Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
Yaşadığımız küresel kriz bir anda oluşmadı. Özellikle finansal piyasalardaki aşırı genişlemenin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Ama krizin gerçek nedeni ne olursa olsun; bu durum, küresel kapitalizmin içsel özelliklerinden kaynaklanan bir birikimin etkisiyle meydana geldi. Dolayısıyla kriz yaratma potansiyeline sahip bir ekonomik sistemin iyileştirilmesi de hiç kolay olmuyor, olmayacak.
Dünya ekonomik sistemi finansal piyasalardaki genişleme eğilimini, hiç kuşkusuz kendi kazanç ve kâr hırsını tatmin etmek için besliyor. Ama sonuçta daha sağlıklı olmak için alınan fazla miktarda vitaminin insan vücudunda yeni sorunlara neden olması gibi sağlıksız bir durum oluşuyor. Aşırı kazanç hırsı, ekonomik sistemin kendisini de vuruyor. Çünkü sistem, bu içsel çelişkiyi kendi içinde taşıyor.
1980’li yıllardan sonra medya araçlarının yaygınlaşması ve finans piyasalarımızın eskisine oranla yaygınlaşması ile birlikte ekonomi ile daha fazla yüzyüze gelmeye başladık. Neredeyse her haber kuşağının bir bölümü, küresel ve ulusal ekonomi haber ve yorumlarına ayrılıyor. Tam olarak anlamasak bile; bazı ekonomi sözcükleri ile kulaklarımız tanış oldu. Şimdilerde de borsa ve yatırım araçları söyleşileri medya kanallarının önemli bir program dilimini oluşturuyor. Ne işe yarıyor derseniz, buna iyi bir cevap vermek zor. Galiba hepimiz sonunda küresel ekonomi veya makro ekonomi uzmanı olacağız ya da Merkez Bankası yöneticiliğine talep beyan edeceğiz.
Ama aynen bilim ve teknoloji alanlarında olduğu gibi; ekonomi biliminde de bir yetersizlik iklime yaşamaya devam ettiğimizi düşünüyorum. Neredeyse her düzeyde ekonomi konusunda bilgilenme ve deneyim zafiyeti çekiyoruz. Bu zafiyetin en ciddi bölümü de siyaset alanında yaşanıyor. Sadece sıradan insanlar değil, ülkenin siyasetçileri de kulaktan dolma bilgilerle ekonomi üzerine yorumlar yapıp önlemler almaya çalışıyorlar. Ekonomi alanındaki bilgilenme sorunlarımız, bu konuyu TV kanallarındaki Tele Vole veya Sabah Şekerleri programlarına benzetmemizden anlaşılmıyor mu?
Ekonomi ve iktidar
Genelde ekonomi ile ilgili eleştirilerin büyük bölümü, her dönemde siyasal iktidara yönelir. Hükümetin icradan sorumlu olması nedeniyle bu tutum pek de haksız sayılmaz. Ama siyasetin muhalefet kanadına baktığımızda; burada da içimizi aydınlatan bir ortam gördüğümüzü söyleyemeyiz. Siyasetin hemen hemen her kanadında ekonomi alanında bir zafiyet ve eksiklikler manzumesi derhal dikkatimizi çeker.
Küresel ulusala, ulusaldan yerele
1980 öncesine göre küresel ekonomiye daha fazla entegre olduğumuz ortada. İletişim ve medyadaki gelişmeler sayesinde dış gelişmeleri daha fazla izleme imkânımız var. Ama hem güncel hem de bilimsel bilginin ülkeye aktarılmasında ve gerçekçi yorumlar yapılmasında hâlâ ciddi sıkıntılar yaşamaya devam ediyoruz. Bu konuda uzmanlık geliştirmiş olanlarımız da bir kitabî dünyanın içine sıkışmış kalmış gibi. Pek çok konuda olduğu gibi; bilim –özellikle sosyal bilimler- ufkumuzu görmekte bize fazla yardımcı olmuyor. Bu krize de böyle bir karanlıkta yakalandık.
Kapitalizm diyerek özetleyebileceğimiz dünya ekonomik sisteminin en belirgin özelliği, biteviye krizler üretmesidir. Ama bu krizlerin birbirinin kopyaları olduğunu düşünmek doğru olmaz. Çünkü –sonuçları açısından olumlu veya olumsuz– kapitalizm de bir değişim geçiriyor. Bu evrimleşme, doğal olarak kapitalist krizlerin yapısına da yansıyor.
Kriz daima var
Yaşadığımız dönemde küresel ölçekte bir kriz hızla katlanarak büyüyor. Bu krizin öncekilerden bir farkı, az ve orta derecede gelişmiş ülkeler yerine sanayileşmiş ve gelişmiş olanlarda ortaya çıkması. Kredi koşullarının zorlaşması, kişisel ve kurumsal düzeyde piyasalara olan tüketici güveninin azalması, öncelikle işsizliğe yol veriyor. Krizin önüne almak için yapılan tüm girişimlere rağmen daralmanın etkileri büyüyerek yeni sektör ve ülkelere sıçrıyor.
Kriz öncesinde gelişmekte olan ülkelerde ekonomi ve ticaret konularında bazı yapısal değişimler yaşanmıştı. Daha çok dış kaynağa dayalı olarak IMF ve Dünya Bankası yön göstericiliğinde gerçekleştirilen yeni yapılanma, esas olarak dünya ekonomik sistemi ile entegrasyonun sağlanmasını öngörüyordu. Krizle birlikte gelişmekte olan ülkelere olan dış kaynak akışı, yön ve miktar değiştirince bu yeni yapılanmaya rağmen bu ülkeler bir kez daha yeni sorunlar yaşamaya başladılar. Özetle; önümüzdeki birkaç yıl içerisinde gelişmekte olan ülkelerde büyümenin yavaşladığını, ulusal hasılanın düştüğünü ve kişi başına gelirin azaldığını gözleyeceğiz. Belki de bu süreç, kriz öncesi dönemin bazı olumlu kazanımlarını da silip süpürecek.
Gelişmekte olan ülkeler açısından olumlu algılanabilecek bir nokta, buralarda finans piyasalarının ve araçlarının çok gelişmemiş olmasıdır. Bu nedenle krizin finansman etkilerinin, gelişmiş ülkelerde olduğu kadar derin yaşanmayacağı gibi bir öngörü yapılabilir. Ama bu, kâğıt üzerinde bir tahmin olmaktan da öteye geçmez.
Yoksullukla mücadele
Krizin düşük gelir düzeyine sahip ülkelerdeki birincil etkisi, hiç kuşkusuz yoksullukla mücadele yönünde yapılan girişimlerin zaafa uğraması olacaktır. Bu ülkelerde bir yandan işsizlik artarken bunun geçim sıkıntılarına ve yoksulluğa doğrudan etkileri olacaktır. Hatta bozulan işleyişin, yoksullukla mücadele politikalarına esastan zarar vereceğini ve elde edilmiş kazanımları geri götüreceğini tahmin etmek zor değildir.
Krizin yaratacağı darlıkla ilgili bir diğer tehlike, finansal yönden sıkıntıya giren ülkelerin bazı kamusal hizmetleri daraltması yönünde olabilir. Böylece özellikle yoksul halkın konut ve sağlık gibi alanlarda yeni sıkıntılarla karşı karşıya gelmesi söz konusu olabilir.
Kriz yönetimi, risk yönetimi
Gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda krize karşı donanıma sahip olmayan tek unsur devlet değildir. Kötü yapılanmış, kurumsallaşmamış ve riskler konusunda gerekli hazırlığa sahip olmayan özel sektör firmalarının yanlış önlemlerle krizin derinleşmesine yol açacaklarını tahmin etmek zor olmaz.
Son söz: Bize her şart kriz… Gözü açık, uyanık ve önlemli olmak lazım.