İnternet Saf Özgürlük mü?
Gürcan Banger
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nin düzenlediği “Yeni Medya” temalı uluslararası konferansta sunduğum “Sosyal Medyanın Kurumsal İnovasyon İçin Kitle Kaynak (Crowdsourcing) Olarak Kullanımı” başlıklı bildiri, İnternet ve sosyal medya konularına geri dönüp bakmama vesile oldu. Bu süreçte sıklıkla; bir teknolojik gelişme olduğu için İnternete olumlayarak mı bakmamız gerektiği sorusu, zihnimi didikleyip durdu. Yaşadığımız çağda elimizde kolaylıkla kullanabildiğimiz ve araç olarak çeşitliliğe sahip yeni bir iletişim ortamı var. İnternet medyasının bir ‘kamusal alan’ oluşturduğu şeklindeki naif ve kendiliğinden izlenime sahibiz. Bu ortamda kendimizi ifade etmek için –başka araçlar da kullanarak– içerik üretme imkânımız var.
Arama motorları sayesinde kitap arama, araştırma için veri toplama ve bunlara sahip olmak için önemli ödemeler yapma zorluklarından kurtulmuş gibiyiz. Hatta öyle ki; devlet, öğrencileri ders kitaplarını edinmek ve kullanmak yerine, İnternet bağlantısı olan tablet bilgisayara yönlendirme çabası içinde…. Böylece çocuklar; kitaplarını, defterlerini doldurdukları kocaman çantaları taşımak zorunda kalmayacaklar.
İnternet, fiziksel mekânlar arası ulaşım ihtiyacını ortadan kaldırmış gibi görünüyor. TV’nin kanallarının sayı ve çeşitlilik olarak artması bu medyaya yönelik bir bağımlılık yaratmıştı. Eskiden komşuluk olarak ifade edilen ilişki modeli silikleşerek, herkesin zincirlenmiş bir şekilde iletişim kurmaksızın ekrana baktığı bir yaşam tarzı oluşmuştu. İnternet ve buna bağlı yeni platformlar sayesinde yeni bir iletişim –dolayısıyla ilişki– modeli oluştu. Bir başka deyişle; teknoloji ve yeni mekân düzenlemeleri sayesinde zayıflayan birey ilişkileri, sanal da olsa İnternet sayesinde bir başka biçimde yeniden gerçekleşmiş oldu.
İnternet’in Fark Edilmeyenleri
Bilişim ve iletişim teknolojileri ile İnternetin yaşamımıza getirdikleri, hiç kuşkusuz bu saydıklarımdan ibaret değil. İnsanın maddi düzenine getirdiği kolaylıklar açısından sayabileceğimiz daha pek çok örnek olabilir. Diğer yandan konuya bir de insan ve toplum psikolojisi açısından bakmak gerekebilir.
Uzaklarda yaşayan sevdiğiniz, değer verdiğiniz bir kişi bulunduğunu düşünün. Ona fiziksel olarak ulaşmak için mesafeler aşmanız gerekir. Aradaki mekânsal ayrılık, o kişiye –şekli ne olursa olsun– anlamlandırmayı daha önemli hale getirir. Özellikle edebiyatın en önemli eserlerindeki tema, insanları ayıran mesafeler değil midir? Eğer Ferhat ile Şirin’in, Kerem ile Aslı’nın, Romeo ve Jülyet’in yaşadıkları (ya da hikâye edildikleri) dönemde İnternet ve sosyal medya olsaydı ya da onlar tekno çağımızda yaşasalardı, malum aşk öyküleri gerçekleşir miydi?
İnternet, geçmişte ulaşım ve iletişim için kullandığımız (ama psikolojik anlamlandırmaya da katkı yapan) kaynaklar dikkate alındığında daha düşük zaman ve maliyet gerektirir. İnternet teknolojisi, iletişim için fiziksel sınırları sanallaştırarak mekânsal değişim ihtiyacını ortadan kaldırır. Eski filmlerin ana teması olan bilgi eksikliği nedeniyle bir kurmacanın oluşumu, çağdaş yaşamın sıradanlıklarından değildir. Bütünleşen bilişim, iletişim, medya ve İnternet teknolojileri neredeyse her şart altında erişim ve iletişimi sağlıyor. Böylece mesafelerin yarattığı anlamlandırmanın etkileri silikleşiyor.
İnternet ve bağlı yenilikler, teknolojinin içerdiği bir özü tam anlamıyla taşıyor. Teknolojik yaşamın ana ilkesi, insan faaliyetlerinin kolaylaşmasıdır. Ama ne yazık ki bu kolaylaşma ile insanın tasarruf ettiği zaman gibi kaynaklar, daha anlamlı ve ruhen geliştirici biçimde kullanılamıyor. Teknolojinin gelişimi ile birlikte adeta insanın yarattığı estetik uygarlıkta eksilmeler oluşuyor. İnsanın anlamlandırma yeteneği ve estetik değerler geliştirme becerisi gerçek ve doğal yaşamla olan bağını giderek yitiriyor. Hiç kuşkusuz; insani niteliğimizi geliştirmek için kullanabileceğimiz İnternet, bir başıboşluk için yeni türden aşırı tüketimin –keza benlik tüketiminin– araçlarından birisi haline dönüşüyor.