İslami Kalvinistler
Gürcan Banger
Sanırım 1996 yılıydı. Ankara’da Uluslararası Liberalizm Semineri türünde bir etkinliği izlemiştim. Hatırladığım kadarı ile; ABD’de bir üniversitede ders veren Pakistan kökenli bir iktisatçıyı dinlediğimde Max Weber’i hatırlamıştım. O konuşmada iktisatçı profesör, İslam’da yasak olanın (olması gerekenin) faiz değil, riba olduğunu (olması gerektiğini) söylüyordu. (Burada faiz-riba tartışmasına girecek değilim. Bu konuyu tartışacak benden yetkin uzmanlar vardır.)
Tanımı aktarmakla yetineyim. Riba, sözcük anlamı olarak “fazla, ziyade” demektir. Dini literatürde alışverişlerde karşılığı olmadan fazladan konulan şarta deniyor. Dini örneklerde “on dirhem gümüşün onbir dirhem gümüş” karşılığında satılması şeklinde sergileniyor.
Para ile para kazanmanın, faiz ile ribanın yasaklandığı ilk din İslamiyet değildir. Benzer özellikler Hristiyanlıkta da görülür. Hristiyanlıkta para ile para kazanmaya, tasarrufa ve faize geçit veren açılımı Protestanlık getirmiştir. Protestanlık, 16’ncı Yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin öncülüğünde (bir Reform Hareketi sonucunda) Katolik Kilisesi’ne ve Papa’ya tepki olarak kurulmuş bir Hristiyan mezhebidir.
Protestanlığın bu açılımını, kendisi de Protestan bir aileden gelen ünlü sosyolog Max Weber, “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” kitabında anlatır. Kitaptaki (bu alandaki) ana fikir, kapitalizmin önünün açılmasında Protestanlığın tasarrufa ve faize izin vermesinin etkili olduğudur. Protestanlık sayesinde kapitalizm ve Hristiyanlık arasında bir uzlaşma gerçekleştiği ifade edilir. Bir anlamda kapitalist sermaye, Protestanlık sayesinde dinden gerekli izni almış sayılır. Bu ifade, bir anlamda Hristiyanlığın ekonomi alanında sekülerleşmesinin bir anlatımıdır.
Marksistler ise bu yorumu, (Weber’e göre) tersine çevirerek yaparlar. Onlara göre sermaye sınıfının gelişmesi, Hristiyanlığı sermaye ile bir uzlaşma yapmaya mecbur kılmıştır.
Hangi açıdan bakarsanız bakın, kesin olan şu ki; Protestanlık, daha katı kuralları olan Katolikliğe oranla dinin sermaye ile uzlaşmasında bir seküler bakış getirmiştir. Böylece Hristiyan inanışına sahip olan bazı kişiler açısından tasarruf ve faizin önündeki engeller kalkmıştır.
Yazının başında sözünü ettiğim iktisat profesörünü dinlediğimde, Max Weber’i hatırlamamın nedeni buydu. Faiz ve riba arasına bir ayırım koymak, tasarrufa ve faize izin vermek gibi gelmişti o an bana. Gerçi faiz ve riba üzerine yorum yapmak bana düşmez ama kesin olan bir nokta var ki; bu açılımlar, İslam’da kapitalist ekonomi alanında sekülerleşme arayışları olarak ifade edilebilir.
Orta Çağ, Hristiyan inanışlarının en koyu ve fanatik olan dönemidir. Hristiyanlık bu dönemden Rönesans ve Aydınlanma süreçleri ile çıkmıştır. Peşpeşe konulan bu süreçler, devamında Sanayi Devrimi’ni üretmiştir. Bu akış içerisinde Hristiyanlık da reformist hareketlerle birlikte (sosyal tokalaşmalar sonucunda) sekülerliğe doğru hızlı adımlar atmıştır. Bu, Batı’nın toplumsal ilerleme modelidir.
Doğu’ya baktığımızda durumun biraz farklı olduğunu görüyoruz. Batı’nın yaygın dini Hristiyanlık iken Doğu’da ise İslamiyet yaygın ve etkilidir. Hristiyanlık, Engizisyon’un sonu ile başlayan bir sekülerleşme yaşadığı halde İslam dünyasında bu veya benzeri bir süreç yaşanmamış ve gözlenmemiştir.
Popüler konu
2006 yılının başlarında İslami Kalvinizm yaygın medyada popüler bir konu olmuştu. O tarihlerde yazılı ve görsel basında İslami Kalvinistler konusunun yer almasında European Stability Initiative tarafından yayınlanan 2005 tarihli bir rapor etkili oldu. Bu rapora dayanarak yapılan bazı tartışmalar yaygın basının manşetlerinde yer aldı; bazı gazetelerin ‘önemli’ yazarları bu konuyu köşelerine taşıdılar.
Tartışılan konunun dayanaklarından birisi olarak AB’nin Türkiye’ye bakışı söz konusuydu. Bu bakışa göre; AB, Türkiye’nin birisi Batılı, diğeri Doğulu olan iki ayrı yüzünü görüyor. Özellikle tarıma dayalı, erkek egemen, az gelişmiş, yoksul ve farklı değerlere sahip yönleri ile Türkiye’nin, örneğin AB ile entegrasyona hazır olmadığını öngörüyordu.
Teorik temellerini önceki yazımda anlattığım İslami Kalvinizm tezinin yorumcuları ise (2000’li yıllarda) Anadolu’da yeni bir refah ortamı doğduğunu, geleneksel değerlerin Batı’ya açıldığını, İslam’ın bir sekülerleşme yoluna girdiğini ifade ediyorlar. Bu bakışlarına dayanak olarak Kayseri ili üzerine kurulmuş bazı gösterge ve yorumları kullanıyorlar. (Bir dönem, içeriği kısmen farklı olmakla birlikte Konya hakkında da benzer bazı kurgular yapılıyordu.)
Kayseri odaklı İslami Kalvinizm tezi, iktidar olduğından bu yana AKP’nin gördüğü yoğun ilgi ile bağlantı kurmayı da ihmal etmiyor. Bir ara siyaset gündemine düşen AKP’nin “Muhafazakar Demokratlık” yaklaşımı ile İslami Kalvinizm tezinin uyuştuğu ve örtüştüğü iddia ediliyor.
Nedir bu tezin arka planı; şimdi ona bakalım. Hristiyanlık ile kapitalizm arasındaki uzlaşmanın temelinde, Protestanlığın tasarrufa ve faize (sermaye sınıfına) verdiği dinsel iznin olduğundan söz etmiştim. İslami Kalvinizm tezinin arkasında da bu olguya benzeştirme kaygısı var. Hristiyanlığın sekülerleşme sürecinin bir benzerinin İslam dünyasında da yaşanacağı varsayılıyor.
Ne ki; Doğu toplumlarının geleneksel değerlerinde oluşacak değişimin ve İslam’ın sekülerleşme sürecinin Batı’ya benzeyeceği iddiasında bulunmak, Batı’nın ezelden ebede hegomanyasını şimdiden kabul etmek anlamına gelir. AB’ye girmek için bu tür tezler üretip yorumlar yapmanın gerçeği, kendini aşağılamak ve küçük görme eğilimidir.
Doğu ve Batı’nın iki ayrı tarihsel ve sosyal kategori olduğunu düşünüyorum. Bu iki kategorinin aynılaştırılmasından yarar bekleyenin, Batı olduğu inancındayım. Biraz daha iddialı söylersem; Doğu’nun sosyal ilerleme yolunun (gerekli dersleri almak koşuluyla) Batı’nınkinden daha farklı olmasını umuyorum.
İşi güncel siyasete dökelim. İslami Kalvinizm tezinin arkasında dolaylı veya dolaysız Amerikancı (ideolojik, siyasi) destekler ve katkılar olduğundan kuşkum yok. Bu, bir “ılımlı İslam” dünyası yaratılarak oyunun Amerikan usullerine göre oynanmak istenmesinden başka bir şey değil gibi. Özetle; bir dönemin Yeşil Kuşak projesinin bir devamı niteliğinde yeni sayılabilecek bir adım.
Dünya ölçeğindeki gerçekler ortadadır. Dünya üzerinde başka toplumlarla, farklı inanışlarla birlikte yaşıyoruz. Bu yaşam tarzları, ister istemez birbirini etkiliyor. Yeni gelişen koşullarda inanışlar da sosyal / ekonomik çevrelerinden (dolayısıyla birbirlerinden) etkileniyor. Örneğin; bugünkü gelişme yönelimleri devam ederse Avrupa, 20 yıl sonra bugünden çok farklı bir görünüme sahip olacak. Müslümanların ve Hristiyanların Avrupa’da yüz yüze gelişleri yeni yaşam kalıpları yaratacak.
Özetle; değişim, gün gibi karşımızda duruyor. Ama bu değişimi açıklarken daha açık zihinli ve daha yaratıcı olmak zorundayız. Gereğinden fazla Batı’ya öykünerek “Batı’yı yenme” yaklaşımının haklı bir mantığı yok.