Kentsel Mekân ve Kentimiz İçin Dersler

Gürcan Banger

Ekim 2014’te Bakış Dergisi’nde yayınlanmıştır.

Küreselleşmenin neden ve sonuçları ile kentleşme, yaşadığımız yüzyılın en önemli yönelimlerinden birisi olmayı sürdürüyor. Demografik çalışmalar, 2030 yılında dünya nüfusunun 9 milyara yaklaşması ile çok daha yüksek oranda nüfusun kentlerde yaşayacağını öngörüyor. Daha ilginç olan ise kentleşmenin, kentsel planlama eksikliği yaşanan bölgelerde çok daha hızlı gelişiyor olmasıdır. Dolayısıyla çoğu zaman modernleşmenin bir unsuru olarak bakılan kentleşme, bu tür bölgelerde sorunların toplaşması ve yoğunlaşması sonucunu doğuruyor. Gerekli önlemler alınmadığı takdirde plansız kentler geleceğin en önemli sorun kaynaklarından birisi olacak.

Yoğunlaşan Kentler
Kent yerleşimleri şimdiye kadar görülmemiş bir biçimde büyümeye devam ediyor. Tarihsel gelişme göz atmak durumun ivmeli hızını kolayca ortaya koyuyor. Örneğin 20’nci yüzyılın ortasında (2,5 milyar dolayındaki) dünya nüfusunun yaklaşık üçte biri kentlerde yaşıyordu. Elli yıl kadar sonra (2000’lerin başına gelindiğinde) 6 milyara ulaşan dünya nüfusunun yarısı kentlerde yaşar hale geldi. 2050’ye ulaşıldığında ise toplam nüfus artık toplam nüfus 9 milyara erişmiş olacak; kentlerde yaşayan insan sayısı da üçte ikilik oranla 6 milyarı bulacak.

Konu kentlerin mekânsal büyümesi ve nüfus olarak yoğunlaşmasından ibaret değil. Gerçek sorun, toplumun ve insanın yaşam kalitesi ile kentlerin yeni sorun kaynakları haline dönüşmesinden oluşuyor. 2050’li yıllarda özellikle gelişmekte olan ülkelerde aşırı kentsel yoğunlaşmanın, başta barınma sorunu olarak ortaya çıkacağı ve dünya kentlerinde derme çatma gecekondu türü mekânlarda yaşayanların toplam nüfusun yüzde 50’sine ulaşacağı tahmin ediliyor. Bu durum, barınma yanında elektrik, temiz su, sağlık ve eğitim gibi hizmetlere erişimde de büyük sorunlar yaşanacağı anlamına geliyor. Kentler, Küresel Çağın yeni sorun ihtimalleri olarak yükselirken, kıt kaynaklar da düşünüldüğünde bu yeni sorunların nasıl çözülebileceği ciddi sorular olarak karşımıza çıkıyor. Hiç kuşkusuz, geleceğin kent yerleşimlerinin ucuz kozmetik çözümlerden çok daha fazlasına ihtiyacı var.

Yeni Mekânsal Sorunlar
Kentsel aşırı yoğunlaşma ile birlikte başlangıçtaki varlık nedeni farklı olan bazı mekânsal alanlar yeni tehdit unsurları haline dönüşüyor. İyi planlanmamış ve ihtiyaç duyulan önlemlerin zamanında alınmadığı kentlerde cadde ve sokaklar, meydanlar ve parklar yeni karmaşa ve tehdit mekânları haline geliyor.

Bir kâğıdın üzerine düşen yağ damlasının büyümesi gibi ‘kendiliğinden ya da rantsal güdülerle’ oluşan kentsel yerleşimler ortak kamusal alanların eksikliğini çekiyorlar. Bu tür kalabalık ve sosyal yaşama uygun olmayan ortamlarda gerginlik artıyor, çatışmalar oluşuyor. Diğer yandan insanların yüz yüze geldiği geleneksel kamu alanlarının –iş veya konut amaçlı olarak– yok edilmesi de benzer sonuçlar yaratıyor. Kentin mekânsal gelişimi ve dönüşümünün insanların iletişim ve ilişki imkânlarını ortadan kaldırmaması gerekiyor. Ne yazık ki, kentte yeni mekân oluşturma anlayışının, geleneksel yaşam tarzını bozduğunu, komşular arası kaynak ve imkân paylaşımlarını engellediğini ve iletişim-ilişki temelli sosyal dokuları bozduğunu izliyoruz. Kent planlı olarak gelişirken dahi geleneğin, tarihin ve kültürün korunmasına özen göstermelidir.

Kentsel mekân sadece taşıtların, makinelerin veya fiziksel donanımın işgal edeceği bir boşluk değildir. Kentsel mekânlarda (sokaklarda, meydanlarda ve parklarda) çocuklar oyun oynarlar, yurttaşlar sohbet eder ve enformasyon değiş tokuşu yaparlar, gösteri sahipleri hünerlerini ortaya koyarlar. Bugünün kentlerinde cadde, sokak ve meydan gibi kentsel mekânlar insanlar yerine taşıtlara bırakılmış gibidir. Yurttaşlar kentsel mekânları ekonomik, sosyal ve kültürel olarak taşıtlardan geri almalılar.

Kamusal Alan Planlaması
Kent gibi çok sayıda insanın yaşadığı bir arada yaşadığı alanlarda farklı ihtiyaçlar, istekler, beklentiler ve çıkarların ortaya çıkması beklenen bir durumdur. Kentin kısıtlı kaynakları ile bunların tümünün karşılanması mümkün olmayınca –farklı tür ve düzeylerde– bir çatışma durumu ortaya çıkar. Toplum içi –kişiler ve topluluklar arası– çatışma ekonomik, siyasal, kültürel ve etnik biçimleriyle görünür. Çatışmayı yumuşatmanın, çözmenin veya çatışma nedenleri sürmeye devam ederken bir ortak payda bulmanın aracı iletişimdir. Kent gibi bir yayılım alanında iletişim kapalı ve açık kamusal alanlarda gerçekleşir. Kentli yurttaşların bir araya gelerek iletişimde bulunabilecekleri, görüş alışverişi yapabilecekleri mekânlar yok ise –çatışmanın tek nedeni kamusal alan eksikliği olmasa bile– çatışma derinleşme ve çözümsüzlük eğilimini sürdürür.

Planlı biçimde gelişemeyen kent yerleşimlerinde kamusal alanların oluşumu farklı biçimde meydana gelir. Bu tür yerlerde ya kamusal alanlar oluşmaz ya da halkın kullanımın dışında, başka amaçlarla oluşturulur. Özellikle aşırı yayılım mertebesine gelmiş kent yerleşimlerinde kamusal alanların ‘özel’ ve sınırlandırılmış yerleşimlerde oluştuğunu görüyoruz. Zenginler için ve güvenlik adına kapalı duvarlarla çevrilmiş konut bölgelerinde oluşturulan kamusal alanlar sadece özel bir grup tarafından kullanılabiliyor. Gene bu tür kamusal alanların –yurttaşları alışverişe ve tüketime yöneltmek üzere– büyük alışveriş merkezlerinde oluşturulduklarına tanık oluyoruz. Yüksek üyelik aidatlarıyla girilebilen kulüp türü özel yapılanmaların da ‘hali vakti yerinde’ üyelere kamusal alan imkân ve kolaylıkları sunduğu biliniyor. Bu ve benzeri ‘kamusal alan’ türleri dar gruplara ilişki ve iletişim olanakları arz ederken, aynı zamanda –günümüzde örneklerini sosyal medyada izlediğimiz türden– ‘benlik sunumu’ ortamı da yaratıyor.

Kenti havadan fotoğrafladığınızda yukarıda tanımlanan türden ‘zengin gettoları’ kentte kamusal alan varlığı yanılsaması yaratabilir. Hâlbuki kentte kamusal alanlar doğrudan yurttaşların kullanımına yönelik olmalıdır. ‘Zengin gettoları’ ve bu bağlamda oluşturulmuş ‘özel’ kamusal alanlar kent toplumunda başta gelir olmak üzere farklı boyutlarda bölünmeye neden oluyor. Bir sosyal bütünün ilişkisiz ve iletişimsiz biçimde bölünmesi sosyal gerginlik düzeyini ve çatışmayı artırıcı etkiler yapar.

Kamusal Alanda Buluşmak
Kamusal alan için kalite şeklinde bir nitelik belirlenmek istenirse bunu, o alanın yaşamın her kesiminden ve her gelir grubundan insanları bir araya getirme düzeyi olarak tanımlayabiliriz. Kentsel ölçülerle iyi veya kaliteli olarak nitelenebilecek bir kamusal alanda toplumun farklı kesimlerinden yurttaşlar buluşurken, herhangi bir grup diğerine baskın olmaz. Kamusal alan, herkese –örneğin kadınlara, yaşlılara, gençlere, engellilere– açıktır.

Eğer bir kentte kamusal alan (mekân) eksikliği, uygunsuzluğu veya bunlarla ilgili tasarım sorunları yaşanıyorsa, muhtemelen orada ayrımcılık da çoktan filizlenmiş veya kök salmış demektir. Kamusal alan konusundaki sorunlar sayesinde topluluklar arasında gelir düzeyi, kültür, inanç veya etnisite nedeniyle kalın sınırlar çizilmeye başlar. Bir kentin başına gelebilecek en önemli tehditlerden birisi sosyal kutuplaşmadır ki, kamusal alanların oluşturulması ve yararlanma kalitesi bununla doğrudan ilintilidir.

Bir kentin gelişimi sadece plancıların, tasarımcıların veya kadrolu uzmanların işi değildir. Ancak halkın doğrudan ve olabildiğinde yüksek katılımı sayesinde kentteki kamusal alan oluşumu ve kullanımı doğru biçimde gelişebilir.

Caddeler ve Sokaklar
Sürekli bir yerlere koşuşturmaktan yaşadığımız kentin binalar ve taşıtlar tarafından işgal edildiğinin farkına varamıyoruz. Kentin yoğunluğunu ve mekânın sıkışıklığı mecburi şart olarak kabul ettiğimizden olmalı, biz de daralarak, sıkışarak ve hızlı da olsa bize ‘izin verilen’ alanlarda sadece kıpırdamaya çalışıyoruz. Böyle olmak zorunda mı?

Kentlerin bugün geldiği noktada daha canlı, güvenli ve albenili kamusal alanlar yaratmayı hayal bile etmez hale gelmek üzereyiz. Hâlbuki ısrarlı, planlı ve –binalar, taşıtlar ve yapay kozmetik yerine– canlı yaşama daha fazla önem vererek yaşanabilir yerleşimler üretmemiz mümkün. Mevcut kentleri yok edip sıfırdan başlama imkânımız olmadığına göre ilk adımı var olanı dönüştürerek yapmamız gerekecek.

Kentin en değerli varlıkları arasında caddeler ve sokaklar yer alır. Bu tür mekânlar kentin canlılığının aktığı, sosyal ve ekonomik değiş tokuşun meydana geldiği yerlerdir. Kentlerin mekân kullanımı açısından mevcut durumuna baktığımızda bu değerli varlıkların katma değersiz biçimde taşıtların hükümranlığına bırakıldığını görüyoruz. Böylesi taşıt kalabalığı ve onların yarattığı çevre kirliliği içinde yayaların ve bisikletlilerin varlığını iddia etmek, sadece karmaşıklığı artırmak ve tehdit-risk düzeyini artırmak anlamına geliyor. Bir kentin tüm aktörler açısından bir kazan-kazan merkezi olması gerekirken, mevcut durumda herkes kaybediyor.

Bir kenti neden kurup geliştiriyorsunuz? Eğer bunu binalar, taşıtlar ve trafik için yapıyorsanız, elde edeceğiniz şey trafik yoğunluğu ve yaşam çevresi kirliliğidir. Kolayca kavranacağı gibi bu iki sonuç başka sosyal ve psikolojik sonuçların da nedenleri olacaktır. Eğer kenti başta yurttaşlar olmak üzere canlı yaşamının sürdürülebilirliği üzerine kurup geliştiriyorsanız, sonuçta bu amacı gerçekleştiren bir mekânsal düzenleme ve gelenek elde edersiniz. Yerel yöneticiler ve uzmanlar kentteki aşırı yapılaşma ile cadde ve sokakların taşıtlar tarafından işgalini kentin kaçınılmaz büyümesinin bir sonucu olarak takdim etmek isterler. Kent, geleceğini düzenleme açısından seçeneksiz değildir. Kente, taşıtlar yerine yayaları önceliklendirerek yaklaşan anlayışlar bugünkünden çok daha başarılı kentsel yaşam sonuçları oluşturacaktır. Hâlbuki yurttaşlara –artık farkına varamadıkları biçimde– dayatılan bu durum plansızlığın, kötü planlamanın, gelecek tasarımını doğru kurgulayamamanın ya da rant kovalamanın sonucu ortaya çıkıyor. Hangi nedenle olursa olsun; varılan sonuç, yaşadığımız kentsel mekânları giderek sağ kalmaya çalıştığımız bataklıklara dönüştürüyor.

Geleceğin kentlerinde yayalar, bisiklet gibi basit ulaşım araçlarını kullananlar ve taşıtlar açısından dengeli bir paylaşım olmak zorunda. Bunu bulvar ölçekli caddelerden sokaklara kadar bir denge hiyerarşisi olarak düşünebiliriz. Caddelerden sokaklara doğru hükümranlık, taşıtlardan yayalara ve bisikletlilere doğru bırakılmalıdır.

Meydanlar ve Parklar
Rant saplantısı ile büyüyen kentlerde meydan ve parklar, kentsel mekânın değersiz kullanımı olarak anlaşılır. Bu tür yerleşimlerde temel mantık, daha fazla rant elde etme adına boş veya eskinin yıkılmasıyla yaratılan alana doluluk ve yoğunluk oranı çok daha yüksek bina yapmaktır. Hâlbuki meydanlar ve parklar, her durumda sıkışık hale gelmiş olan kentin soluk alabilmesini sağlayan güvenlik sistemi anlamına gelir. Kötü düzenlenmiş bu tür mekânlar sorun kaynağı olabilirken, iyi yapılandırılmaları durumunda sosyal ve kültürel ilişki ve iletişimin sağlandığı alanlar olarak görev yaparlar.

Kentle ilgili her kurum ve kavramın olduğu gibi; meydan ve park olguları da değişiyor. Geçmişte bunlar çok daha dar biçimde tanımlanırken günümüzün geleceğin kentlerinde birden fazla fonksiyona sahip olmaları gerekecek. Parklar ve meydanların, ücreti karşılığında önceden düzenlenmiş bazı etkinliklerin pasif biçimde yurttaşlar tarafından izlendiği yerler olmasıyla yetinemeyiz. Doğru anlaşılması gereken konu, meydanların ve parkların tüm yurttaşlara açık kamusal alan olmalarıdır. Bu kentsel mekânlar, yurttaşların görüş ve düşünce alışverişi yaptıkları, sorunlar ve çözümler konusunda ortak payda aradıkları ilişki ve iletişim ortamları olma özelliğini kaybetmemeliler.

Yerel Ekonomiler
Kentlerin tarihsel gelişimi, aynı zamanda toplumların ekonomik gelişimini sergiler. Üretim ve ticarette oluşan dönüşüm, zaman içinde kentsel yerleşimleri insanlığın tercihi olarak belirlemiş. Günümüzde ve gelecekte de ekonomilerin kentsel yerleşimlerde üstünlük sağlamaya devam edeceği anlaşılıyor.

Kentlerin evrimleşmesinde –bu yerleşimlerin üretim merkezlerine dönüşmesi kadar– kent ve kır ekonomilerini birbirine bağlayan ticaretin etkisi var. Kırsalda üretilen büyük ölçüde doğal temelli ürünler kent pazarlarında değiş tokuş edilmiş, edilmeye devam ediyor. Kentlerin tarihi incelendiğinde halk pazarlarının o yerleşimin gelişmesinde birincil faktörler arasında yer aldığı görülür. Yerel pazarın önemi ve oraya gösterilen ilgi azaldığında kentin gelişiminin de zayıfladığının gözleneceği çok sayıda tarihi örnek bulunabilir. Bunlar sadece ticari buluşma olmamış, aynı zamanda kültürel ilişki ve iletişimin gerçekleştiği kamusal alan görevlerini de yerine getirmişler. Enformasyon kaynaklarının gelişmemiş olduğu çağlarda haber alışverişinin ve sosyal bağların kuruluş güçlendirilmesinin mekânları olarak hizmet vermişler.

Geleneksel pazar yerleri farklı kültür, inanç, etnisite ve gelir grubu kökenli yurttaşları bu albenili kamusal mekânlarda bir araya getirir. Gelir dilimlerinin en altından başlayarak yurttaşlara ucuza, sağlıklı ürün alma ve küçük girişimcilere sınırlı yatırımla gelir sağlama imkânları sunar. Kırın varlığı ve buradan pazara akan ürünler sayesinde yurttaşların taze ürün sağlama imkânları artar. Pazar yerinde küçük üreticilerin varlığı, kenti çevreleyen alanlarda tarım topraklarının korunabildiğini ve kır ile kent arasındaki organik ilişkinin sürdüğünün bir kanıtıdır. Küçük üreticiler pazardan elde ettikleri gelirle kendi yaşam alanlarına kaynak aktarırlar, aynı zamanda kırın sürdürülebilirliğine ve kır-kent dengesinin sürmesine katkı yaparlar.

Geleneksel Pazar Yerleri
Pek çok kentsel yerleşimde yerel yönetim ve planlama anlayışında geleneksel pazar biçimlerinin ihmal edilerek bunlar yerine –organize perakendecilik temelli– büyük marketlerin veya alışveriş merkezlerin tercih edildiğini izliyoruz. Öncelikle; kır ürünlerinin organize perakendecilik ile sunulması, üreticiye yansıyan kâr oranlarının düşüklüğü nedeniyle kırın ekonomik gelişmesini olumsuz etkiliyor. İkinci olarak; pazar yerinin oluşturduğu sosyal ilişki ve iletişim ortamı ortadan kalkıyor. Üçüncüsü; büyük market ve AVM’lerden edinilen kır ürünleri –organize perakendenin bazı avantajlarına rağmen–pazardaki tazelik ve ucuzlukta olmuyor.

Gelişmiş ülkelerde pazar yerlerini –büyük market ve AVM’ler lehine– kaybetmiş olmanın sıkıntıları hissediliyor. Bu tür ülkelerde kent yönetimleri, yeni türden organik ve hijyen özellikleri yüksek halk pazarları kurmaya önem veriyorlar. Özetle; kentsel mekânın oluşumu açısından pazar yerleri insanlığın değerli buluşlarından birisidir. Günümüzün ve geleceğin kentleri de halk pazarlarının sürdürülebilirliğine kalite, imkân ve kolaylık şartlarına geliştirerek önem ve değer vermeliler. Çağdaş kent yönetimi anlayışının eksenlerinden birisi –ortam şartları iyileştirilmek ve denetlenmek üzere– halk pazarlarının kamusal alanlar olarak korunup geliştirilmesidir.

Günümüzde sağlıklı, organik beslenme yönündeki eğilimler giderek yükseliyor. Gıda konusunda farkındalık ve bilinç düzeyinde artışlar gözleniyor. Bu yönelimler organik pazar yerlerini albenili tercihler haline getirmeye başladı. Pek çok kent yönetimi tarafından sağlıklı şartlara sahip organik halk pazarlarının kurulması ve geliştirilmesi yönünde çalışmalar var. Sağlık konusundaki yönelimler, kentin varlık nedenlerinden birisi olarak kamusal alan niteliğindeki pazar yerlerine geri dönebilmek için bir fırsattır.

Seyyar satıcılık vb. türünde marjinal ve kayıt dışı sektör unsurlarının pek çok kentin önemli sorunlarından birisi olduğu biliniyor. Pazar yerleri, kayıt dışılık ve marjinal ticaret ile sosyal gerginlikler yaratmadan mücadele etmenin araçlarından birisi olarak da kentsel bir fonksiyon yerine getiriyor.

Yapılar ve Açık Alanlar
Kent rantına odaklanan düşünce; caddeleri, sokakları, meydanları ve parkları önemsiz ve değersiz görür. Bu tür düşünceler, sadece yapılardan kaynaklanan rantın çoğaltılmasına odaklanır. Boş bulduğu ya da eskinin yıkıldığı her alana çok daha yüksek ve yoğunluklu binalar yapmak ister. Planlamanın tarihten süzülüp gelen bir anlayış haline dönüşmediği yerleşimlerde kentin soluk alma yerleri olan yeşil açık alanlar ise –mümkün olabilirse– ancak binalardan arta kalan boşluklarda oluşur.

Günümüzde iki tür kentsel değişim izliyoruz. Bunlardan birincisi, ekonomik ve sosyal albenisini kaybeden, mekânsal ve demografik yenilenme enerjisini yitirip küçülen kentlerdir. İkincisi ise yaşadığı hızlı kentleşme süreci nedeniyle dikey ve yatay eksenlerde değişip büyümekte olan kentsel yerleşimlerdir.

Hızlı kentleşmenin yaşandığı yerleşimlerde yeni binaların yapımı nedeniyle caddelerin, sokakların ve boş alanların hızlı değişimine tanık oluyoruz. Az ve orta gelirli topluluklar için yapılan toplu konut kümeleri, kentin konut sorununu çözmeye çalışırken, diğer yandan da farklı toplum kesimleri arasındaki boşluğu ve ayrışmayı büyüterek yeni sorun kaynakları yaratıyor. Geleneksel yerleşim bölgeleri bir seferde yıkılıyor; yerine birbirinden uzun mesafelerle ayrık düzende çok yüksek gökdelen tipi yapılar alıyor. Toplu konut düşüncesindeki mantık, kentteki okullar ve resmi kurumlar için de yürütülerek adeta surlarla çevrilmiş özel bölgeler olarak düzenleniyor. Sayıları giderek artan ‘zengin gettoları’ bu konuda zaten en seçkin örneklerden birisini oluşturuyor. Buradaki temel sorun, kentsel yaşamı girişimli bir bütün haline getirmek yerine kentte ayrışmış bölgeler ve topluluklar yaratma yanlışıdır. Yapılan hata, kentin konu ve sorunlarına tek tek ve ilişkisiz biçimde yaklaşmaktan kaynaklanıyor. Kent bir bütündür. Dolayısıyla geliştirme sürecinde de kent; ayıran, ayrıştıran değil, bütünleştiren olmalıdır.

Kentsel Değişim ve Gelişim
Her kentin kendine has özellikleri var. Bu nedenle hangi tür mimarinin ve planlamanın kendi özüne ve biçimsel dokusuna uygun olduğu üzerinde bütüncül olarak düşünülmesi gereken bir konudur. Ama her durumda tercih edilen yapılaşma anlayışının kentte kamusal alanların oluşmasına, varlığına ve sürdürülebilirliğine imkân vermesi gerekir. Kent, bütünü ilgilendiren konularda –makamları ve unvanları her ne olursa olsun– kişilerin beğeni tercihleri ile yol alamaz.

Cadde ve sokak bağlamında geliştirilen mimari, kentin ‘kumaşı’ diyebileceğimiz mevcut dokusuna ve insan ölçeğine uygun olmalıdır. Kent daha yoğun biçimde bir arada yaşamak anlamına geldiğine göre kentsel gelişim komşuluğun ve birlikte yaşamanın canlılığına da saygı göstermek zorundadır. Özellikle ‘artifakt’ olarak isimlendirebileceğimiz kütüphane, müze, kongre salonu veya ‘devlet kapısı’ büyük yapıların yapılmasında kentsel birlikte yaşamın canlılığının ve akışkanlığının engellenmemesine özen göstermek gerekir. Bu tür büyük yapıların oluşturulmasında kentsel canlılığı sürdürülebilir kılmak için çok amaçlı kullanımın göz önünde bulundurulması beklenir. Bu kuralların çiğnenmesi durumunda kentin ve nüfusun bölümleri görünür veya görünmez duvarlarla –bir kez daha– ayrılmış ve ayrıştırılmış olur.

Gelenek ve Kentsel Gelişme
Kentlerde önemli alanlardan birisi, tarihten süzülüp bugüne erişebilmiş olan geleneksel semtlerdir. Bu tür alanların bölgenin tarihi yapısı ile uyumlu bir şekilde geliştirilmesi gerekir.

Kentin değişik alt bölgelerini bütünsel kimliğe uygun geliştirirken diğer yandan tek tek fiziksel mekânların da bu anlayışa uyumlu olması gerekir. Binalarda uygunsuz renklerin, uzantıların, süslemelerin veya dışarıdan görülen aksesuarların kullanımın önüne geçilmelidir. Genel kabul görmüş ‘kimliğin korunması anlayışı’ çerçevesinde yurttaşlar, fiziksel mekânın içini kendi ihtiyaçlarına uygun olarak düzenleyebilmekle birlikte dış görünümde bütünsellik kuralına uygun olmak zorundadırlar. Belli bir tarihe sahip çağdaş kentlerde izlediğimiz durum budur.

Sağlıklı Kent
Yaşanabilir bir kent öncelikle sağlık özellikleri ile kendini belli eder. Sağlıklı kentte temiz su kullanımı ve kanalizasyon altyapısı, kentin gelecekteki gelişimi de dikkate alınarak uzun vadeli çözüme kavuşturulmuştur. Böyle bir yerleşimde sağlıklı gıda erişim mümkün ve kolaydır. Başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere kentli yurttaşlar parklar, meydanlar, caddeler ve sokaklar gibi temiz ve bakımlı kentsel mekânları korkusuzca ve güven içinde kullanabilirler.

Kentte kamusal mekân, sağlık yapısı ile koordineli yürür. Kamusal mekân ve sağlık gerekleri birbirleri ile doğrudan ilişkilidir. Sağlık merkezleri yurttaş eğitimi ve danışmanlığı açısından kamusal mekân özelliği gösterir. Diğer yandan kütüphaneler gibi diğer kültür temelli kamusal mekânlar da yurttaşların sağlık konusunda bilgilenmeleri için imkânlar sağlarlar. İyi özelliklerle donatılmış halk pazarları sağlıklı gıdaya erişim için kentin önemli mekânları arasında yer alır. Dünyada hızla yaygınlaşan obezite ve diyabet sorunlarını önemseyen kent yerleşimleri, kirlilik yaratan taşıt trafiğini azaltmaya özen gösterirken yurttaşları yürüyüşe teşvik eder. Taşıta bağlı yaşamın yaygınlaşmasında –muhtemelen başka kentsel sorunların oluşumunda da– hızla yaygınlaşan büyük alışveriş merkezlerinin etkisi olduğunu söyleyebiliriz.

Kentin kamusal mekân özellikleri duruma bağlı olarak olumlu veya olumsuz yönde kentli yurttaşın (dolayısıyla kent toplumunun) psikolojisini etkiliyor. Başarılı kentsel mekân uygulamaları zihinsel, duygusal ve bedensel olarak daha sağlıklı bir kent toplumu oluşturmak uygun zemini oluşturuyor. Giderek kalabalıklaşan kentlerde özellikle yeşil alanlar ve parklar, insanların ruhsal gerginliklerini atmaları için önemli araçlardan birisi olma fonksiyonunu yerine getiriyor. Kentsel mekânların daha sık, yaygın ve kitlesel kullanımı, komşulara birbirlerini tanıma fırsatı verirken suç oranını da düşüyor. Bu tür ortamlarda kurulan sivil toplum yapılanmaları (dernekler, kulüpler, topluluklar), çok yönlü sağlıklı kentsel yaşama katkı veriyorlar.

Sağlıklı kent, yurttaşlar aidiyet duygusu yaratır. İnsanlar kendilerini o yerleşime ait hissederler. Sonuçta bu duygu, kendi çevrelerine sahip çıkmalarına ve oradaki yaşanabilirlik şartlarını iyileştirmeye gayret etmelerine neden olur.

Kentsel Yeteneği Değerlendirmek
Bir işletme gibi bir kent de kenti oluşumunda beceriler, yetenekler ve yetkinlikler barındırır. Bu varlık, bilgi ve deneyim birikimini ise en iyi o yerleşimde yaşayanlar bilmesi gerekir. Kentin kamusal gündemini oluşturmaya başlamanın başlangıç adımı, kentte mevcut veya birikmiş olan yetenekleri ve kaynakları belirlemektir. Böylece bu birikimin değerlendirilmesine yönelik kamusal mekân düzenlemesi ve kullanımı için gerekli veri altyapısı sağlanmış olur. Yurttaşların kültürü ile mekân arasındaki bu ilişkilendirme, aynı zamanda sahiplendirme ihtiyacına da çözüm olacaktır.

Kentte başarılı, sürdürülebilir projeler için paydaşlık ve katılım birinci derecede önemlidir. Bu tespit, kentsel mekânın oluşturulması ve geliştirilmesi için de vazgeçilmez değerdedir. Kentsel mekân projelerinde bundan etkilenecek olan paydaşların katılımıyla yapılacak beyin fırtınası türünde çalışmalar hem projeyi iyileştirecek hem de sahiplenilecek ortak paydanın oluşumunu sağlayacaktır.

Kentin fiziksel gelişimiyle ilgili olan plancılar, mühendisler, mimarlar, trafik uzmanları pek çok durumda kendi kariyer tanımlarına içine sıkışık kalırlar. Hâlbuki kentin gerçek sahibi olan yurttaşlar kentsel yaşam açısından daha bütüncül bir bakışa sahiptir. Dolayısıyla kentsel vizyonun ve mekânsal gelişme bakışının oluşumuna kentli yurttaşları dâhil etmek daha sürdürülebilir ve benimsenmeyi kolay sonuçlara yol açar. Kentsel mekân oluşturma ve geliştirme süreçlerinde kaliteyi artırmanın yolu kent yönetimi ile kentsel paydaşlar arasındaki iletişim ve etkileşimi artırmaktır.

Mekânın Sosyal Kullanımı
Kentteki iyileştirme ve geliştirme faaliyetleri konusunda beklentiler, bunların yerel yönetimler tarafından yapılması yönünde gelişiyor. Kent yönetimlerinin oy ve takdir beklentileri, sosyal ve kültürel yaşama ilişkin çalışmaların halka “balık tutmayı öğretmek yerine balık vermek” halini alması ile sonuçlandı. Kentli yurttaşlarca yapılabilecek sivil toplum faaliyetleri bile onlar adına kent yönetimleri tarafından gerçekleştirilir oldu. Hâlbuki halkın doğru yönlendirilmesi ve teşvik edilmesi ile kentsel mekânların sosyal ve kültürel kullanımına canlılık getirecek çok başarılı örnekler yaratılabiliyor.

Park, meydan, kütüphane, müze gibi kentin kamusal alanlarında canlı kullanımın kendiliğinden oluşacağını varsaymak fazla iyimserlik olur. Bu tür yerlerin, kentteki sosyal yaşamı daha canlı hale getirmek üzere değerlendirilmesi gerekir. Bu yöndeki ilk adım, kamusal alan çevresinde yaşayan vatandaşların söz konusu mekâna sahip çıkmalarının sağlanmasıdır. Kent yönetimlerine düşen görev, kamusal alanlarda ‘halk adına’ etkinlik yapmak yerine bu tür faaliyetlerin bölge-yöre halkı tarafından düzenlenmesini özendirmek ve yurttaşlara bu yönlü bilgi ve deneyim kazandırmaktır.

Kentin kamusal alanları genel olarak kentte yaşayanlar tarafından bireysel ve pasif biçimde kullanılırlar. Hâlbuki kent öncelikle birlikte sosyal yaşam ve çoklu ilişki-iletişim demektir. Kentteki faaliyet formlarının da bu sosyal yönü yansıtması gerekir. Park, kütüphane veya müze gibi mekânların –gerektiğinde sosyal sorumluluk temelli sponsorluk da bulunarak– yurttaş örgütlenmeleri tarafından değerlendirilmeleri beklenir. Mekânın yapısına uygun olarak okuma günleri, yazma atölyeleri, resim çalışmaları, açık alan kutlamaları, forumlar gibi pek çok etkinlik düzenlenebilir. Yurttaşların doğrudan bu tür konulara yönelmeleri ile çok daha yaratıcı örnekler bulunacaktır. Yerel yönetimlere ve kentteki güçlü sivil toplum kuruluşlarına düşen görev ise semtlerde, mahallelerde veya büyük yerleşim bölgelerinde bu tür faaliyetlerin tohumunu ekmek amacıyla kolaylaştırıcılık ile eğitim ve danışmanlık hizmetleri vermektir.

Hep Birlikte
Kentsel mekânların canlandırılması konusunda yapılacaklar iki tür katılım ve liderlik gerektirir. Bu gerekliliklerden üstten alta doğru olanını kentin üst yönetimi sahiplenir; alttan üste doğru sahiplenme ise yurttaşlar ve sivil toplum kuruluşları tarafından gerçekleştirilir.

Kentin kamusal alanlarının değerlendirilmesi için öncelikle mevcut mekânların kullanım durumu tespit edilmelidir. Kapalı mekânlar, okul bahçeleri veya parklar çoğu zaman yeterince değerlendirilmeden durmaktadır. Cadde ve sokaklarda her boş bölümün taşıt parkı olması gibi bir ön kabul gelişmiştir. Hâlbuki bunların tamamı daha canlı bir sosyal yaşam için değerlendirilebilir.

Kentin üst yönetimlerinin öncelikli görevlerinden birisi kamusal alanların kullanımı konusunda kalın çizgilerle geliştirilmiş bir vizyon oluşturmak ve bunun paylaşımını sağlamaktır. Giderek kentlerin ‘taşıt parkı’ haline dönüştüğünü dikkate alarak bu çıkmazdan kurtulmanın da kentin üst yönetimlerinin öncelikli sorumluluk ve görevlerinden birisi olduğunu söylemeliyiz.

Denemek
Başta bir bütün olarak kentin kendisi olmak üzere kamusal alanlar karmaşık varlıklardır. Kentin tamamında her şeyin bir anda doğru ve yolunda gitmesini bekleyemeyiz. Bu nedenle deneysel pilot uygulamalar yapmak yararlı olur. Başarılı örnekler her zaman ilgi çeker.

Diğer yandan kentsel mekân gelişimi ve kullanımı küresel ölçekte başarılı ve başarısız örneklere sahip bir alandır. Bu nedenle başka ülkelerdeki gelişmeleri izlemek ve değerlendirmek de yararlı olur.

Paylaş:

duyguguncesi hakkında

GÜRCAN BANGER, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunudur. Aynı bölümde yüksek lisans çalışması yaptı. Elektrik yüksek mühendisi. Kamuda mühendislik hizmetleri yapmanın yanında bilişim donanımı ve yazılımı, elektronik, eğitim sektörlerinde işletmeler kurdu, yönetti. Meslek odası ve sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yaptı. 2005’ten bu yana bazı büyük sanayi şirketleri de dâhil olmak üzere çeşitli kuruluşlarda iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik, stratejik planlama, Endüstri 4.0 gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak hizmet sunuyor. Üniversitelerde kısmi zamanlı ders veriyor. Halen Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net danışmanlık ve eğitim firmasında proje koordinatörüdür. Kendini “business philosopher” olarak tanımlıyor. Düzenli olarak bloglarında (http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net) yazıyor. Değişik konularda yayınlanmış kitapları var. Çeşitli gazete, dergi ve bloglarda yazıları yayınlanıyor. Son yayınları: "Endüstri 4.0 ve Akıllı İşletme", Dorlion Yayınları, Eylül 2016; "Endüstri 4.0 Ekstra", Dorlion Yayınları, Mayıs 2017.
Bu yazı Bakış Dergisi Yazıları, Eskişehir, Kent, Kent ve Kentleşme, Mekân kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın