Nasıl Anlıyoruz, Nasıl Değiştireceğiz?
Gürcan Banger
İş dünyası, basit olarak insan-makine sistemlerinden oluşur. Mühendislik disiplinlerinin neredeyse tamamı, insan-makine sistemleri ile ilgilidir. Bu dünyada karşımıza çıkacak bir sorun, çoğu zaman insan-makine etkileşimine aittir. Bu tür sistemlere ilişkin sorunların ilginç yönü ise; insan-makine ilişkisinde zorluğun büyük ölçüde insan boyutunda oluşmasıdır. Çoğu zaman makineyi bakıma almak, onu onarmak veya tümden yenilemek, insanda (onun kültüründe, algı ve tepki modelinde) değişim yaratmaya oranla çok daha kolay ve tanımlı olabiliyor.
Kaç Tane Doğru Var?
İnsanı makinelerden ayırıp kendi sosyal ve psikolojik dünyasında ele aldığımızda, bir başka olguyu gözlüyoruz. İnsanın sosyal, kültürel ve duygusal algı ve tepki modeli üzerinde düşünmeye başladığım eski yıllarda “Dünyada kaç tane insan varsa, o kadar ‘doğru’ var” şeklinde bir ‘aforizma’ üretmiştim. Post-modernist bir havası olan bu yaklaşımın, anlaşılabilir bir temeli de var. Şöyle ki; dünyaya ilişkin kişisel bilgi ve deneyimimiz ile dünyanın kendisi arasında farklılıklar var. Her an yaşadığımız olaylarla ilgili bilgi ve deneyim, zihnimizde birikiyor. Bir yandan da duyularımız sayesinde biteviye dünyadan yeni veriler elde ediyoruz.
Geçmiş bilgi ve deneyim birikimimiz ile duyularımıza bağlı olarak kendimize özgü bir ‘zihin haritası’ oluşturuyoruz. Bundan sonra dünya konusunda edineceğimiz tüm enformasyonu oluşturduğumuz bu zihin haritasına göre ‘konumlandırıyoruz’. Dolayısıyla her ‘olay’, zihin haritası farklı olan her bireyde farklı algı ve tepki biçimleri doğuruyor. Özetle; farklı zihin haritalarımıza bağlı olarak, hepimizin ‘doğruları’ birbirinden farklı olabiliyor. Dünyanın kendisini değil; ama kendi oluşturduğumuz gerçekliği (zihinsel haritayı, bu haritaya uygun olanı) algıladığımız için bunu da (herkesin kendi ‘doğrusu’ olmasını da) olağan bir ‘gerçekleşme’ olarak kabul etmek gerekir.
Yukarıdaki bakış açısı dikkate alındığında, özellikle bilinmeyenler ve gelecek konusunda her bireyin farklı doğruları olması anlaşılabilir bir durum oluyor. Her dönem objektif olduğu savunulmuş bilimin gelişimi incelenirse, bilim insanlarının kişisel zihin haritalarına bağlı sübjektivitenin izleri görülebilecektir. Ürettiklerimizin ‘objektifliği’, ancak zihin haritamızın çok boyutluluğu, derinliği ve zenginliğine dayalı olarak ‘makul’ kabul edilip ‘görece objektif’ olarak benimsenebilir. Özetle; bizi, algımızı ve tepkilerimizi sınırlayıp kısıtlayan, alçaltan ya da yükselten dünyanın (gerçekliğin) kendisinden daha çok, zihinsel haritamızın nitelikleri oluyor.
Değiştirebilir miyiz?
Kişisel gelişim yaklaşımları, çoğu zaman kişiye neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ve nasıl davranmaları gerektiğini söylerler. Kitapçı raflarında yüzlercesini bulabileceğiniz kitaplar, “Şunu yap, bunu yapma” türünden kısıtlar ya da eylemler önerirler. Bu kitapların (ya da onların sözel anlatıcılarının) önerileri, genelde (mevcut durumun kaynağı olan kişisel zihin haritasını fark etmeden) sonuç üzerine odaklanırlar. Önerilerle değiştirilenler ile köksüz bir şekilde kişisel zihin haritasının üstü örtülmeye (bir tür bireysel kamuflaj) yaratılmaya çalışılır. Hâlbuki zihin haritası aynı kaldığı sürece, kişinin algı ve tepki modelinde esastan değişim oluşmayacaktır.
Kişisel gelişimin ana ekseni ve hedefi, bireyin zihin haritasının iyileştirilmesi ve geliştirilmesidir. Değişim, ancak zihinsel haritadaki yapılacak farklılaşma ile kalıcı ve sürdürülebilir hale gelir.
Bireysel değişim ve kişisel gelişim, kişinin zihin haritasının doğru kavranması ile başlar. Bireyin olumlu ve olumsuz davranışlarının kaynakları buradadır.