Gürcan Banger
Her şey o denli hızlı değişiyor ki; mevcut kelime hazinemiz bu büyük değişime eşlik etmekte zorlanıyor. Bu nedenle her yeni günde dağarcığımızdaki sözcüklerin ve kavramların da yenilenmesi gerekiyor. Kimileri anlam değişikliğine uğrarken, pek çok yeni sözcük ve kavramı da öğrenmek zorunda kalıyoruz.
Değişim bir yandan kişisel yaşamımızda etkili olurken, diğer yandan toplum olarak içinde yer aldığımız yaşam çevresi de çok boyutlu olarak değişiyor. Hiç kuşkusuz; bu değişimden ‘nasiplenme’ şeklimizi içinde yaşadığımız ülkeden, toplumdan ya da kentten ayrı düşünmek mümkün değil. Yaşa çevremizin öğrenme potansiyeli (örneğin sosyal sermayesi ya da sosyal kaynaşmışlığı) bir kişi olarak bireysel duruşumuzu ve özümseme becerimizi etkiliyor. Birey olarak yaşam çevresinin bizi şekillendirdiği düzeyin ötesine geçmek hiç kolay değil. ‘Ortalama’ olmaktan sıyrılıp bireyin kendi farklılığını yaratması söyleniverdiği kadar kolay olamıyor.
Bir tencereye suyu ocağın üstüne koyup ateşi yaktığımızda suyun adım adım ısındığını görebilirsiniz. Bildiğiniz gibi; suyun buharlaşma eşiği 100 C derecedir. Ama ısınan suyun 100 dereceye vardığında birden buharlaşmadığını da biliriz. Su, hal değiştirebilmek için 100 dereceye ulaştığı halde bir miktar daha enerji almak ister.
Toplumda yanan ocağın üzerine konmuş tenceredeki su gibidir. Tek tek bazı göstergelerin değişim noktasına ulaştığını görmemize rağmen, toplumun sosyal veya ekonomik hal dönüşümü için biraz daha enerji biriktirmesi gerekir. Bugün dünya durumunun bizi zorladığı değişim düzeyine ulaşmamamızda bu noktayı (toplumun ve sosyal kurumların) değişim için gerekli enerjiyi toplamamış olmasının etkisi var. Her zaman olumlu olmayabilen değişim sürecinin sonuçlarını önümüzdeki dönemde daha net görmeye başlayacağız.
Örneğin 1-2 yıllık süreçte ülkenin ciddi bir değişim görüntüsü vereceğini ve böyle bir beklenti oluşturacağını düşünüyorum. Ama üst yapı kurularındaki görünür değişimin, halkın gerçek anlamda ihtiyacı olan beklentilere cevap verip veremeyeceği konusunda kesin bir tespit yapmam zor. Biraz daha açık söylemem gerekirse; koltukta oturanların değişmesi, toplumun çağa uygun dönüşümü konusundaki ihtiyaçla ne denli çakışacağı henüz netleşmiş değil.
Yaşadığımız dönemde dünyada birbirine karşıt gibi görünen iki temel eğilim var: Küreselleşme ve yerelleşme. Ülkeler ve toplumlar bir yandan küresel rüzgârlardan ciddi biçimde etkilenirken, diğer yandan yaşadıkları sorunları yerel potansiyel ve yetkinliklerle aşmaya çalışıyorlar. Yerelleşmenin ekonomik anlamdaki yorumunun dışında bir de sosyal ve kültürel boyutu var.
Küreselleşmenin tün dünyası Batı kültürü ile aynılaştırma eğilimi, kişilerin ve toplulukların alt kimliklerini hatırlamalarına daha fazla neden oluyor. Dolayısıyla toplum, her an bir önceki döneme göre daha fazla ayrışma sürecine girdi. Pek çok durumda kişilerin ve toplulukların alt kimlikleri, onları ulus-devlet çatısı altında birleştiren örten kimliğin önüne geçmeye başladı. Özellikle gelişim sürecinde tam olarak başarılı olduğunu söyleyemeyeceğimiz ülke ve toplumlar bu alt kimlikleşmeden daha fazla etkileniyorlar. Ekonomik göstergeleri zayıf ve yaşam standardı açısından çıtayı yakalayamayan toplumların yaşadığı süreçte, alt kimlikleşmenin yeni sorunlara vesile olduğunu gözlüyoruz.
Yaşanan süreçte gördüğümüz olumsuzluklarda; değişimin, dönüşümün ya da kalkınmanın yanlış veya eksik algılanmasının ciddi anlamda etkisi var. Toplumun sorunları tek boyutlu çözülmeye çalışıldığı zaman, genelde başka sorunların yaratılması sonucu oluşuyor. Bir anlamda doğru analizle başlamayan çözüm süreçleri yeni sorunlar üretiyor. Temel (kaynak) sorunları çözmek yerine görünür sorunları yok etme mantığı ile yürütülen süreç, ülkenin ve toplumun sorun yükünü taşınması daha zor hale getiriyor.
Günümüzün sorunları, sadece fiziksel veya ekonomik değil. Her sıradan problemin bile sosyal, kültürel ve siyasal boyutları var. Her sorun çözümünde etkililik ve verimliliğin öngörülmesi gerekiyor. Sorunların tespiti, analizi ve çözümünde hızlı ve çevik olmak gerekirken, bu durum aynı zamanda çok boyutlu olmayı da zorunlu kılıyor. En ilginç olan yan da problemden çözüme doğru olan sürecin yönetimi için artık kişilerin yeterli olmaması… Toplumun daha fazla dâhil edildiği bir çözüm sürecine ihtiyaç var.