Gürcan Banger
Felsefenin çıkış noktası, insanın evrenle ilişkisinde önemli bulduğu birkaç sorudur. Kendisine “Gerçeğin gerçek doğası nedir?” diye sorar. “Bu gerçeklik bilinebilir mi?” diye devam eder. “Bulguladığım gerçeklik çerçevesinde nasıl yaşamalıyım?” diye son soruyu doğruda kendine yöneltir. Bu sorular, felsefe tarihinin metafizik ve ontoloji, bilgi teorisi (epistemoloji) ve etik (ahlâk) gibi konularını oluşturur. Felsefeci soruları kendine sorar, ama insanı ve toplumu doğru biçimde şekillendirmek konusunda da bir misyon (görev) üstlendiğini düşünür. Bu nedenle iyi, doğru ve ahlâklı yaşamı tanımlayıp bunu insanlık çevresine aktarır. Zamanla felsefecinin söylemi –yaygınlaşma fırsatı bulursa– sosyal kültürle eklemlenerek yaşam biçimine ilişkin profiller haline dönüşür.
Öğüt türü yazılı –veya sonradan yazılmış– eserler, geleneksel kültürümüzün ayrılmaz birer parçasıdır. Bunlar arasında nasihatnameler özel bir yer tutar. Nasihatnamenin öğüdünü yönelttiği hedefinde öncelikle insan var. Bu nedenle nasihatname kişilere doğruluk, erdem, bilgi ve saygı ile sevgi konularında şiir ya da düzyazı diliyle öğütler verir. Bir diğer yönüyle de devrin yöneticilerine halk ve hak adına yönetmenin nasıl yapılması gerektiği konusunda –kimi zaman bir bilmece tadında– ipuçları sunar. Feridüddin Attar’ın Pendname’si, Nabi’nin Hayrâbâd ve Hayriye’yi bu türün örnekleridir. Marifetname sınıfına sokulmasa da örneğin Şirazlı Sadi’nin eserlerini de öğüt verenler arasında sayabiliriz. Bilgelik üzerine kurgulanmış daha pek çok geleneksel eser örneği saymak mümkün. Eğer kolay örnekler bulmak isterseniz, atasözlerimizin sıralandığı kitaplardan birine göz atmayı deneyebilirsiniz.
Günlük yaşamımıza yakından baktığımızda; bilgelik –ki, kimi zaman bu yanlış olarak yaşlılıkla eş tutulur– eksenli başka yaşam tarzları da gözlenir. Örneğin bir uzmana danışman yerine deneyimli bulduğumuz kişilere veya yaşça büyük insanlara danışmayı uygun buluruz. Gerçek bilgi kaynaklarını araştırmak yerine bilgili kabul ettiğimiz insanları tercih ve davranışlarımız konusunda ‘hiza önderi’ yapıvermek kolayımıza gelir.
Hiza önderi, ‘benden daha yüksekte olan’ demektir. Hâlbuki öğüt almak için kendisine danıştığımız kişi, muhtemelen ‘bizden daha yüksekte’ olmayabilir. Biraz da “Şeyh uçmazsa müritler uçurur” misali, o kişiyi ya da onun deneyimini yücelten biz –kendimiz– olabiliriz. Çünkü içinde yaşadığımız kültür, araştırıp soruşturmak yerine büyüğe danışmayı, onun sözünden çıkmamayı ve asla hizayı bozmamayı ‘tavsiye ediyor’.
Deneyim
Deneyim, modaya benzer. Eğer zamanın ruhu ağır hareket ediyorsa, günün modası uzun süre değişmez. Ama şimdilerde pek öyle değil. Dünya sanki daha hızlı dönüyor. Çok daha gelişmiş olan bilgi makineleri olanca hızıyla çalışıp biteviye farklı ve artan miktarda yeni bilgi kümeleri üretiyor. Bu nedenle her geçen an deneyim, daha fazla demode olmaya başladı. Tabii ki, deneyime hâlâ saygı duyuyoruz. Ama günümüzde deneyim, bugün ve yarından daha fazla biçimde dünü temsil ediyor. Hâlbuki yaşamın ivmesini yakalamak anlamında ayakta kalıp sürdürülebilir olmayı başarmak için biteviye yeniyi arayıp bulmak ve yaşamımıza uyumlulaştırmak gerekiyor.
… içinde yaşadığımız kültür, araştırıp soruşturmak yerine büyüğe danışmayı, onun sözünden çıkmamayı ve asla hizayı bozmamayı ‘tavsiye ediyor’.
Kişi, ilk kez bilgiye erişmeye başladığında dünyasının bir anda aydınlandığını hissediyor. Eğer o ana kadar öğrendikleri ile yetinir ve kendini geliştirmeye gayret etmezse, bu aydınlık yanılsaması ile öylece kalakalıyor. Ama öğrenmeye devam eder ve bilgi ile davranış zenginliğini geliştirmeye devam ederse, yaşamın ilk anda sandığı kadar aydınlık olmadığını fark ediyor. Dolayısıyla öğrenme ve kendini geliştirme, giderek karanlık ve aydınlık arasında bir yarışa dönüşüyor. Günümüzde geleneğin ve kültürün doğru yerini, işte bu yarışta arayıp bulmak gerekiyor.