Şiir Defterlerinden Kentin Edebiyatına
Gürcan Banger
Haziran 2012’de Bakış Dergisi’nde yayınlanmıştır.
Sanki bir şey oldu zamana. Sanki artık daha hızlı akıyor gibi… Zamanın değişimi ile birlikte; yaşama karşı kendimizi ifade tarzımız da değişiyor. Aşka ve çevreye karşı daha mahcup olunan o eski dönemlerde kendini ifadenin yollarından birisi şiir yazmaktı. Şiir defterleri vardı kimseye gösterilmeyen. Ailede veya yaşam çevresinde yakalanamamış duygular ve özlemler şiir diliyle yazılmaya ve yaşanmaya çalışılırdı. Kimi zaman insanın kendi sevgi ve hasret dünyasının ve kimi zaman kendi iç boşluğunun büyüklüğü karşısındaki şaşkınlık yansırdı bu şiirlere.
Duygusallığa Özlem
Belki bunlarda Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Halide Edip, Peride Celal, Cahit Sıtkı veya Peyami Safa’da okunmuş duygusallığın yarattığı özenme ve merakla karışık heyecan da vardı. Şimdilerde o eski şiir defteri heyecanı var mı, bilmiyorum. İnsanların ilgi ve merak alanları değişiyor. İçinde yaşadığımız maddi dünya, hasretlerin de maddi olana doğru yönelmesine neden oluyor. Şiir yazmak yerine gösterişli giyinmek, popüler ortamlarda bulunmak veya markalı ürünlere sahip olmak öne çıkmış görünüyor.
Birebir iletişimde giderek daha eksikli, zayıf ve duyarsız olmaya başladık. Derinlemesine arkadaşlara ve içtenliği tartışılmaz dostluklara artık pek rastlanmıyor; çünkü yüz yüze birbirimizi iyi tanımak için yeterince zaman ayırmıyoruz. Kapı komşulukları azalırken iyi ve uzun süren arkadaşlıklar da sahneden yavaşça çekiliyor. Derin ve sınırsız sevgilerin yerini bir dozluk beğeniler, hoşlanmalar ve özentiler almaya başladı.
Birebir iletişimde ve yakınlaşmada derinliği kaybederken, bir yandan da yeni türden yaygın veya bireysel iletişim araçlarının çoğaldığını gözlememek mümkün değil. Yüzeysel, derinliği kaybolmuş ve dev aynaları gibi kimlik gözbağcılığına uğramış iletişimde başı İnternet çekiyor.
Şiir Defterleri
Ona en çok yakıştırılan Fransızca başta olmak üzere Türkçe, İngilizce veya bir başka dilde İnternet ortamında en fazla kullanılan sözcüklerin aşk ve sevgi ile türevleri olması muhtemeldir. Eskiden gizemi ve mahremiyetiyle kişiye özel olan şiir defterleri, sanki İnternetle birlikte su yüzüne çıkmış gibi oldu. İnternetin sohbet ve sunum ortamları, mahcup şiir defterlerinin mütevazılığının aksine bir anlamda aşk gevezeliklerinin cirit attığı ortamlar oldu. Sanki aşkın ve sevginin içi boşalmış tükenişi, bu tür ortamlarda kendini daha iyi ifade ediyor. Özetle; aşk ve sevgi de maddi dünyanın kendisi kadar hızlı tüketilmeye başladı. Bunun adına post-modernizm deniyor.
Şiir defterlerinden İnternetin gösterişçi ortamına kayan duygulara yakından baktığımda; aklımda bazı sorular kuyruğa giriyor. Aşkı ve sevgiye olan özlemi ifade eden cümlelerin arka planının gerçekten aşk ve sevgi temalı olduğundan kuşku eder gibi oluyorum. Duygusal bir görünüme bürünmüş sözlerin arkasında gerçek anlamda bir sevgi sunumu veya özlem ifadesinin varlığından emin olamıyorum. Sanki aşk sözlerinin arkasında tatminsizliğin ve sevgisizliğin haykırılışı var. İnternetin vitrinine konulanların aşkın mı, yoksa sevgisizlik ve tatminsizlik bataklığının mı anlatımı olduğunu kestirmek kolay değil. Bunları okurken satır aralarına iyi bakmak lazım.
Hiç kuşkusuz; yazanın ne yazdığı önemlidir. Ama bir o kadar önemli olan, okuyanın yazılandan ne anladığıdır. Genelde okumalarımızı, çok fazla düşünmeden yüzeysel bir tarzda yaparız. Okuduğumuzu değil de; anlamak istediğimizi veya kendimize yakıştırdığımızı anlamaya yöneliriz. Aşk gevezeliklerini okumanın en belirgin yanlarından birisi budur. Aşkı ve sevgiyi okurken gevezelikle nitelikli olanı ayırt etmeyi öğrenmek lazım. Aynen aşk ile beğeniyi, sevgi ile hoşlanıyı ayırt etmeyi öğrenmemiz gerektiği gibi…
Post-Modern Aşk
Bir zamanlar paylaşmanın adı olan aşk, o post-modernizm denilen dönemle birlikte tüketilecek bir emtiaya döndü. Hani çarşıya gideriz de; gönlümüzden öyle geçer: “Olmuşken en iyisi olsun!” Çarşıya, pazara gittiğimizde gıda maddeleri satın alırken, hem ucuz hem taze hem de iyi olsun isteriz. Hele; en iyisi olursa keyfine diyecek olmaz. Ev almaya kalktığımızda, bir otomobil edinmek istediğimizde hep iyisini isteriz. İyi okullarda eğitim görmemiz veya iyi bir yaşamımızın olması, daima ilk sıradaki beklentilerimiz arasındadır. Kimilerimiz markalı ürünleri alıp imaj yükseltmek derdindedir. Ekonomik olarak iyi halliler arasında sayılmak isteriz. İyiyi bir yaşamsal hedef haline getirmişken, aşkın hasını, sevgilinin de sonsuz sadakatli iyisini isteriz.
Öyle insanlar vardır ki, aşkın iyisini bulmak için en ufak bir çaba içinde olmazlar. O görkemli, yakışıklı beyaz atlı prensin aniden gelişini ya da ruhu sonsuz muhabbetle donanmış Pamuk Prenses’in ansızın dokunuşunu beklerler. Bu derin hülyadan uyandıklarında ise muhtemelen gün akşam olmuştur.
Masal Aşkları
Masalı bilirsiniz. Bir büyücü cadı, yakışıklı prensi kurbağa haline dönüştürmüştür. Ancak onu güzel bir prenses öperse eski haline dönebilecektir. Bazı insanların tercihi, beyaz atlı prensi hülyalar içinde beklemektense, bulduğu kurbağaları prense dönüştürmek üzere öpmek şeklinde olur. Ama ne yazık ki, bu sefer de prensi bulacağım diye pek çok gerçek kurbağayı öpmek durumunda kalırlar. Ayrıca bu kadar kurbağayı öpmüş olmak da, gerçek prensin bulunacağını garanti etmez. Olsa olsa kurbağa öpme alışkanlığı yaratır.
Aşkın iyisini beklemeyi tercih edenlerin nedenlerinden birisi, o sıra çevrelerindeki “bütün iyilerin başkaları tarafından kapılmış” olduğu fikridir. Buna halk arasında “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” dendiğini hatırlayacaksınız.
Bazen çevrede iyi bir aşk seçeneği bulunduğunda, kişinin kafasında bazı garip kuşkular oluştuğu da doğrudur. “Eğer bu kadar iyi bir seçenek başkaları tarafından kapılmamışsa, kesinlikle benim bilmediğim bir kusuru vardır” diye düşünülür. Çoğu zaman böyle kuşkularla dertlenilirken, son gemi de limandan demir alır, uzaklaşıp gider.
Kötünün İyisi
Sıkça rastladığımız bir diğer örnek de şudur: Seçilen kişi, genelde seçeneklerin en iyisi değildir. Ama gerekli değişim için motive edilmesi –hatta terbiye edilip dönüştürülmesi– ile en iyi haline dönüştürülebileceği hayal edilir. Bu yaklaşım, özellikle kadına özgü –belki de belletilmiş– bir yanılsama olarak ruh bilimi ve kişisel gelişim edebiyatında yerini almış. Bu konuda; insan ilişkileri alanında yetkin bir ruh bilim uzmanının önerisi şudur: “Eğer birlikte olduğunuz insanın olgunlaştığında veya yeni ve sürekliliği olan bir iş bulduğunda veya ruhsal tedavi gördüğünde düzeleceğini sanıyorsanız, büyük bir ihtimalle ciddi bir yanlış içindesiniz. Bir an önce böyle bir ilişkiden uzaklaşmaya çalışın.” Bu uzmanın önerisini yerine getirmeye çalışabilirsiniz. Ama bu durumda da yeterince hızla uzaklaşmak için bacaklarınızın gerekli güce sahip olup olamayacağı gibi bir sorununuz olabilir.
Ünlü Fransız romancı Victor Hugo, “Aşkın orta derecesi yoktur” der. Gerçekten pek çok aşk, en iyi olma hayal ve beklentisi ile başlar ve muhtemelen nefret ile biter. Eğer ‘orta derecede’ bir aşktan söz ediliyorsa, muhtemelen aşk ile alışkanlıklar veya basit çıkarlar karıştırılıyor olabilir. Gerçekten tükenen aşk, yağı bitmekte olan kandil gibidir. Işığını artıracak biçimde beslenmezse, yavaşça tükenir gider.
Bazı kişiler derler ki; aşk, hayal gücünün aklı yenmesidir. Ben de “Acaba” diye sorarım kendi kendime, “bu ifade, akılsızlığın ve aptallığın aşk beklentisiyle yüceltilmesi midir?” Aşkın iyisi, hem akıllı olsa hem de yaratıcı tahayyüle sahip olsa daha münasip olmaz mı?
Yaşam ve Okul
Yaşam, teklifsiz bir okuldur. Biz istemesek bile her adımda bize öğütler verir, bilgiler edinmemizi sağlar ve bunlarla yeni davranış biçimleri geliştirmemize yol açar. Yaşamdan iyi ya da olumsuz dersler alabiliriz. Diğer yandan öğrendiklerimizin her zaman başarıya yol verdiğini de söyleyemeyiz. Yaşamdan aldığımız her ders, bardağı dolduran bir damla gibidir. Deneyimimiz ve birikimimiz arttıkça, kendimizi yaşam karşısında daha donanımlı hissederiz. Ama bu yetmez.
Yaşamdan edindiklerimizden bazıları, bir tamir çantasında bulunan aletler gibidir. Örneğin bilgisayar kullanma, ütü yapma ya da yemek hazırlama becerisi kazanma, sözünü ettiğim çantadan bir aleti kullanmayı öğrenmeye benzer.
Ama yaşamın bize kazandırdıkları arasında öyle yetkinlikler var ki; bunlar, yaşamımızın tamamını etkileme gücüne sahip. Örneğin saygı, hoşgörü ve empatiyi bu türden kazanımlar olarak sayabilirim. Bunlar, yaşamın bize sağladığı becerileri doğru kullanmak için uygun bir dayanıklılık ve süreklilik iklimi oluşturur.
Okuldan Yaşama
Yaşamın bazı derslerini zihnen doğru olarak kabul edebiliriz ama önemli olan, bunları yaşamımızın vazgeçilmez uygulamalı unsurları arasına katabilmektir. Kendi yaşamımın bana verdiği dersler arasında en önemli bulduğum unsur iyi niyettir. Yaşamda herhangi bir konuda başarılı olabilmenin yolu, kişinin niyetli olabilmesinden, buna olumluluğu da katarsak iyi niyetli olmasından geçiyor.
İyi niyetli olmak, bir sonsuz enerji kaynağı gibidir. Türü ne olursa olsun amaca ulaşmak ve arzu edileni sağlamak için anahtar, yapılması gereken konusunda niyetli olmaktır. İsteklerimiz konusunda ahlâk ve yasalara saygı gibi bizi barbarlıktan farklılaştıran ve iyi ile kötüyü ayırt eden temel ilkeleri göz ardı etmemek gerekir.
Niyet ve Kararlılık Önemli
Niyetli olmak, bir süreci başarı ile tamamlamak için ilk adımdır. Ama Ferhat ile Şirin hikâyesinde olduğu gibi dağların kazma ve kürek ile delindiği zamanlar çok eskilerde kaldı. İnsanın neye niyetli olduğu kadar nasıl niyetli olduğunun da bilincinde olması gerekir. Niyete uygun bir plan eşlik etmediği sürece beklentilerin gerçekleşmesi bir hayalden öteye geçemez.
Şöyle tanıdıklarınızı veya çevrenizi gözden geçirdiğinizde; büyük bir iştah ve niyetle bir işe girişen, hatta bu konuda yeterli planları da yapmış olan kişiler olduğunu hatırlayacaksınız. Bunların ciddi sayılabilecek bir bölümünün başarısızlıkla sonuçlandığını da gözlemişsinizdir. Olur, olmaz her işe burnunu sokup daha sonra da sıkılan, maymun iştahlı olarak isimlendirdiğimiz kişilerin sayısı hiç de az değildir.
Niyet ve plan, bir konuda başarılı olmak için gerek koşullardır. Ama bir uğraşının sürdürülebilirliğini sağlayan unsurların başında kararlılık gelir. Bir konuda beklentilerimizin yerine gelmesi için niyet ilk adımdır. Bunu kararlılığın sıkı bir şekilde izlemesi gerekir.
Niyet, azgın dalgalarla kaplı bir denizde doğru yönü ve limanı gösteren deniz feneri gibidir. Niyet, aynen deniz fenerinin yön gösterdiği anlamda doğru insanların size yönelmesini ve uygun ortam koşullarının olgunlaşmasını sağlar. İyi niyetin bir enerji kaynağı olma özelliği bu özde kök bulur.
Kentin Sanatı, Kentin Edebiyatı
Yazmaya edebiyat alanında başlamıştım. Şiirler ve denemeler yazdım. Sonra araya siyaset girdi. İş güç, meslek ve siyaset derken edebiyat arada kaynadı gitti. Şimdilerde kendimi tekrar edebiyata doğru motive etmeye çalışıyorum. Yaşadığım bu kent de edebiyata motive olmak için sosyal anlamda çok fazla katkı yapmıyor. İki üniversitenin gerçekleştirdiği bazı etkinlikler var. Daha etkin görüntü vermeye çalışmalarına rağmen yerel yönetimlerin bu alanda yaptıkları sabun köpüğünü andırır faaliyetlerin ötesine geçmiyor – o an için var ama az sonra silinip gitmiş… Az sayıdaki insanın çalışmaları ise gene kendilerinin birbirlerini çekiştirmeleri arasında karalanıp gidiyor. Bir kent kendini iyi sayılabilecek özelliklerle tanıtmak istiyorsa, sahip oldukları arasında edebiyat alanındaki üstünlükleri de olmalı…
Bir kentin iyi kabul edilmesi için o yerleşimin sanat ve edebiyat alanında da gelişmeler yaşaması ve yaşatması gerekli. Bu nedenle kendi yenilikçi yol, yöntem ve tekniklerini bulmalı. Sanat ve edebiyat, bir kenti kent yapan önemli unsurlardan birisidir.