Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Küresel ısınma, Dünyanın ortalama sıcaklığının artmasını ifade eden bir kavramdır. Dünya sıcaklığının artmasına, güneşten gelip normal olarak uzaya gitmesi gereken bazı ışınların atmosferdeki karbondioksit ve metan gibi gazlar tarafından emilmesi yol açar. Sera gazları adı verilen bu tür gazların atmosfere atılması arttıkça, küresel ısınmanın boyutları ve ivmesi de artmaktadır. Sera gazlarının çoğalması ise endüstriyel üretimin ve dolayısıyla kömür-petrol kullanımının sınırsız artması, ormanların yok edilmesi, tarımda aşırılığa kaçılması ve kimyasal ürün kullanımının katlanarak artışı gibi nedenlerle meydana gelmektedir. Bazen ‘ekonomik büyüme’ adı verilen bu küresel değişim, Dünyadaki canlı yaşamını her geçen an daha fazla tehdit etmektedir.
Pek çok uluslararası konuda olduğu gibi; küresel ısınma konusunda da farklı taraflar var. Yukarıda sıraladığım etkilerin başlıca üreticileri arasında yer alan (başta ABD olmak üzere) gelişmiş ülkeler, ne küresel ısınma gerçeğini benimsiyorlar ne de bunun sorumluluğunu üstlerine almak istiyorlar. Dünya kamuoyunu, küresel ısınma konusunda uyarmak ve durdurulması için harekete geçirmek isteyen kişi ve kuruluşlar kadar, böyle bir olgunun ‘saçmalık’ olduğunu iddia eden devlet, kuruluş ve kişiler de var.
Küresel ısınmanın nedenlerinin bulunması, gelişmesinin izlenmesi ve sonuçlarının öngörülmesi, öncelikle bu alanda çalışan bilim insanlarının işi. Fakat konunun Dünya kamuoyuna mal olması sürecinde çevre koruma örgütlerinin, çevrecilerin, aydınların ve medya organlarının önemli bir yeri var. Küresel ısınma konusunun yaygın olarak konuşulmasına neden olan çalışmalardan birisi, ödüllü gazeteci Chris Spence’in 2005 yılında yayınlanan “Global Warming (Küresel Isınma)” isimli kitabıdır. (Bu kitabın Türkçesi, 2007 yılında Pegasus Yayınları arasında basılmıştır.)
Spence’in de kitabında ifade ettiği gibi; bugün bazı çevreler küresel ısınmanın bir bilimsel teori olduğu ve henüz bu konuda kanıtlar bulunmadığı inanç veya iddiasındadırlar. Bunlar arasında sanayi yapılanmasını değiştirmek istemeyen ABD ile Sibirya’nın kullanılabilir hale gelmesi beklentisi içinde olan Rusya başı çekmektedir. Hâlbuki küresel ısınmanın insanın aşırı üretim-tüketim çılgınlığı nedeniyle oluştuğu ve artık reddedilemez bir olgu haline dönüştüğü bilimsel olarak doğrulanmıştır. Küresel ısınma sürecinin nasıl işlediği ve hangi felaketlere neden olabileceğine dair sağlam kanıtlar mevcuttur.
Yine bazı kesimler tarafından, küresel ısınmanın olumsuz etkilerinin bölgesel veya yerel olacağı, bu nedenle Dünyanın tamamını etkilemeyeceği iddiası öne sürülmektedir. Dünya üzerindeki yerleşimler ile çevre ve iklim koşulları incelendiğinde; küresel ısınmanın olumsuz etkilerinin Dünyanın hemen hemen her noktasında izlenmeye başlandığı gözlenecektir. Çevre bilimciler, Dünyada canlı yaşamın ortaya çıkışından bu yana görülmemiş bir ölçekte toptan yok oluşun eşiğinde olabileceğimiz ihtimalini değerlendiriyorlar.
Bireylerin sorunlar karşısında en ‘kolay ve ucuzcu’ tepkilerinden birisi, devekuşu gibi kafalarını kuma gömerek sorunu görmezden gelmeye çalışmalarıdır. Bu sorun alanındaki kolaycılıklardan birisi de devletlerin veya kişilerin, küresel ısınmanın kendilerini etkilemeyeceği düşünceleridir. Hâlbuki küresel ısınmanın sonuçları, Dünya üzerindeki yaşamı toptan tehdit etmektedir. Felaketlerin zincirleme etkileri de dikkate alındığında; oluşacak kötü sonucu hayal etmek bile zordur.
Problemin ölçeği büyük olduğunda; klasik kişisel sorulardan birisi şudur: “Bu kadar büyük bir sorun karşısında kendi başıma ne yapabilirim ki?” Küresel ısınmanın olumsuz sonuçlarını engellemek üzere her bireye, her kuruluşa ve devlete düşen görevler var. Ama bunun için önce ‘doğal yaşamın korunması ve tüketim çılgınlığına son verilmesi’ gibi bir anlayış etrafında buluşmak gerekli.