Eskişehir, Su Yapısı ve Deprem
Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi - Ana Sayfa
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
LinkedIn’de izle
Birkaç gün önce Eskişehir’in yerüstü ve yeraltı su yapısı ile ilgili notlarımı hatırlatmıştım. Su yapısı deyince zemini, yerleşim zemini deyince depremi anmadan geçmek mümkün olmaz. Anadolu-Türk mimarisinin ilginç örneklerinden olan evleri görmek üzere Odunpazarı semtine her uğradığımda dikkatimi çeken bir özellik olur. Bu; Eskişehir’de neredeyse her yıl 4 büyüklüğü dolayında, 1956’da olduğu gibi 6,4 büyüklüğüne ulaşabilen depremler olmasına rağmen Odunpazarı Evleri inatla ayakta durmaya devam edişidir.
20’nci yüzyıldaki sayısal değerlere göre 1901, 1905, 1928, 1948, 1956, 1961 yıllarında 5 dolayında veya daha büyük depremler olmuştur. Geleneksel Odunpazarı Evleri’nin bu depremlere karşı direnmesinin muhtemel nedenlerinden birisi bu semtteki zemin ile ilgili olmalı.
Geleneksel ve Yeni Mimari
Zemin özellikleri dışındaki faktörlerden birisi, Odunpazarı semtindeki ev yapma tekniğini de içine alan geleneksel Anadolu-Türk mimarisi yaklaşımıdır. Acaba Odunpazarı Evleri’nin depremler karşısında direngenliğinin Anadolu’nun pek çok yerleşiminde de var olan mimari gelenek ile ilişkisi olabilir mi? Gerek 1766 İstanbul Depremi, gerekse 1688 İzmir Depremi sonrasındaki yazılı belgeler incelendiğinde geleneksel tekniklere dayalı yapılaşma yönelim olduğu anlaşılıyor. Daha sonraki depremlere ilişkin sonuçlara bakıldığında ahşap iskelete dayalı geleneksel mimarinin depreme karşı dayanmakta başarılı olduğu görülüyor.
Bugün betonarme ve benzeri yaklaşımlar kullanıldığından ahşaba dayalı geleneksel mimarinin bazı özellikleri unutulmuş görünüyor. Anadolu-Türk mimarisi konusunda ciddi çalışmalar yapan uzmanlar bu tarzdan alınabilecek önemli dersler olduğunu ifade ediyorlar. Geleneksel mimariye yansıyan yapı ve zemin arasındaki bu ilişki adeta tarihin içinde süzülüp gelen deneyimin izlerini taşıyor.
Eskişehir’in Zemini
Yapıların deprem yer kabuğuna bağlı gibi doğal afetler karşısında ayakta kalabilmesi açısından yerleşim yerinin zemin özellikleri önemlidir. Özellikle yapı temelinin de yer aldığı ilk 10 metre gibi bir kalınlığın özelliklerinin ayrı bir önemi vardır. Eskişehir’de yerleşim zemininin büyük bir bölümü ilk 10 metreye kadar kum, silt ve kil karışımlarından oluşur. Birkaç mahallede ise zeminin killi kum ve çakıldan oluştuğu gözlenmiştir. Bu tür bir zemin oluşumu, bu zemin üzerinde yapılaşma açısından -deprem yönünden- riskler taşımaktadır. Özellikle Eskişehir Ovası açısından bakıldığında Eskişehir’de genelde sağlam sayılabilecek tabakalar ancak 20-50 metre arasında derinlikte bulunabilmektedir.
Yapılaşmayı etkileyen zemin özellikleri ve deprem riski açısından dikkate alınması gereken faktörlerden birisi de Eskişehir’deki yer altı suyudur. Daha doğrusu yer altı suyu seviyesinin yüksek olması, bir başka deyişle yüzeye olmasıdır. Sıklıkla duyduğumuz “zemin sıvılaşması riski” kavramının altındaki oluşturucu faktör Eskişehir yer altı suyunun bu özelliğidir. Bu konuda edindiğim bilgilere göre Eskişehir’de olduğu gibi yüzeye yakın bölgelerde düzgün kalın kum tabakalarının suya doymuş olması durumunda zeminin taşıma gücü azalmaktadır. Böylece depremin yarattığı fiziksel etkiler zeminin üzerindeki yapıların yıkılmasına neden olabiliyor.
Kentin yer aldığı zeminde yaklaşık 3-6 metre arasında yer altı suyu bulmak mümkün olmaktadır. Yine kentin merkezinde -özellikle Çarşı Camii bölgesinde- sıcak su kaynaklarının bulunması zemin koşullarını ve üzerindeki yapılaşmayı taşıma açısından olumsuz etkiliyor
Yapı ve zemin arasında doğrudan bir ilişki var. Zeminin olumsuz olabilen özelliklerine yapı teknikleri ile önlem alınabilir. Haksız kazanç, usulsüzlük, bilgisizlik, yetkisizlik, denetimsizlik veya ‘kitabına uydurma’ gibi değişik nedenlerle zemin ve yapı arasındaki ilişki gözden kaçırılırsa can ve mal kaybına neden olan olumsuz sonuçlar ortaya çıkabiliyor.