Avatar’ın Hatırlattıkları ve Terör
Gürcan Banger
Yüzüklerin Efendisi, Matrix ya da Avatar gibi büyük ölçüde sanallığa dayalı filmlerden hoşlanmıyorum. Bir zorunlu vesile ile 3 boyutlu Avatar isimli filmi ev sineması ortamında izlemiştim. İnsanlarla insan benzeri uzaylılar arasında geçen bir film… Henüz filmin başlarında bana bir kovboy – Kızılderili filmini hatırlattı. Adeta görüntü, işgalcilerin Kızılderililere yaptığı zulmü gizliyor gibiydi. Kovboy filmlerinde her zaman eli silahlı kahramanın kazandığı gibi bir sonla bitiyor film.
Avatar vesilesi ile vurgulamak istediğim nokta, çoğu zaman olayların gerçek yüzünü görmek için önde bizi ‘meşgul eden’ sanal görüntüden kurtulabilmek… Olayın bu sanal ve yalancı ambalajından kurtulduğumuzda, gerçekleri çok daha iyi görmeye ve kavramaya başlıyoruz. Bu durumun bir başka örneğini 1980 askeri darbesinin öncesinde ve sonrasında yaşamıştık. Şimdi daha iyi kavrıyoruz ki; o dönemde pek çok genç insan, aslında başkalarının oynadığı bir oyunda Avatar halkı (bir başka deyişle Kızılderili halk) rolüne soyundurulmuştu. 12 Eylülün çok sonrasında Türkiye sahnesinde oynanan oyunun, bize görünenden çok daha farklı ve ölçekli olduğunu öğrendik.
Dünya, Türkiye’den ibaret değil. “Ee, ne var bunda?” diyebilirsiniz. Ama ne yazık ki; çoğu zaman bu ülkenin sınırları ötesinde başka bir dünya olduğunu hâlâ öğrenemedik ve kavrayamadık. Kendi iç politika malzememizle yoğrulup giderken, bize ‘seyrettirilen’ sanallığın da farkına varamıyoruz. Örneğin pek çoğumuz, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda 1980’lerin ortalarından bu yana sürüp giden etnik görünümlü mücadelenin dış bağlantıları konusunda dedikodunun ötesine geçemedik. Mevcut kanlı ve acılı durumu, hâlâ bir iç sorun olarak algılamaya devam ediyoruz.
Ne 12 Eylül darbesine neden olan durum bir iç sorun idi ne de ülkenin doğu ve güneydoğusunda sürüp giden can kayıplı silahlı mücadele bir iç meseledir. 12 Eylül, Ortadoğu’da özlemleri olan ve bu nedenle Sovyetler Birliği karşısında üstün gelmeye çalışan ABD’nin Yeşil Kuşak Hareketi’nin bir parçasıydı. Bu senaryo, Türkiye’de 12 Eylül darbesi olarak gerçekleşirken, başka ülkelerde başkaca tezahürleri oldu. Bugün yaşadığımız etnik görünümlü terör de muhtemelen aynı kaynağın, benzer özlemlerinin ifadesi stratejilere ilişkin uygulamalardır. Etnik görünümlü terörü, ne ABD’nin ne de İsrail’in bu bölgedeki beklentilerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Diğer yandan bu can ve kan kavgasını sadece ABD ve İsrail’le ilişkilendirmek, Türkiye’den rahatsız olan başka devletlere adeta haksızlık (!) olur. Terörün zamana, mekâna ve ihtiyaca göre çok sayıda sponsoru, destekçisi ve sırt sıvalayıcısı olur; bunu sıradan mantık yürütmelerle anlamak pek kolay değildir.
Öyle anlaşılıyor ki; Ortadoğu’da beklentilerin ve stratejik planın yeni bir aşamasına gelindi. Bugün gözlediğimiz planlı ve koordineli terör, bu durumun bir göstergesi gibi duruyor. Genelkurmay, geçtiğimiz günlerde terör saldırılarının artacağına dair bir açıklama yapmıştı. Bu açıklamayı sadece ele geçen bazı terör yandaşlarının itiraflarının yandaşlarına bağlamak eksik olur. Muhtemelen askeri istihbarat, açıklanan öngörüden daha fazla bilgiye sahip olmalı. Bu açıklamayı Başbakan Erdoğan’ın ‘taşeronluk’ suçlaması ile birleştirince Ortadoğu’da ve dış politika alanında ‘yeni bir dönem’ algısını yapabilmek kolaylaşıyor.
Bu yeni dönemde ana çerçevenin genişleyerek etnik kimlik ve Kürtler konusunu aşarak Türkiye’nin geleceği ile ilgili bir ölçeğe ulaştığını söylemek mümkün. Mesele; önümüzdeki dönemde Türkiye’nin hangi rolleri üstleneceği, kendisi için tasarlanan role istekli olup olmadığı, bu rolün mevcut iktidarla sağlanıp sağlanamayacağı ve hangi iktidar iş başında olursa olsun yeni rol için dünyanın büyük güçleri tarafından Türkiye’nin ‘ihtiyaç uyarınca terbiye edilmesi’ gereği konusu gibi duruyor. Tabii ki; bu bağlamda etnik kimlik ve Kürtler konusuna da genel plana uygun bir çözüm bulunacaktır.
Akşam Gazetesi’nde Deniz Ülke Arıboğan şöyle bitiriyor (gazetenin İnternet sitesinden okuduğum) 20 Haziran yazısını: “Tüm bunların özet yorumu: PKK konusu, nasıl ele alındığına bağlı olarak Türkiye’nin iç ve dış siyasetini önümüzdeki dönemde şekillendirecektir. Temel mesele ne PKK, ne terör, ne derin devlet, ne hukuk, ne kasettir. Konu geleceğimizdir ve aklıselim gereklidir.” Gerçekten konu geleceğimiz ama muhtemelen aklıselimden çok daha fazlası gerekli.