Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Adında “eski” sıfatı bulunmasına rağmen bugünkü Eskişehir yerleşiminin tarihi çok eski sayılmaz. Hiç kuşkusuz; antik çağlarda Porsuk Çayı etrafında kurulmuş yerleşimler vardı; ama Eskişehir’in günümüzdeki şekliyle kuruluşu 11’inci yüzyılı bulur. 1000’li yıllar sonrasındaki yerleşim öncelikle Odunpazarı’nda başlar. Odunpazarı’ndaki geleneksel yerleşmenin seçimi ile ilgili bir hikâye anlatılır. Ayrıntıları yanlış hatırlıyor olabilirim ama sanırım şöyle bir şeydi. Yerleşmek üzere bu yöreye gelenler Odunpazarı’na ve Porsuk kıyısına ağaç dalına birer kaz asarlar. Odunpazarı’ndaki kazın daha geç bozulması üzerine bu bölgeye yerleşmeye karar verirler. Hikâyenin doğruluğu konusunda kanıt bulmak kolay değil. Ama en azından yerleşimin bir mantığa dayandırılması açısından anlamlı…
Bizim yerleşim geleneğimizden daha çok kendiliğindenlik hâkimdir. Çoğu zaman kent kendi kendine büyür. Kentsel dönüşüm ise ancak doğal afetlerle gerçekleşir. Anadolu’daki pek çok kentin dönüşüm hikâyesinin ardında depremler, yangınlar ve sel felaketleri vardır. Bu tarzımızı hala sürdürdüğümüzün farkındasınızdır.
Aslına bakarsanız sadece kentleşme konusunda değil bu kaderciliğimiz. İnşaat kalitesini de doğal afetlerle test ediyoruz. Yıkılmazsa kaliteli, yıkılırsa bozuk ve çürük… Özetle; felaketlere endeksli bir yaşam modelimiz var. Bir felaket oluşmadan doğru yolu bulmamız mümkün olamıyor.
Sözün kısası kentleşme anlayışımız bunca yıldır sel, yangın, deprem ve savaş gibi doğal ve sosyal felaketlere göre yön bulmuş. Kentleşme deyince, bundan sadece konutları değil; aynı zamanda alt yapı sistemlerini de kastediyorum: Su şebekeleri, elektrik dağıtımı, doğal gaz sistemleri, karayolları vb…
Kentleşme konusunda ikinci büyük ve geleneksel engelimiz, daima kötü yerel yönetimlerin yapılanması olmuş. Pek çok dönemde yerel yönetimlerdeki zayıflıklar doğrudan kentin yapılanmasına ve dönüşümüne yansımış. Yerel yönetimlerin siyasetten ve rantiye ilişkilerden etkilenmesi kurumsallaşmasını önlemiş. Her gelen kendi döneminde kendi yandaş ve paydaşlarına bazı avantajlar dağıtmış, belediyeler her dönem seçimi kazanan parti ve grubun çıkarlarına göre yönlenmiş; sonuçta söz konusu kent de plansız ve programsız bir yönde büyümüş.
Plansız, programsız dediğime bakıp yanlış bir kanıya kapılmayın. Her dönemde kâğıt üzerinde plan adı altında yazı ve çiziye dökülmüş dokümanlar hazırlanmış olabilir. Sonuçta uygulamanın kimin yararına işlediğine dikkat etmek gerekir. Yerel yönetimin kurumsal tutarlılık ve kalite unsurlarına bakmak gerekir.
Türkiye’de günümüzde yaşanan kentleşme sorunlarının büyük çoğunluğu geçmişten devir alınan olumsuzluklardır. Ama yerel yöneticilerin bir kent vizyonuna sahip olamamalarının da bu sorunların varlığında ve sürekliliğinde ciddi katkıları vardır.
Bugünkü görünüm, bana kentin geleceğinin hâlâ sağlıklı bir gelişim vizyonuna oturmadığı konusunda ciddi ipuçları veriyor. Sanki kozmetikle daha fazla ilgileniliyor. Kentin hızlı büyümesiyle birlikte kentin doğru bir gelişme çizgisine de oturtulması gittikçe zorlaşıyor.
Kentin gelişimi
Dünya kentleri ile ülkemizdeki kentleri birlikte incelediğimizde bazı karşılaştırmalar yapma fırsatımız doğuyor. Eskişehir’in kentsel gelişme çizgisinde yerinin doğru tespit edilmesi geleceğinin doğru belirlenmesi açısından önemli.
Gelişme yönelimi açısından iki tür olgudan söz edebiliriz: Merkez kent ve uydu kent. Bir Dünya kenti olmak Eskişehir için yakın bir hayal olarak kurulamaz. Uydu kent olmasını asla istemeyiz. Ama kendi bölgesinde bir merkez olabilmesi son derece olağandır.
Merkez kent
Merkez kentlerin gelişiminde iki ana unsur var. Birincisi, merkez kentlerin gelişiminde ivmeli olarak artan dış ilişkiler önemli bir yer tutuyor. Türkiye’de hızlı gelişme eğilimi gösteren tüm illerde dış ticaret gelirlerinin ciddi faktör olduğunu gözlemliyoruz.
Bu bağlamda Eskişehir’in doğru gelişme yönelimini yakalayabilmesi için dış ticaretini artırması aklımıza gelebilecek seçeneklerin ilkidir. Demek ki, dış ticarette mal ve hizmet olarak satabileceğimiz ürün karmalarının bulunması, var olanların geliştirilmesi özel bir önem arz ediyor. Yeni fırsat alanlarının bulunup geliştirilmesi için çevremizde gördüğümüzden daha fazlasına kafa yormamız gerekiyor.
Kırsal alanlarındaki tüm olumsuzluklara rağmen Eskişehir’in bir büyüme çizgisi yakaladığı ortada. Bir büyüme yönelimine giren kentlerin başına gelen sosyal göç olgusu ise merkez kentlerin ikinci özelliği olarak ortaya çıkıyor.
Gerekli önlemler alındığı takdirde kentin kalabalıklaşmasının ciddi sakıncaları olmayabilir. Ama gerekli gelişme planları uygulanmadığı durumlarda yeni iş sorunlarıyla birlikte konut sorunlarının da oluşması beklenen bir durum.
Kent ve göç
Mevcut durumda Eskişehir, kendi taşrasından veya başka illerden aldığı sosyal göçü emebilecek yeterli mekanizmalara sahip değil. Hızlı bir biçimde yeni iş alanlarının yaratılabildiğini söyleyemeyiz. Sanayinin tüketemediği fazla işgücü, hizmetler sektörüne akıyor ve bu sektörde ciddi anlamda şişkinlik yaratıyor.
Hizmetler sektörünün aşırı şişmesi, kişi başına düşen gelirin yetersizliği ile birlikte sokak-mafya ilişkilerini besleme riskini taşıyor. Şu an Eskişehir’deki görece huzuru fazla abartmamak gerekir; özellikle genç işgücünü uzun vadede istihdam edememenin yeni ciddi sorunlar yaratabileceğini hatırlamak gerekir. Giderek büyüyen istihdam sorununu çözmek için bilinen yaklaşımlar yanında yeni yaratıcı çözümler için çaba sarf etmeliyiz.
İstihdam sorununun tek başına bir sorun olarak algılanması da bir başka yanlış olur. Kentin mekânsal gelişimi ile istihdam sorununa yönelik geliştirdiğimiz çözümlerin uyumlu olması bir zorunluluk. Bu ve benzeri konularda kentin gelişiminde etkileri olabilecek kurum ve kuruluşların birlikte çözümler üretmelerinde yararlar var.
Metropoliten sorunlarımıza çözüm bulmakta geciktiğimizde sorumlularını çevremizde bulamayabiliriz ama yaşanamaz bir merkez olarak bu kent burada tüm olumsuzluklarıyla var olmaya devam eder.