Mülkiyetin Değişen Düşünsel Yönü
Gürcan Banger
Son yıllarda patent, faydalı model veya coğrafi işaret gibi sözcükleri sıkça duymaya başladığınızı fark etmiş olmalısınız. Fikri mülkiyet gibi bir terimi değişik entelektüel ortamlarda daha sık duyar olduk. Eskiden bildiğimiz sınırlı sayıda marka vardı. Şimdi işletmeler marka olma peşine düştüler. Franchasing denen bir kavram yaşamımıza girdi. Birbirini andırır hazır giyim mağazalarına, fast food dükkânlarına, köftecilere, hatta (artık etsiz olan) çiğköfte satış noktalarına gözlerimiz alıştı. Bazı seçilmiş isimlerin eskiye oranla şimdi bir parasal değeri var. Bütün bu manzara küreselleşmenin bize zorla öğretilerinden birisi gibi duruyor.
Suyu gözünüzün önüne getirin. Son 5-10 yılda nice yaman bir markalaşma oldu. “Su gibi ucuzdan”, “su gibi aziz ol’dan” suyun neredeyse gazlı içecekler fiyatına satıldığı bir zaman dilimine geldik. Eskilerde değişim değeri (fiyatı) olmayan malları tanımlarken, verilen örnekler arasında ‘hava’ ilk sırada yer alırdı. Bir malın fiyatının uygun olduğunu söylemek için “havadan ucuz” denildiğini bilenlerimiz çoktur. Birleşmiş Milletler’in 1997 yılında Japonya’da düzenlediği çevre konferansında ilk kez imzaya açılan Kyoto Sözleşmesi ile birlikte artık ‘hava’ da alınan / satılan değerli mallar sınıfına girdi. Dolayısıyla kapitalizmin havayı da ticari bir meta haline getirdiği günümüzde ‘havadan ucuz’ dememek lazım.
Bilişim ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemeler ve başta İnternet olmak üzere medyadaki gelişmelerle birlikte bilgi üretiminde nitelik ve nicelik olarak bir patlama gerçekleşti. Bilgi bir yandan çoğalırken, özellikle Internet sayesinde çok daha kolay ulaşılır hale geldi. Internet’in sağladığı erişim kolaylığı, pek çok insanda ‘yeni türden bir özgürlük’ (bilgiye erişim özgürlüğü) fantezisi oluşturdu. Bilgi Çağı verilen bu dönemde bilginin durumu abartılarak ‘sonsuz mutluluk’ senaryoları yazılmaya başlandı. Ama İnternet’in yarattığı bu yanılsama ile gözleri kamaşanlar, kısa sayılabilecek bir sürede oluşan bu bilgi taarruzunun arka planını görmekte zorlanıyorlar.
İnternet, bir bilgi kaynağıdır. Ama henüz bir kalite denetim sürecine sahip olmayan İnternet, aynı zamanda bir “karşı - bilgi / yanlış - bilgi / doğrulanmamış – bilgi” (dezenformasyon) kaynağıdır. Bilimsel yaklaşımlar açısından bilginin erişilebilir olmasının yanında doğrulanabilir olmasının da birincil ve vazgeçilmez önemde olduğunu unutmamak gerekir.
Internet’in yarattığı tartışmalı bilgi bolluğu ve sanal kolaycılık ile gözleri kamaşan mutluluk oyuncusu Pollyanna’ların gözden kaçırdıkları bir önemli nokta daha var. 19’uncu yüzyılın ortalarında kaleme aldığı Manifesto’da Marks’ın söylediği gibi; kapitalizm, sevgiyi dahi alınır / satılır hale getirmekten geri durmuyor. Benzer biçimde; bilgi, önümüzdeki dönemde giderek daha fazla alınır / satılır bir ‘şey’ (meta) özelliğine sahip olacak. Kyoto Sözleşmesi nasıl ki havayı bir ticari meta haline dönüştürüyorsa; bilginin ticarileşmesinin adı da ‘fikri mülkiyet haklarıdır’. Bilginin, maddi nesneler gibi mülk edinildiği bu sürece ‘bilginin metalaşması’ adını verebiliriz.
Fikri mülkiyet, bir zihinsel ve düşünsel çalışmanın sonucu üzerinde kullanım haklarının mülkiyeti olarak tanımlanmaktadır. Fikri mülkiyet hukuku; ilki, telif hakları (fikir ve sanat eserleri) ve ikincisi, sınaî mülkiyet hakları olmak üzere iki ayrı bölümde sınıflandırılır. Sınaî mülkiyet hakları ise patentler, faydalı modeller, tasarımlar, markalar, coğrafî işaretler, elektronik yonga tasarımları, yeni bitki çeşitleri ve biyoteknolojik buluşlar gibi alt dallara ayrılır.
Fikri mülkiyet hakları ile ilgili olarak iki kritik noktadan söz edilmelidir. Kritik noktalardan birincisi; bilginin mülk olarak edinilebilecek (yani parayla satın alınması gereken) bir meta olduğu fikridir. Bu savın arkasında; kişilerin, bilgiyi üretmek için harcadıkları emeğin sonuçları üzerinde hakları olduğu yaklaşımıdır. Hâlbuki bugün Dünyada fikri mülkiyet bağlamında üretilmiş hiçbir bilgi, onu üretmiş görünen kişi veya topluluğun bağımsız yaratısı değildir. Bilgi, toplumsal özelliği olan ve önceki çalışmalar üst üste eklenerek üreyen bir soyut varlıktır. Hiçbir bilgi parçası kendi başına üretilmemiştir. Birlikte üretilmiş olanın, bireysel olarak mülk edinilmesinin bir ‘hak’ kabul edilmesi sorgulanmaya değer bir konudur.
İkinci olarak; üretilen bilginin sahibi, genelde o bilgiyi üreten kişi olmamaktadır. Bilginin üretiminde bilim adamları, mühendisler ve uzmanlar çalışmasına karşın, bir kuruluşta bilginin ve sonuçlarının mülkiyeti örneğin bu kişilerin çalıştığı şirkete ait olmaktadır. Bir buluşun, onu üreten bilim adamı adına değil de; uzmanın çalıştığı şirket adına örneğin patentleniyor olması, muhtemelen ‘artı değere’ el koymanın ‘Bilgi Çağı usulü’ olmalı, diyesi geliyor insanın.
Özetle; bilgi üretim süreçlerinin ivmelenmesinin veya İnternet ile bilgiye erişmenin kolaylaşmasının gözlerimizi kamaştırmasına izin vermemek lazım. Kapitalist sistem; havayı da, suyu da bilgiyi de kendi modeline dönüştürmekte yetkinliklerini geliştirmeye devam ediyor. Dünya değişiyor. Biz, toplum olarak bu tempoya uygun biçimde değişip dönüşmeyi başarabiliyor muyuz?