye kalan kısmının nefes alacak yeri kalmıyor. Devlet kavramını daha genel bağlamda politik toplum olarak isimlendirebileceğimizi hatırlatayım. Devletin yapısı farklılaşıyor gibi görünmekle birlikte politik toplum, sivil topluma ihtiyaç bırakmayacak bir işgal eğilimi içinde…
Devlet
Bizim toplumsal geleneğimiz, büyük devletin merkez alınması üzerine kurulmuş. Her şey ona göre tanımlanıyor. Bütün soruların cevapları ondan kaynak buluyor. O hem şoför hem de trafik polisi. Gereğinde yaya bile olabiliyor. O hem özne, hem ayna hem de aynadaki yansı.
Bu topraklar üstünde devlet daima en büyük olmuş. Neredeyse tüm alan ve kurumları denetlemiş. Kendi yapmadığını veya yapamadığını, kendisine sadakatle bağlı olanın yapmasına özen göstermiş. Geleneğimizde ve tarihimizde sivil toplum örneklerini bulmak için daima çok zorlanıyoruz. Genelde sivil örnekler olarak gösterilen loncaların ve dinî cemaatlerin de sivil toplum tanımına ne denli uyduğu kuşkulu. Tarihsel geçmişte daha sivil bir duruş gösteren dini topluluklar bile bugün siyasal toplumun bir parçası haline dönüşüyorlar. Bu da ilginç bir gelişme.
Osmanlı tipi bir devlet ve yönetim modeli, teknik olarak patrimonyal olarak isimlendiriliyor. Cumhuriyet ile birlikte patrimonyal sistemin padişahlık bölümü tedavülden kalkmakla birlikte, asker ve bürokrat kesimler açısından devletin toplum üzerindeki benzer tanımlayıcı, yönetici, denetleyici tavrı sürmüş.
Toplum
Tarihimizde devlet nezdinde değer görmeyen kesimler arasında sadece sivil toplum kuruluşları yer almıyor. Ekonomik işletmeler de gerekli teveccühe mazhar olmamışlar. Onlar da gelişmek için gerekli teşviki bulmak bir yana; gayet kısıtlı koşullar altında yaşamak zorunda kalmışlar. Ticaret ve sanayi kesiminin devletin ilgisine mazhar olmaya başladığı zaman dilimi, ancak Cumhuriyet dönemine denk düşer.
Yaşadığımız dönemde devlet ve toplum bağlamında tanıdık olmayan bir ayırım noktasına doğru yürüyoruz. 21’inci yüzyılın başına kadar yönetimin, devletin ve ülkenin sahibi bürokrasi idi. Bunun içinde askeriyenin elit bir yeri vardı. Şimdiler bürokrasi yerini siyasete bırakıyor. Bu bırakış bir yanıyla bir açılım umudu oluşturuyor. Ama siyaset kurumundaki rant sisteminin sağlam yapısına ve sürdürülebilirliğine bakıldığında pek ümitli bir durumdan söz etmek mümkün değil. Emzikle beslenmeye alıştırılmış bir toplumun ise bu sistemi değiştirmeye niyeti yok gibi…