Kentte Yaşamı Okumak

      Yorum yok Kentte Yaşamı Okumak

Aklıma gelenleri sıralayarak başlayayım. Dinlemekten daha çok konuşmayı seviyoruz. Okumayı ise pek sevmiyoruz. İnternete göz atıp ya da gazete karıştırıp ciltlerle kitap okumuş gibi davranma eğilimindeyiz. Görüş belirtmeyi veya fikrî tartışmayı karşımızdakini alt etmek olarak düşünüyoruz. Katılımcı olmayı sadece kendi görüşlerimizi dayatmak olarak algılayıp ortak payda ve uzlaşmaya yönelmiyoruz. Kişisel olanı sosyal olanın, kendimize ait olanı hepimize ait olanın önüne koyma çabası içindeyiz. Eminim; saydığım sosyal ve kültürel (çoğu zaman fanatik) özelliklerimize sizin de katabilecekleriniz vardır.

Bilgi Okyanusu
Yaşadığımız çağda çevremizi bir bilgi okyanusu sarmış durumda. Bu muazzam birikim, hem kişisel hem de toplumsal olarak yararlanmamız için ona ilgi göstermemizi bekliyor. Bugün geçmişe göre gelişmişlik sıralamasında Batı’nın Doğu’ya oranla önde olmasındaki neden, bu görkemli okyanustan yararlanma oranıdır. Bu büyük birikimden yararlanmakta gösterilecek başarılar, yarın bu deryanın oluşumuna daha fazla katkı yapmak anlamına gelecektir.

Ne yazık ki; okumayı ve araştırmayı sevmiyoruz. Eğitim sistemimiz de uzunca bir süredir okuma yetkinliğini artırmada etkili olamıyor. Yapılan okumalar ise anlayıp tartışmaktan daha fazla, ezbere dönmüş gibi. Hem bireysel hem de sosyal olarak önlerde yer alabilmek için daha fazla okumak, okurken düşünmek ve okuduklarımızı saygı – hoşgörü çerçevesinde tartışmamız gerektiğini unutuyoruz.

Yaratıcılık ve yenilikçilik, sadece okuyarak öğrenilemez. İnsanın, kendi farklılığını yaratmasında doğuştan gelen özellikleri kadar büyüdüğü ve yaşadığı çevrenin yaptığı katkılar da var. Okumak ve daha fazla öğrenmek ise yaratıcılık ve yenilikçilik ufkumuzun genişlemesine neden oluyor. Böylece yaşam hakkında daha fazla fikir üretme, doğayı ve yaşama daha iyi anlama ve geleceği daha sağlam öngörme yetimizi geliştirmiş oluyoruz. Bunları yaparken, bir zihin ve emek tembelinin kolaycılığı ve kayıtsızlığından kurtularak kendi farklılığımızı, toplumsal açıdan ‘iyi, doğru ve güzel’ için kullanmış oluyoruz.

İnsan yaşamı anlarken ve açıklarken modeller kullanır. Modelleme, doğayı ve yaşamı kavramakta kullandığımız en etkin araçlar arasındadır. Örneğin bir plan veya maket, bir yapının modelidir. Bilgisayar üzerinde geliştirdiğimiz plan ve bütçeleri de modellere örnek olarak gösterebiliriz. “Genelde insanlar ‘şöyle’ davranır” dediğimizde de basit anlamda bir modelleme yapmış oluruz. Model, gerçeğin özetlenmiş bir örneğidir. Gerçeğin kendisi olmadığı için her zaman yetersizlikler, zayıflıklar ve hatalar içerebilir. Bu nedenle yaptığımız modellemenin değiştirilmeye ve düzeltilmeye aday olduğunu akıldan çıkarmamamız gerekir.

Modelleme, insan zihninin seçkin özelliklerinden birisidir. Bu niteliğimizi kullanarak yaşamı daha anlaşılır, açıklanabilir ve öngörülebilir hale getiriyoruz. Dolayısıyla model denen kavramın ne olduğunu sağlam şekilde akılda tutarak kendi modellerimizi yaratmak, insan olarak yetkinliklerimizi geliştirici bir özelliğe sahiptir. Buradaki tehlike, kişinin bir model yaratıp sonra da bu yarattığı modele vazgeçilmez biçimde tutkuyla bağlanması ve körleşmesidir.

İnsan olarak kendimizi değişik yol ve yordamlarla zihinsel ve duygusal yönlerden geliştirmek, gelecek konusunda daha güvenli olmamızı sağlar. Geleceği biçimlendirecek eğilimlerin ve yönelimlerin farkında olan insan, bir yandan attığı adımlar açısından daha güvenli olurken, kendi geleceğini kendisi yaratmanın farkındalığı ile mutluluğunu artırır.

Köyden Kente
1970’li yıllara kadar bir kapalı köy ekonomisini andırıyorduk. Dünyada olup bitenden haberimiz yoktu. Bilişim, Internet ve iletişim teknolojilerindeki gelişme ile birlikte küresel ölçekte olup bitenden daha fazla haberimiz olmaya başladı. Ama bu bilgilenmenin de çoğu zaman denizin üstündeki köpüklerin altına inemediği bir başka gerçek olarak karşımızda duruyor. Dünyadaki hızlı bilimsel, teknolojik ve düşünsel değişimi, toplumun iliklerine işleyecek biçimde yakında izlemiyoruz. Bunda okuma, düşünme ve tartışma alanlarındaki zafiyetimiz rol oynuyor.

Her ne kadar kalite konusundaki çalışmalar, ülkemizde de yaygınlaşmaya başlasa da; bunun işletme veya kuruluş kültürümüzce özümsenmiş olduğunu söyleyemem. İşlerimizde ve çalışmalarımızda dünyada kabul görmüş standartları yakalamada başarılı değiliz. Büyük sınaî kuruluşlarımızı, aile şirketlerimizi, devletin değişik birimlerini, siyasal partileri veya sivil toplum kuruluşlarını mercek altına aldığımızda; bu gerçeği kolaylıkla kavrıyoruz.

Toplumu eleştirmekte cesur olanlar, komplo zihniyetine sahip bir topluluk olduğumuzu söylerler. Aslına bakarsanız; bu söylenen, bir felaket senaryoları manzumesinden öteye gitmiyor. Yaşamı, sürekli üretilmesi gereken stratejik açılımlarla birlikte kavramayı henüz öğrenmedik. Bu nedenle kuruluşlarımızda stratejik planlama ve yönetim ile bütçelemenin yaygın kullanımını görmüyoruz.

Kendimize yaşamın aynasında yaşam kalitesi açısından baktığımızda da ilginç görüntüler izliyoruz. Örneğin yaşam kalitesini görsellik ve imaj olarak algılıyor olmamız bunlardan bir tanesi. Dolayısıyla kendimizi düşünsel ve duygusal olarak değiştirmek yerine kılık kıyafetimizle ve kozmetik değişim ile yetiniyoruz. Hâlbuki yaşam kalitesi, insanların gelir hakkından sağlık koşullarının iyileştirmesine; kültür, sanat ve spor yapma hakkından güvenli bir ortamda yaşama kadar çok değişik faktörlerden oluşuyor. Kaliteli bir yaşam için buna benzer unsurların tümünde iyileşme olması gerekiyor.

Son 200 yılda (Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını saymazsak) önümüze büyük hedefler koymaktan giderek uzaklaştık. Hem toplum hem de birey olarak büyük hayallerimizin ve büyük hedeflerimizin sayısı ve niteliği düşüyor. Tembelliği hak olarak görmeyi ‘akıl ederken’, büyük küresel yarışta toplum ve birey olarak ayakta kalmak için daha verimli ve daha akılcı olmamız gerektiğini, ne yazık ki unutuyoruz.

İnsanın başarısı, öncelikle niyetiyle yakından ilgilidir. Bardağın dolu tarafını görmek, yapılan işte sinerji yaratır. Hâlbuki toplum olarak bardağın boş tarafını görme eğilimimizi bir türlü aşamadık. Çözümler konusunda gayretli, ısrarlı ve azimli olmak yerine olumsuzluk üreterek moral bozukluğu yaratıyoruz. Ayaklarımızı gerçek zemine basıp ihtiyaç duyduğumuz önlemleri almak ve çözümleri üretmek yerine hayali yanılsamalar üzerine gerçeği kurmaya çalışıyoruz. Bu bozuk ruh halinden kurtulmak için yol, yordam ve stratejiler geliştirmemiz gerekiyor.

Yüksek öğrenimde ders verdiğim yıllar, benim açımdan ilginç gözlemlere vesile olmuştur. Örneğin araştırmayı, yenilikçiliği, derinleşmeyi ve bunlara bağlı olarak kaliteli öğrenmeyi teşvik etmek yerine ‘işi kolaydan halletmeyi’ huy haline getirdiğimizi görüyorum. “Emek olmadan yemek olmaz” diyen bir anlayıştan kolaycı ve beleşçi bir zihniyete transfer olduk. Bu gidişin hayır olmadığını, toplumdaki kirlenme ile her defasında acı biçimde yaşıyoruz.

Yukarıda özetlediklerimi, şikâyet ya da hayıflanma olarak anlamamak lazım. Çabam, ailemizden kentimize, yakın çevremizden toplumumuza kadar her alanda önlemler almamız gerektiğini ifade etmektir.

Yaşam ve Örgüt Kültürü
Kuruluşların yaşam kültürü –buna örgüt kültürü de denir– dile getirilirken önemli bir unsurdan söz edilir. Bu; farklı, başka ve aykırı olanın daima korunup kollanmasıdır. Çünkü bu tür insanlar, kuruluşta değişimin, yenilikçiliğin ve ahlaki denetimin yaratıcısı veya sürdürücüsü olarak orada bulunurlar. Onları sistemin dışına çıkarmak, kuruluşun ataletine ve örgütsel miyopinin oluşmasına neden olur. Müzik, notaların kendisi değil; notalar arasındaki farklardır, ses ile sessizliğin oluşturduğu aylırı uyumdur. Dolayısıyla kuruluş içindeki farklılıklar da örgütsel bir müzik ve uyum yaratır. Farklı olmanın önemi buradadır.

Yaşamı ilginç hale getiren insanlar arasında kendi farklılığını yaratanların seçkin bir yeri var. Bu nedenle olayların temel unsurlarını yakalayabilmek, ayrıntının yarattığı beklenmedik etkileri kavrayabilmek ve geleceği sağlam biçimde öngörebilmek için insanın sıra dışı düşünebilmeyi başarması gerekir. Sıra dışı bir düşünme becerisi geliştirmede, hiç kuşkusuz nitelikli eğitimin yeri inkâr edilemez. Ama olayların arka planını araştırmak ve sadece sonuçla yetinmeyip bu sonucu oluşturan şartları araştırmak, sıra dışı düşünebilmek becerisine katkı yapar. Bu arada kendi farklılığını yaratabilmiş insanların bilgi ve deneyimlerinden yararlanmanın özel önemine işaret etmeliyim.

Pek çok insan; yaşamı aktığı, gelip geçtiği gibi yaşamayı tercih eder. Pek fazla sorgulama ve değerlendirme ihtiyacı hissetmez. Bu tür kişilerin yakın çevreleri dışında kalıcı bir iz bıraktıklarını söylemek de zordur. Fakat yaşamda başarıya imza atmak ve geriye iz bırakmak isteyen insanların bu örneğe göre farklı davranmaları gerekir. İnsanın hem kendi, hem ailesi, hem de ülkesi adına büyük başarılara imza atabilmesi için zihinsel olsa da geleceği öngörüp kurgulayabilecek yönelimleri olması gerekir. Bu satranç veya tavla oynarken, rakibin bir sonraki hamlesini öngörmeye çalışmak gibi bir uğraştır. Yaşama ilişkin öngörü çabaları, sizin geleceğe daha hazır olması için uygun antrenman türlerinden birisidir. Sadece yaşamdan dersler çıkarmak yetmez; aynı zamanda gelecek tasarım ve kurguları da yapabilmek gerekir. Gelecek kurgusunu ciddiye almayan bir kişinin bitkisel bir yaşama doğru ilerlediğini söylemek yanlış olmaz.

Dünya ölçeğinde kitaplarda, dergilerde veya İnternet sitelerinde “En İyi Uygulama” başlığı altında haberler yer aldığını izleriz. Aynı başlığı kullanarak değişik bilim, disiplin veya sanat dallarında ödüller verildiğini okur veya duyarız. “En İyi Uygulama” sözü ile ifade edilen o dalda en başarılı çalışma veya uygulanmış projedir. Dünyadaki en başarılı uygulamaları öğrenmek ve bunları yaratan şartları öğrenmek, her zaman kişinin ve kuruluşun kendisini geliştirmesi için uygun bir iklim yaratır.

En iyi uygulamaları incelemek konusunda şöyle bir önerim olabilir: Öncelikle böyle bir olay, sistem veya projeyi var eden unsurları listeleyip analiz edin. Başarıyı oluşturan süreçte hangi unsurlar yer almıştır? Diğer yandan bu unsurları bir bütün olarak bir arada tutan ilişkileri değerlendirin. İlişkiler, bütünün parçalarını başarıyla bir arada tutabilmek için nasıl çalışmaktadır? Daha sonra sistemin amacı üzerine kafa yorun. Girdilerini ve çıktılarını araştırın. Başlangıcından başarı noktasına ulaşıncaya kadar sürecin geçirdiği aşamaları dikkatle inceleyin. Bu çalışma modelini bir alışkanlık haline getirdiğinizde; başarılı uygulamalar sizin için bir ansiklopedi zenginliğinde olacaktır.

Ülkemizde 1970’li yılların popüler ifadesi, “Eğitim, üretim içindir” idi. Köy Enstitüleri’nin de ana fikirlerinden birisi olan bu yaklaşım bize önemli bir ipucu verir: Bilgi, sadece bilgi olduğu için de değerlidir; ama bilginin uygulamaya dökülmesi ve yaşamsal gelişmeyi sağlamak üzere bilgiden yararlanılması, ona daha özel bir anlam katar. Bilenle bilmeyenin, ukala ile bilgenin farkını yaratanlardan birisi bu gerçektir.

Ağ Toplumu Çağı
Bazı şeyler var ki; paylaştıkça çoğalır. Örneğin sevgi ve bilgi böyledir. Keza deneyim için de aynı anlayışının doğruluğundan söz edebiliriz. Bilgi ve deneyim paylaşımı, kimi zaman kişiler, bazen kuruluşlar arasında gerçekleşir. Yaşadığımız dönemin Ağ Toplumu Çağı olarak anılmasının nedenleri arasında paylaşımla ilgili mekanizmaların gelişmesinin etkisi var. Herhangi bir konu etrafında veya bir sorunun çözümü için düşünce ve bilgi paylaşım platformları kurmak, giderek yaygınlaşan yönelimlerden birisi olarak gözleniyor.

Paylaşım platformlarının çok değişik türleri var. Sivil toplum eksenli örnekler gördüğümüz gibi ekonomik işletmelerin kümelenme yaklaşımı etrafında sınai veya ticari topluluklar oluşturduklarını da gözlüyoruz. Paylaşım platformları; bilgi, deneyim ve görüş paylaşmak kadar birlikte olmaktan kaynaklanan sinerji yaratma hedefine de yönelmiş olabiliyor. Yurttaşlığın her geçen gün daha fazla komşuluk olarak anlaşıldığı bu dönemde platformların önemi de artıyor.

Platformlar, genelde aynı alanda çalışan veya benzer sorunları çözmeye uğraş veren kişi veya kuruluşları bir araya getiriyor. Çoğu zaman yaşamsal sorunlar, tek odaklı veya tek konulu olmayabiliyor. Özellikle ölçek olarak orta veya büyük kabul dilebilecek sorunların çözülmesinde farklı bilim veya disiplinlerden uzmanların bir araya gelmesi gerekiyor. Yine örneğin kentsel ölçekte bir konuda sorunun birbirinden farklı paydaşları olabiliyor. Bu nedenle yaşadığımız çağda kimlik veya içerik olarak farklı kesimlerin bir araya getirilmesinin özel anlamı ve değeri var. Çok özneli bir dönemde sosyal davranış modelinin de çok özneliliğe uygun olması gerekiyor.

Yukarıda ele aldığım çerçeve de dâhil olmak üzere; çabalarımızın, uğraşlarımızın ve çalışmalarımızın hedefinde başarılı olup daha kaliteli bir yaşamı yakalamak var. Ama çoğu zaman yaptığımız işte başarının ne olduğu konusunda yeterince açık ve tanımlı değiliz. Sonuçta ne çıkarsa onunla yetinmeyi içimize sindiriyoruz. Sonuç olumsuz olursa, ancak o zaman yaşanmış süreçten kendimize dersler çıkarmaya çalışıyoruz. Halbuki işe başlarken başarı ve başarısızlığı tanımlayacak kriter ve göstergeleri belirlesek, sonuçta geldiğimiz noktayı değerlendirmek çok daha kolay olacak.

En silik mürekkep bile en iyi hafızadan daha iyidir. Bu nedenle başlangıç şartlarımızı, süreci, girdileri, beklenen sonucu ve çıktıları kayıt altına almak zorundayız. Düşünceleri, yaşananları ve deneyimi kâğıda dökmek, yazılı kültürün gereklerindendir. Hangi türden bir kuruluş içinde olursak olalım; yazılı kültür anlayışını geliştirmeden kişisel ve sosyal ilerlemeyi sağlamak hayli zordur. Örneğin bir sorun tespit ve çözme sürecinin kayıt altına alınması, bir yandan deneyim birikimi sağlarken, diğer yandan deneyimin gelecek dönemlere aktarılması ile bir kurumsal kültürün oluşmasına yol açacaktır.

Bir iş yapma modelinin geliştirilmesi de yazılı kültürle yakından ilgilidir. Gerekli kayıtları tutmayan bir ekonomik işletmenin veya sivil kuruluşun çok uzun soluklu olmasını beklemek hayal olur. Yazılı kültür, yapılan işin bir sistem haline getirilmesinin mekanizmalarından birisidir.

Ne yazık ki; bir takım olarak çalışmanın yaratacağı olumlu etkilerin bilincinde olmayabiliyoruz. Takım çalışmasını denediğimizde ise bunu başaracak koşulları yaratamıyoruz. “Milli ruh, birlik, beraberlik” gibi sözcükler dilimizden düşmüyor ama ne yazık ki, hemen hemen hiçbir ölçekte bunu başaramıyoruz. İşbirliği, uzlaşma ve ortak payda oluşturma gibi konulardaki sıkıntılarımız, üzerinde düşünmemizi ve çalışma yapmamızı bekliyor gibi.

Yaşam ve Felsefe
Bir arkadaşım, yaşam felsefesini içselleştirmiş olmaktan söz ediyor. İnsana yapıştırılmış gibi durmasını eleştiriyor. Haklıdır. Ama sanırım eksik bıraktığı bir nokta var. Bir yaşam modelinin içselleştirilmesi, sıfır zamanda olmuyor. Sadece okuyarak ya da konuşarak elde edilmesi de mümkün değil. Bir bardağın damlalarla dolması gibi adımlar halinde yol almak gerekebilir. Önemli olan, kişinin kendini çevirdiği yön ve bu istikamette adımlar atıyor olması. Yaşamın hangi kalite noktasında olduğumuzdan daha çok, o noktaya doğru hareketlenmiş olmamızı önemli buluyorum. Gören gözün ise bulunulan noktadan daha fazla, hareketin kendisini algılamasının değerli olduğu kanaatindeyim.

Hepimizin türlü kaynakları var. Para, bilgi, bedensel sağlık, fiziksel güzellik veya zamanı bunlar arasında sayabiliriz. Elimizde var olanla yaşamsal amaçlarımızı gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Yaşama dair attığımız her adımda kaynaklarımızdan bir kısmı tükeniyor. Eğer elimizdeki kaynakları bir sinerji oluşturacak biçimde değerlendirebilirsek, o zaman daha kaliteli ve verimli bir yaşam yakalamamız mümkün olabilir.

Olumlu olana, çevremizdeki yeni potansiyel ve fırsatlara yönelmeyi başardığımız ölçüde yarattığımız sinerjinin meyvelerini toplamak mümkün oluyor. Ama sinerji dediğimiz olgunun, tek kişilik olmadığını da bilmek gerekir. Sinerji yaratmak isteyen kişi, aynı zamanda başka insanlarla birlikte bir takım olmayı, uyumlu çalışmayı ve hem bireysel hem de grup içinde çalışma verimliliğini artırmayı başarmalıdır.

Kişi vardır; bir takım içinde varlığı ve yokluğu belli olmaz. Onu bir takım oyuncusu olarak görmek de her zaman mümkün olmayabilir. Muhtemelen girişimciliğin ve inisiyatif almanın teşvik edilmediği koşullarda yetiştiği için bir türlü ön plana çıkamamıştır. Olumsuz bir örnek olmasına rağmen baskın olan siliklikten dolayı böyle bir sorunu tespit de zordur. Bu nedenle yaşam ortamlarının girişimciliği ve inisiyatif almayı özendirmesi önemlidir. Böylece yukarıda sözünü ettiğim sinerjinin açığa çıkarılması kolaylaşır.

Bir işi amatör bir heyecanla yapmak, aynı zamanda eğlencelidir. Bu türün, kendine özgü bir motivasyon modeli de bulunuyor. Ama bir diğer boyutta; yapılan işin uzmanlığını ve profesyonelliğini yakalamanın da özel bir değeri var. Belki şöyle demeliyiz: Amatör heyecanıyla profesyonel gibi yaşamak… Muhtemelen böyle yaptığımızda; hem daha az hata yapacağız hem de ihtiyacımız olan sinerjiyi yaratabileceğiz.

Amatör ruhla ve yarattığımız sinerji ile kazanmanın hazzına varmak güzel. Kazandığımız kimi zaman bilgi, bazen tanınırlık, bazı durumlarda ise para olur. Ama bunlar, insan yaşamının tümünü oluşturmaz. Attığımız her adımın bir ahlaki çerçeve ile donatılmış olmasının önemini bilmek gerekir. Bu anlayıştır ki; kendimiz dışında başka değerlere; örneğin bizi ailemiz, toplumumuz ve ülkemiz için yararlı işler yapmaya teşvik eder. Böylece var olmayacağımız bir geleceğe izler bırakmamız mümkün olur.

Hepimizin hayalleri var. Bunlardan bazıları sabun köpüğü gibi; bir an var, sonra yok. Hayaller, hedeflere dönüşmediği sürece bir tatlı gönül sarhoşluğu olmanın ötesine geçemiyor. İçimizdeki hayal potansiyelini, kimi zaman erişilmez görünse de, ayakları yere basan hedefler haline dönüştürebildiğimizde; kaliteli ve mutlu bir yaşam üretebiliriz. Hiçbir zaman denemek için geç değildir.

About Gürcan Banger

GÜRCAN BANGER elektrik yüksek mühendisi, danışman ve yazardır. Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisans çalışması yaptı. Kamuda mühendislik hizmetleri yapmanın yanında bilişim donanımı ve yazılımı, elektronik, eğitim sektörlerinde işletmeler kurdu, yönetti. Meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. 2005’ten bu yana bazı büyük sanayi şirketleri de dâhil olmak üzere çeşitli kuruluşlarda iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik, stratejik planlama, Endüstri 4.0 gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak hizmet sunuyor. Üniversitelerde kısmi zamanlı ders veriyor. Halen Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net danışmanlık ve eğitim firmasında proje koordinatörüdür. Kendini “business philosopher” olarak tanımlıyor. Düzenli olarak bloglarında (http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net) yazıyor. Değişik konularda yayınlanmış kitapları var. Son çalışmalarından “Endüstri 4.0 ve Akıllı İşletme” Eylül 2016’da, “Endüstri 4.0 Ekstra” Mayıs 2017'de ve "Aşkın Anlamlar Kitabı" Eylül 2017'de Dorlion Yayınları arasında çıktı. Çeşitli gazete, dergi ve bloglarda yazıları yayınlanıyor. KİTAPLARINDAN BAZILARI: * Gürcan Banger, “Aşkın Anlamlar Kitabı”, Dorlion Yayınları, Eylül 2017, Ankara * Gürcan Banger, “Endüstri 4.0 – Ekstra”, Dorlion Yayınları, Mayıs 2017, Ankara * Gürcan Banger, “Endüstri 4.0 ve Akıllı İşletme”, Dorlion Yayınları, Eylül 2016, Ankara * Gürcan Banger, “Sivil Toplum Örgütleri İçin Yönetişim Rehberi”, STGM Yayınları, 2011, Ankara * Gürcan Banger, “Eskişehir'in Şifalı Sıcak Su Zenginliği”, Eskişehir Ticaret Odası Yayınları, 2002 * Gürcan Banger, “Siyasal Kalite: Siyasal Kalite Yönetimi”, Bilim Teknik Yayınevi, 2000, İstanbul * Gürcan Banger, “C/C++ ve Nesneye Yönelik Programlama”, Bilim Teknik Yayınevi, 2000, İstanbul * Gürcan Banger, “Pascal: Borland / Turbo 4, 4.5, 5,5, 6,7 ve 7.01”, Bilim Teknik Yayınevi, 1999, İstanbul * Gürcan Banger, “Siyasetin Mimarisi”, Ant Matbaacılık Yayıncılık, Haziran 1995, Eskişehir

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir