Gürcan Banger
Ne okuduysam, ne yaşadıysam, neye tanık olduysam veya neyi sınadıysam daima aynı sonuca varıyorum. Düşünsel, duygusal veya sezgisel deneyim nedeniyle defalarca tekrarlayabilirim ki; tanıdığımız evrenin odağında yaşam varken, anlamın odağında da insan var. Çünkü dünyayı ve yaşamı ancak durduğumuz yer olan kendi insan odağımızdan anlamlandırabiliyoruz. Bu anlamlandırma becerisine sahip insanın bu özelliğinden kaynaklanan bazı yaşamsal kurallar da var. Örneğin insanın anlamını ve değerini, bir başka insanla tartmaya çalışmamak…
İnsan, insanla tartılmaz. İnsan, ne terazi kefesinde mal olur ne de diğer kefede dirhem. Eğer insanı insanla tartacak, insanı mal ya da dirhem edecek bir terazi olsa neler olurdu, düşünebiliyor musunuz? Örneğin malı mülkü çok olanı, az olandan değerli bulmamız gerekebilirdi. Çok okumuş veya çok bilgili olanı, az okuyabilmiş olandan daha makbul bulmamız gibi bir durum ortaya çıkardı. İyi konuşanı, belagati daha düşük olandan daha kıymetli kabul etmemiz ihtiyacı doğabilirdi.
Yaşam Dediğin
Yaşam, bir öncelikler manzumesi… Bazı insanlar önceliklerini okumaya, öğrenmeye ve bu birikimlerini başkalarına aktarmaya ayırıyorlar zamanlarını: Bazıları ise küçük yaşta para kazanmanın derdine düşüyorlar. Başarılı bir eğitim süreci yaşamış olanla önceliğini para kazanmaya vermiş olanı birbiri ile kıyaslayabilir miyiz?
İnsanlar olarak doğuştan gelen yeteneklerimiz ve bedensel özelliklerimiz de çok farklı. Bedensel olarak avantajlı doğanlarımız olduğu gibi, kimilerimizin bazı fiziksel engelleri olabiliyor. Renkli gözlü olan birisini, fiziksel engeli olan bir başka insandan daha değerli bulabilir miyiz? Dar, kısıtlı ve açılımları olmayan bir çevrede doğan çocuğun kabahati nedir ki? Yaşadığı çevredeki eğitim imkânları daha dar olan insanlar, eğitim konusunda daha ileri fırsatları yakalamakta daha az ‘şanslı’ oluyorlar. Geçim sıkıntısı çeken bir ailenin ağır şartlarını kırarak başarıya ulaşmak hiç de kolay olmuyor. Ağır koşullar altında sınırlı gelişme gösterebilmiş bir kişiyi, bir eli yağda diğeri balda yetişmiş bir kişiden daha az kıymetli gösterebilir miyiz?
Sosyal kuralların ve ahlakın varlığı, bu tür konularda hata yapmamak için var. Toplumun bilgelerinin özdeyişleri, insani ölçeğin kaçırılmaması gereğine dikkat çekerler. Başka insanları değerlendirirken kantarın topuzu kaçtığında; saygısızlığın ve kabalığın boyutunun nerelere varacağı hiç belli olmaz.
Bu nedenle konuşmalarımızda ve yazılarımızda başka insanlar hakkında yorumlar yaparken, saygı sınırını aşmamaya özel bir önem vermemiz gerekir. Kişi, bu tür değerlendirme ve yorum durumlarında; benzeri bir yargıya kendisinin muhatap olduğunda nasıl karşılayacağını düşünmeli önce. İyi bilinen atasözü, “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” der.
Sevgi gibi saygı da ancak özgürlük ikliminde var olur. Baskı ve zorbalık ile saygı oluşturma girişimi, sadece saygı illüzyonu yaratabilir. Özgürlük gelir, illüzyon gider.
Yaşlı olmanız genci, baba olmanız çocuğu, öğretmen olmanız öğrenciyi ya da ‘ünlü’ olmanız sıradan vatandaşı ‘aşağılayabileceğiniz’ anlamına gelmez. Herkes haddini bilmeli ve saygı sınırlarını aşmamalı. Özellikle kamunun ya da basının gücünü elinde tuttuğuna inananlar, bunu birkaç kat daha kuvvet ve ciddiyetle kavramalı. İnsan, insanla tartılmaz. Bunu yapmaya çalışanın, insani özelliklerinin eksikliğinden ya da zafiyetinden kuşku duyarım.
Sözün özü: Sevgi gibi saygı da ancak özgürlük ikliminde var olur. Baskı ve zorbalık ile saygı oluşturma girişimi, sadece saygı illüzyonu yaratabilir. Özgürlük gelir, illüzyon gider.