Kentte Sorunlar Yaratmak
Gürcan Banger
Ülkenin pek çok yerleşiminde düşük kaliteli yapılar, yetersiz altyapı, özensiz estetik, canavarlaşan trafik yoğunluğu, hızla tırmanan yaşam çevresi kirliliği ve benzeri sorunlar derhal dikkat çekiyor. Bu manzaralar, ülkenin her noktasında genel hatlarıyla ciddi düzeyde bir kentleşme sorunu olduğunu gösteriyor. Olumluluklarıyla anılan ve pek övülen yerleşimler de bu saydığım sorunlardan nasibini fazlasıyla alıyor. Her ‘sözüm ona’ çözümde yeni sorunlar yaratan başıbozuk kentleşme süreci övgüler düzülen yerleşimlerde de (bir diğerinden farksız biçimde) sürüp gidiyor.
Kentleşme Süreci
Kentleşmenin kendisi gibi sorunlarını da çok sonraları öğrenebildik. 1980’lerin başına kadar ülkemizde kentleşme, üzerine gidilmesi gereken bir sorun olarak anlaşılmadı. Öncelikle toplumun ancak bazı kesimleri lehine olan ekonomik büyümeyi hedefleyen yaklaşımlar, kentleşme gerçeğini ülkenin gündeminin dışına itti. Böylece 1950’lerden 1980’lere kadar olan sürede kentler, kendi dinamikleriyle başıboş büyüdüler; yoğun göçe maruz kaldılar, gecekondulaşmanın olumsuz etkilerini yaşadılar, tarihi ve kültürel özelliklerini kaybettiler. Bu dönemin yarattığı olumsuzluklar, hâlâ aşılabilmiş değil.
1980 öncesi yaklaşım, üretim esaslı olarak ekonomik büyüme üzerine kurgulanmıştı. 1980 sonrası politikalarının bir sonucu olarak dışa açılma ile birlikte toplum, üretim temelli olmaktan tüketim güdülü olmayan yöneldi. 20’nci yüzyılın son çeyreğinde tüketim esaslı ticaret ve organize perakendecilik öne çıkarken; kentler, alışveriş merkezlerinin işgaline uğradı. Her türden ve farklı kalitelerden konut yapıları, kentleri düzensiz biçimde büyütmeye başladılar. Orta dönemde kentsel çöküntü bölgesi haline gelebilecek yeni yerleşim alanları oluştu.
Rant Artışı
Yapılaşmanın hız kazandığı bu dönemin özelliklerinden birisi, özellikle kent merkezlerinde artan rant oldu. Arazi, konut ve işyeri fiyatları ile birlikte kiralar da bir patlama biçiminde yükselmeye başladı. Küresel krizin etkilerini yaşadığımız şu dönemde kapanan işyerleri, küçük tüccar ve esnafın seri halde iflası, büyük caddelerde her gün bir yenisini gördüğümüz boşaltılmış dükkanlar bu rant sürecinin olağan sonuçlarından sadece bir tanesidir. İşin ilginci, bu soruna çözüme katkıda bulunmak üzere hiçbir yönetim birimi sahip çıkmamış; hatta yerel yönetim birimleri kent merkezlerindeki rantın yükselmesi sürecini yaptıkları uygulamalarla pompalamışlar.
Kentlerimizin bugün geldiği noktayı sadece başıboşlukla veya sorunlara karşı kayıtsızlıkla açıklamak mümkün değil. Bugün bulunulan olumsuz noktanın ve yaşanan sorunların altında 1980 sonrası döneme ait bir yönelimin etkilerini iyi tespit etmek gerekir.
Planlama
20’nci yüzyılın son çeyreği ile 21’inci yüzyılın ilk yıllarında kent yönetimlerinde gözlenen eğilim, öncelikle planlama anlayışının yerini verimsizce kaynak tüketen ‘projecilik’ gibi bir yaklaşımın almasıdır. Böylece bir ana plan (gelecek tasarımı) içinde yer alması ve bu plana uyumlu olması gereken projeler, akla geldiği, başkanın beğendiği veya rantçıların işaret ettiği gibi yapılmaya başladı. Böylece kentsel bütünlüğün bozulması daha ivmeli hale geldi ve kentler ne idüğü belirsiz ‘tasarımlara’ dönüştü. Gene bu dönemde; kamusal yarar piyasanın görünmez eline, kentli vatandaş olmanın erdemi kârlılığa ve kentin gelişimi iç - dış sermaye transferlerine yerini bıraktı. Aynı zaman diliminde kentsel üretim gerilerken, öncelikle üretim merkezleri olması gereken kent yerleşimleri tüketim odakları haline geldi.
Günümüzde kentler, genel hatları açısından yukarıda çizilen türden bir görüntü veriyorlar. Pek çok yerleşimde yerel yöneticiler, sadece görsellik üzerine kurgulanmış uygulamalarla bu sorunlu görüntüyü kamufle etme peşindeler. Halkın ve sivil toplumun kent yönetimine neden katılması gerektiğinin ana fikrini oluşturan unsurlardan birisi budur.