İnsan Olmak, Hak Sahibi Olmaktır

İnsan haklarıİnsan Olmak, Hak Sahibi Olmaktır

Gürcan Banger

Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle

Toplumumuzun yakın zamana kadar algı tarzlarından birisi, “Hak yok, görev var” şeklindeydi. Böyle eğitildik. Birey olamadık, kul olduk. Yaşam hakkımız yerine fedakârlığı koyduk. Ama çoğu zaman feda eden konumunda vatandaşlar olarak bizler bulunduk; devlet asla kendi hukukundan vatandaşlar adına fedakârlık etmek istemedi. Vergi ve prim borcumuzu ödeyemedik, faiziyle istendi; sonunda kapımıza haciz geldiği zamanlar oldu. Bu gibi durumlarda “devlet babamız”, kapımıza gelip “Sen neden dardasın? Yapabileceğim bir şey var mı?” diye sormadı. Vergiler daima arttı ama azalmadı. Bu süreçte hak olmadı, görev oldu; devlet kendi hakkını alırken vatandaşa telef olmak düştü. Yasalar değişse de, ne devletin tutum ve davranışı değişti; ne de vatandaş hakları için daha talepkâr olabildi… Yasaya karşı kapalı yerlerde sigara içmenin demokratik hakkımız olduğu gevezeliğinin ötesine henüz geçemedik.

İnsan olarak haklarımız

Ne zaman bir sosyal sözleşme, bildirge ve ahlaki belge yazsak; mutlaka insan haklarına saygılı ve bağlı olduğumuzdan veya olacağımızdan söz ederiz. Belli belirsiz de olsa, bu konunun önemini hissederiz. Günümüzde insan haklarının, siyaset ve sivil toplum alanlarının en önemli unsurlarından birisi olarak kabul edilmesinde de bu naif hissedişlerin etkileri olmalı. Buna karşılık; pek çok kavram için olduğu gibi, insan haklarının ne olduğu sorusunu bir çırpıda cevaplamak kolay olmayabilir. Bunda; sözcükleri ve terimleri kolaylıkla kullandığımız halde ne oldukları konusunda fazlaca araştırıcı olmayışımızın genel etkisi var.

Basit olarak söylendiğinde; insan hakları, tüm insanların sahip oldukları hak ve özgürlükler olarak tanımlanabilir. İnsan hakları; ayırımsız olarak her bireyin ırk, kültürel kimlik, din, dil veya cinsiyet ayrımı gözetilmeden kullanabileceği haklardır. Tanım gereği bu hakları kullanmakta tüm insanlar özgürdürler.

İnsan hakları, gerçekten yukarıda tanımladığı gibi özgürce kullanılabiliyor mu? Dünya üzerinde süren çatışmalara, gerginliklere, sömürüye ve ihlallere göz attığımızda; gerçek durumun hiç de tanımda anlatıldığı gibi olmadığını görüyoruz. Bu nedenle insan hakları, önemli ölçüde bir insanlık idealini ifade ediyor. İnsan haklarının insanlık için bir vizyon oluşturduğunu söylemek doğru bir ifade olur. Bu özelliği açısından da özellikle yeni siyasal ve sivil söylemlerin odak noktasında bulunması gereken unsurlardan birisi insan hakları olgusudur.

İnsan Hakları Beyannamesi

İnsan hakları konusunda en önemli belge, 10 Aralık 1948’te Birleşmiş Milletler’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’dir. İnsan hakları, Beyannamenin ilanından bu yana 60 küsur yıl gibi bir süre geçmesine rağmen sahte adalet, eşitlik, demokrasi iddiaları ile en fazla ihlal edilen haklar arasında olmaya devam etmektedir.

İnsan hakları, her bireyin hak, özgürlük ve saygınlık açısından ayrımsız olarak eşit doğduğu yaklaşımı üzerine kurulmuştur. Zihnen ve hukuken bu gerçekliği benimsesek bile; insanların eşit fırsat ve eşit başlangıç imkânlarına sahip olmadıkları da bir başka gerçektir. İşte; insan hakları, bu yönüyle siyaset ve sivil toplum kuruluşları ile kamu yönetimleri için bir vizyon oluşturmaktadır. Medya organlarının gündemi incelendiğinde görülmektedir ki; günümüzde insan hakları konusundaki gerçekleşme, eşitliğin ve adaletin ne yazık ki, kendiliğinden oluşmadığı konusunda çok fazla kanıt ortaya koymaktadır. Tüm dünyada insan hakları ve af örgütleri, tüm zorluklara rağmen bu alanda biraz iyileşme yaratabilmek için yoğun biçimde çalışmaktadırlar.

İnsan hakları konusu, tüm ihlallere rağmen evrensel hukukun en önemli alanlarından birisidir. Konu ile yakından ilgilenildiğinde; şaşırtıcı bir enginlik, çeşitlilik ve derinlik olduğunu görmek mümkündür. Tarihsel olarak bakıldığında ise konunun geçmişinin Milat’tan önceki döneme dayandığı ve bu yıllara ait yazılı belgeler bulunduğu gözlenir. Yaklaşık 2500 yıllık yazılı insan hakları sürecinin en önemli belgelerinden birisi yukarıda sözünü ettiğim bu beyannamedir.

İnsan hakları konusu, hukukun kendisinin olduğu gibi, değişik tasniflemelere tabi tutulmuştur. Bugün sık kullanılan sınıflandırmalardan birisi; birinci, ikinci ve üçüncü kuşak haklar biçiminde yapılmaktadır.

İnsan hakları kuşakları

İnsan hakları, tarihsel gelişime bağlı olarak birinci, ikinci ve üçüncü kuşak haklar olarak ayrımlanır. Klasik haklar olarak da anılan birinci kuşak haklar, genelde bireyi kendi dışındaki -devlet, toplum ve üçüncü kişi ve kuruluşlar gibi- sosyal güçlerden korumayı hedefleyen haklardır. Birinci kuşak hakların, özellikle devleti sınırlamayı hedef alması nedeniyle; bu grup, negatif statü hakları olarak da isimlendirilir. Demokratik devletin, birtakım ekonomik, sosyal ve hukuksal düzenlemeler yaparak birinci kuşak hakların kullanılmasını kolaylaştırması beklenir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi pek çok maddesi ile ağırlıklı olarak birinci kuşak hakları tanımlar. Hayli kapsamlı olan bu grupta yer alan hakların bir bölümü, eski dönemlerde oluşturulmuş olmasına rağmen; bugün başta devlet olmak üzere toplumda mevcut bazı kurumların bu hakların gereklerine uygun davrandığını söylemek zordur. Örneğin mahremiyet hakkı, bu kuşakta yer almasına rağmen izinsiz dinleme faaliyetleri sıklıkla dile getirilen örneklerdendir. Diğer yandan ülkemizde ciddi bir sorun olmaya devam eden düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme hakkı ile katılma hakkı yine birinci kuşak haklar arasında yer alır. Bu grupta yer alan işkence yasağı konusunu ise yorumunuza bırakıyorum.

İkinci kuşak haklar

İnsanın bir toplum içinde yaşadığına ve bulunduğu ortamda ekonomik, sosyal ve kültürel imkânlardan yararlanması gereğine işaret eden ikinci kuşak haklar, Sanayi Devrimi ile gündeme gelmiştir. 19 ve 20’nci yüzyıllarda şekillenen ikinci kuşak haklara, Sanayi Toplumu’nun yarattığı sınıflar arası eşitsizlikler ve sorunlar -özellikle işçi sınıfının yaşadığı ağır şartlar- esin kaynağı olmuştur. 19’uncu yüzyılda dile getirilmeye başlayan ikinci kuşak sosyal haklar konusu, yazılı ifadesini ise 1948’deki İnsan Hakları Beyannamesi’nde bulur.

İkinci kuşak haklar arasında sosyal güvenlik hakkı, çalışma, adil gelir ve sendika kurma ile grev ve toplu sözleşme hakkı, eğitim hakkı, kültürel yaşama katılma hakkı ve sağlık, beslenme ve konut hakkı gibi sosyal unsurlar yer alır. Günümüzün yaşam yapılarına baktığımızda; ne bireylerin adil bir gelir elde etmelerinde, ne de kültürel yaşama katılmalarında gerekli ekonomik ve sosyal ortamların oluşmadığını görüyoruz. Keza eğitim hakları konusunda da eşit fırsat ve eşit başlangıç şartlarının hâlâ oluşmamış olduğunu da söyleyebiliriz.

Üçüncü kuşak haklar

Hâlâ gelişimi tamamlanmamış olan üçüncü kuşak haklar -dayanışma hakları- insanın bir topluluk içinde yaşama anlayış ve yaklaşımını ifade eder. Bu çağın ifadesi olan Ağ Toplumu’na uygunluğu ile dikkati çeken üçüncü kuşak haklar, insanın yaşadığı toplum içinde dayanışma ortamını oluşturma ihtiyacını anlatır. Üçüncü kuşak hakları arasında çevre hakkı, bilgi edinme hakkı, barış hakkı, gelişim hakkı, insanlığın ortak varlığından yararlanma hakkı, barış hakkı ve kendi kaderini tayin hakkı gibi unsurlardan söz edebiliriz.

Yukarıda değindiğim gibi; gelişim süreci henüz tamamlanmamış olan üçüncü kuşak hakların ortaya çıkışında, doğal yaşamın varlığının yeni tehditlerle karşılaşması, teknolojik gelişimin sonuçlarının canlı yaşamını olumsuz etkilemeye başlaması ile insanlığın sürdürülebilirliğinin tehlikeye girmesi etkili olmuştur. Yine küresel ısınmanın, çevre kirliliğinin, başta nükleer olmak üzere silahlanma tehdidinin, artan küresel terörün ve dünyada bölgesel gelişim farkının dayanışma haklarının oluşmadaki etkilerinden söz edebiliriz.

Özellikle üçüncü kuşak haklar, sivil toplum alanındaki gelişmelerle yakından ilgilidir. Geleneksel siyasetin cevap veremediği bu beyaz alanlara ilk olarak sivil toplum aktörleri işaret ettiler. Kendini geleneksel siyasetin kısırlığı dışında tanımlayacak olan yeni bir siyasal söylemin, mutlaka bu hak grubunu içermesi ve zenginleştirmesi gerektiği açıktır.

Son söz: Hak olmazsa görev de olmaz.

Paylaş:

duyguguncesi hakkında

GÜRCAN BANGER, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisans çalışması yaptı. Elektrik yüksek mühendisi. Kamuda mühendislik hizmetleri yapmanın yanında bilişim donanımı ve yazılımı, elektronik, eğitim sektörlerinde işletmeler kurdu, yönetti. Meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. 2005’ten bu yana bazı büyük sanayi şirketleri de dâhil olmak üzere çeşitli kuruluşlarda iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik, stratejik planlama gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak hizmet sunuyor. Üniversitelerde kısmi zamanlı ders veriyor. Halen Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net danışmanlık ve eğitim firmasında proje koordinatörüdür. Kendini “business philosopher” olarak tanımlıyor. Düzenli olarak bloglarında (http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net) yazıyor. Değişik konularda yayınlanmış kitapları var. Çeşitli gazete, dergi ve bloglarda yazıları yayınlanıyor.
Bu yazı Hak - Haklılık, İnsan hakları kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir