Gürcan Banger
Facebook’ta paylaş
Twitter’da paylaş
Duygu Güncesi *** YENi ***
Facebook’ta izle
Twitter’da izle
İnsan, kendisinin ustasıdır. Bu nedenle kişinin ilk sıradaki destekleyicisi, kendisidir. Bunun tam zıddı olarak öncelikli engelleyicisi de kendisi olabilir. Dolayısıyla insanın kendisiyle ilgili bakış açısı önemlidir. Bir sorun ile ilgili olarak olumsuz sözcükler kullanmaya başladığınızda; bir daha o soruna sakin ve tarafsız olarak yaklaşmanız müümkün olmayabilir. “Buna dayanamıyorum” diye başlayan bir düşünce manzumesi, malum problemi bir ‘bireysel felaket’ haline dönüştürür ve insanın çözmek üzere elini uzatası gelmez.
Burada da gerçekleştirebileceğimiz davranış türlerinden birisi, durup nefes alıp olaya bakışımızı olumlu yönde değiştirmeye çalışmaktır. Sonuçta problemde değişen bir şey olmayacaktır; ama kendimizi olumsuzlukla yoğunlaştırarak çözüm gücümüzü azaltmamış olacağız. Bir bakış açısı değişikliği, sorunu gerçek ölçeğinde görmemize neden olabilir.
Örneğin bir kişinin “Şu sorunu çözemiyorum” düşüncesi yerine “Şu problemi nasıl çözebilirim” diye kendini sorgulaması çok daha olumlu sonuçlar verir. Diğer yandan bir sorunu gerçekten çözmeyi isteyip istemediğiniz konusunda emin olmalısınız. Eğer çözüm konusunda ısrarlı değilseniz, sorunu aklınızdan silebilir veya erteleyebilirsiniz. Sürekli olarak bu sorunla yaşamanın sizden değerli bir şeyleri –örneğin zamanınızı, maddî ve ruhsal enerjinizi, ilişkilerinizi– alıp götürdüğünü bilmelisiniz.
Özetle söylemek gerekirse; soruna onu büyüten bir büyüteç ile yaklaşmamalısınız. Muhtemelen bakış açınızı değiştirmeniz, onu gerçek büyüklüğü ve önemi ile görmenizi sağlayabilir. Neyi görürseniz onu çözmek isteyeceksiniz. Büyütülmüş bir sorunun müstakbel çözümü boyutları açısından sizi korkutacak ve imkansızlığa savuracaktır.
Kimi zaman sorunlarımıza ‘Ya hep ya hiç’ gibi kestirip atan bakışlarla yaklaşırız. Dünyayı siyah-beyaz karşıtlığıyla düşünmek bize kolay gelir. İnsanlar hakkında da böyle yargılara varma kolaycılığına düştüğümüz çok olur. Kötü bulduklarımızı yaşamımızdan siler, iyi bulduklarımızın yanından ayrılmayız. Halbuki yaşamın gerçek yüzü, sadece saf siyah veya beyazdan değil, bunların karışımı olan grilerden oluşur. Sorunlarımızı gri tonlar olarak görmek, onları çözme yolunda daha akılcı ve ekonomik olmamızı sağlayabilir.
İnsanlara gelince; saf iyiler ve saf kötüler artık masallarda veya öykülerde bile yok. İnsanlar, yaşam karmaşıklaştıkça siyah ve beyaz arasında değişen noktalarda konumlanıyorlar. Bu gri gerçeğin iyi farkında olmamız gerek.
Bir olaya veya kişiye siyah ya da beyaz diyebilmek için sağlam kanıtlarımız olmalı. Olaylara yönelik olarak savunduğumuz çözümlerde de böyle. Eğer yeterli kanıta sahip değilsek geçmiş deneyim ve izlenimlerimizin bizi yanıltmasına izin vermemeliyiz.
Bu tür genelci davranışlardan kurtulmanın yolu, doğru olarak bildiğimiz davranışın “neden doğru olduğunu” zaman zaman kendimize sormamızdan geçer. Çoğu zaman ezberlenmiş davranışlarımızın altında haklı ve yeterli bir mantık yoktur. “Bu böyledir” diyerek kestirip atarsanız, önce kendinize haksızlık etmiş olursunuz. Çünkü insanı diğer yaratıklardan ayıran en önemli özellik, aklının varlığı ve onu kullanabilmesidir. Soru sormayı becerebilen insan, sorunlar karşısında aceleci çözümlerden kaçınır. Dereyi görmeden paçaları sıvamak gibi yanlışa düşmez. İnsanı farklılaştıran en önemli niteliklerinden birisi akla sahip olmaktır. Dolayısıyla ne zaman aklın, hangi durumda duyguların ön plana alınacağını kestirebilmek birincil önemdedir.