Objektif Olan Bir Şey Var mı?
Gürcan Banger
Okumayı bitirmek üzere olduğum kitabın adı “İçimizdeki Karanlık Yan”. Elisabeth Roudinesco tarafından 2007’de yazılmış kitabın Türkçe baskısı 2013 içinde Say Yayınları arasında yer aldı. Nami Başer tarafından Fransızcadan çevrilen kitabın alt başlığı orijinaline uygun olarak “Sapıklığın Tarihi”. Kitap, son iki bin yıldaki sapıklık kavramını inceliyor.
Kitapla ilgili söyleyeceklerime geçmeden önce “Neden bu kitap?” sorusunu cevaplamamda yarar var. Kişi düzenli olarak belli bir konuda okuma yapınca bir tür tekdüzelik oluşuyor. Dünyaya, onun algılanmasına ve yaşam çevresinin çeşitliliğine karşı bir miyopi, bir anlamda insanın körleşmesine yol açıyor. Bu nedenle yaşamının belli zamanlarını okumaya ayıran kişilerin okuma konusunda çeşitlendirme yapmaları bu tekdüzeliği ve miyopiyi engelleyici etkiler yapabiliyor.
Belli bir konuda yoğunlaşmanın getirdiği sinerji etkisinin yararlarını inkar edemem. Ama diğer yandan dünyaya ve yaşama da at gözlüğü ile bakmamak lazım. Bu nedenle insanın yaşam modelindeki zenginleştirme çabalarına paralel olarak okuma çeşitlendirmesi de yaşamsal performans artışına neden oluyor. Özetle; okumayı tür ve tema olarak zenginleştirmek gerektiği kanaatindeyim.
Objektivite
Roudinesco’nun –yukarıda sözünü ettiğim kitabını– okumak için bir ölçüde sosyal bilimlere alanına ilgi duymak gerekiyor. Kitapta birey ve toplum eksenli olarak sapıklık olarak isimlendirilen kavramın tarihi ve geçirdiği evrimler ele alınıyor. Dinlerin konuya bakışını takiben Gilles de Rais, Marquis de Sade gibi bilinen isimlerin ‘serüveni’ dile getiriliyor. Konu Nazi Almanyasındaki uygulamalar ile sürüyor. Zoofili, pedofili gibi kavramlara da tarihsel olarak değinen kitapta Freud gibi tanıdığımız bazı isimlere de rastlıyoruz.
Kitap boyunca ana tema dışında ilgimi çeken bir başka nokta, sapıklık olarak isimlendirilen kavramın zaman içinde geçirdiği evrimleşme ve değişim oldu. Geçmiş çağlarda o zamanın sosyal ve kültürel anlayışı çerçevesinde olağan bulunan bazı tutum ve davranışları bugün ‘sapıklık’ olarak değerlendirebiliyoruz. Geçmişte sapıklık olarak algılanmış bazı davranışları ise günümüzde ‘farklılıklar’ olarak isimlendirebiliyoruz. Geçmişte din adına yapılan bazı ritüeller ‘kendini adamak’ şeklinde olağan karşılanıyordu; bugün ise bunların bazıları sapıklık düzeyine varmış aşırılaşma olarak nitelendirilebiliyor. Özetle; yargılar yaşanan toplum düzenine bağlı olarak değişebiliyor.
Bir diğer ilginç nokta ise sapıklık kavramının kullanılan referanslara göre değişmesiydi. Örneğin Nazist ideoloji Yahudiler, Çingeneler, eşcinseller gibi etnik-dinsel-cinsel toplulukları zararlı ve sapık olarak nitelendiriyordu. Bu nedenle Naziler, bunları önce Avrupa’dan, sonra yeryüzünden yok etmek için pek çok zalim yol ve yöntem denediler. Savaş sonrasında Nazizm’in yenilmesi ile savaşın galipleri Nazist uygulamaları sapıklık olarak değerlendiler. Hatta savaş mahkemeleri sürecinde sapık olarak nitelendirdikleri Nazist düşüncenin patolojik, anatomik, fizyolojik ve psikolojik temellerini tıbben ve savaş esirleri deneysel olarak araştırdılar. Nazi kasabı olarak isimlendirilen Mengele de kamplardaki ‘esirleri’ üzerinde yaptığı deneyleri bilimsel olarak niteliyordu. Özetle; Nazizm üzerine odaklanmış sapıklık tanımlaması da –en azından kavramsal olarak– referans alınan zamana ve ideolojiye göre değişiyordu.
Hayvan davranışlarını inceleyen etolojinin kurucusu olan Konrad Lorenz, kendi soyunu yok etmeye çalışan canlı türlerinin insanlar ve fareler olduğunu söylüyor. Kitabın yazarı Roudinesco, Lorenz’in yanıldığını ifade ederek “Birçok hayvan aslında sıra dışı olmayan bir şekilde de birbirlerini öldürmektedir. Bu zaten onların insan gibi suçlu ya da yok edici oldukları anlamına gelmez. Çünkü cinayeti ve cinayet bilincini belirleyen doğanın ya da biyolojinin yasaları değil, insanların yasasıdır” diyor. İşte, bu nedenle objektivite dediğimiz şey insana, zamana, mekâna, ideolojiye ve iktidara göre değişiyor. Her insanın ve en çok da toplumun kendi ‘objektif’ yasası var.