Kentin Dönüşümü ve Kümelenme
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Sık Kullanılanlara Ekle
Kentler büyüyor. Bu süreçte kent, bir yandan çevredeki köyleri ve kırsal alanları kendine katıyor; diğer yandan kırsal alanlarda yaşayanları (kurum, kuruluş ya da kişi olarak ayırt etmeden) kente çekiyor. Kentin çekim merkezi haline gelmesinde ve bir yığışma olarak öne çıkmasında kentin sunduğu altyapı ile hizmet çeşitliliği ve kolaylıkların rolü büyük…
Kentin en önemli özelliklerinden birisi, bir işbölümü mekânı olması… Sanayi açısından bakıldığında işbölümü bir ürün ya da hizmetin tedarik zincirinin halkalarını paylaşmak anlamına geliyor. Giderek büyüyen işler (projeler) ve maliyeti aşağı çekme çabaları ise bu halkaların tekrar bir araya gelerek yeni zincirler oluşturmalarını gerektiriyor. 1990’lardan bu yana bu birleşmelerin araçlarından birisini ağ yapıları ve/veya kümelenmeler olarak gözlüyoruz.
Kent ve Sanayi Kümelenmeleri
20’nci yüzyılın son on yılında popüler hale gelen sanayi kümelenmeleri, yerel ekonomik kalkınmanın araçlarından birisi olarak dikkat çekiyor. Kümelenme yaklaşımının teorik altyapısını (kentin bir merkez etrafında bağlantılı büyümesi anlamına gelen) yığışma ve (kentin kendi iç güçleriyle büyümesi anlamına gelen) içsel büyüme teorisi oluşturuyor. Büyümeye katkı verecek iç güçlerden birisi kentte biriktirilen veya üretilen bilgi miktarı ve çeşitliliği… Bunun inovasyonu tetikleyeceği öngörülüyor.
Dünyada (özellikle Uzakdoğu’da) yukarıda özetlediğim süreci gerçekleştirmiş kentler var. Bu kentler, geleneksel altyapılar, düşük işgücü maliyetleri ya da düşük vergi avantajlarından yararlanmaya çalışmak yerine sanayi kümelenmeleri ile yüksek rekabet gücünü yakalamışlar. Yerel (kentsel) ekonomiyi geliştirmek üzere geleneksel olandan uzaklaşarak uzmanlaşılmış sektörlere, yüksek insan kaynağı kalitesine, nitelikli teknolojiye, ar-ge’ye ve inovasyona yönelmişler.
Avrupa ve Asya
Daha fazla ilerlemeden; bir kavramı günlük sıradanlığından kurtarıp açıklığa kavuşturmam gerekir. Altyapı, bir topluluğun veya girişimin işleyişi için ihtiyaç duyulan temel fiziksel ve örgütsel yapılardır. Benzer biçimde; bir ekonominin işlemesi için gerekli olan hizmetler ve tesisler de altyapı olarak isimlendirilir. Bir ekonominin gelişmişliğinin ölçülmesindeki kriterlerden birisi olan altyapı, mal ve hizmetlerin üretimi ile bitmiş ürünlerin pazarlara dağıtımı gibi ihtiyaçları karşılayan yapılar, örgütler ve hizmetler olarak da tanımlanır.
Ülkemizde bir kentin gelişme vizyonunu belirlemede ölçek alınan gelişmiş kentler genelde Avrupa’dadır. Bu nedenle yaşadığımız kenti, (belki de uzaklığından dolayı “Amerikan kenti” olarak bir benzetme yapmadan) “Avrupa kenti” olarak isimlendirme alışkanlığı oluşmuştur. Tarihin, kültürün ve mesafenin yakınlığı açısından yaşadığımız kentin önüne “Avrupa gelişmişliğini” koymak kabul edilebilir. Fakat gelişme süreci açısından Avrupa’yla aynı kronolojinin izleneceğini söylemek (hatta birebir kopyacılığa özenmek), haddi fazlasıyla aşan tahminlerde bulunmak olur. Asya’daki kentlerin gelişim ve dönüşümünü izlediğimizde farklı bir durum ve görünüme tanık oluyoruz.
Günümüzün şartları, yaşadığımız kentin ekonomisinin pazar güdümlü olmasını ve ticaret açısından küresel pazarlarla bütünleşmesini gerekli kılıyor. Bu açıdan baktığımızda; Asya’daki (Uzakdoğu’daki) kentlerin dönüşümünün (Avrupa ve Amerika’daki) gelişmiş ülke kentlerinden farklılıklar gösterdiğini gözlüyoruz.
Küresel ekonomiyle bütünleşme açısından baktığımızda; Uzakdoğu kentlerinin bu entegrasyonu altyapı hizmetlerinin ve uygun iş ortamının sağlanması ile gerçekleştirdiklerini izliyoruz. Gene bu bağlamda; açık bilgi paylaşımının ve (devlet ile başta özel sektör olmak üzere toplumun diğer kesimlerinin dahi olduğu) saydam yönetişimin etkili olduğunu gözlüyoruz. Bu yaklaşım sayesinde Uzakdoğu Asya kentlerinin artan oranda rekabetçi olabildikleri anlaşılıyor. Değişime direnen, bilgi üretiminin ve yayılımının önemini doğru kavramayan ve elindeki kaynakları kaldıraçlama amacıyla iyi kullanmayan kentlerin ise çok gerilerde kaldıklarını başarısız örnekler olarak izliyoruz.
Bitirirken
Ekonomileri açısından kentlere baktığımızda; gerek kendi gelişmeleri gerekse ulusal kalkınmaya katkıları açısından bazı kentlerin daha fazla öne çıktığını gözlüyoruz. Kentsel ekonomilerin gelişim hızları da farklı olabiliyor. Bir kentin demografik büyümesi ekonomik gelişimiyle doğru orantılı olmayabilir. Farklı ülkelerde veya değişik özelliklere sahip ama aynı büyüklükteki kentlerin ekonomik performansları çok farklı olabiliyor. Bu nedenle neden bazı kentlerin diğerlerine oranla daha başarılı olduklarının yaşadığımız kent adına doğru yaklaşımların üretilmesi için araştırılması gerekiyor.
Yaşadığımız kentin önüne Avrupa’daki kentlerin “görünümüne” ulaşmak hedefini koyabiliriz. Kozmetik taklitçilik dışında bu hedefi saygıyla karşılamak mümkündür. Ama üzerinde ağırlıkla durulması gereken nokta, kentin ekonomisinin ne şekilde gelişeceği ve dönüşeceğidir. Günümüzde yerel (kentsel) kalkınmada kümelenmelerin artan önemi, yaşadığımız kentin geleceğinin tasarlanmasında bize ciddi ipuçları veriyor.