Yaşadığımız Evreni Zenginleştirmek

Yaşadığımız Evreni Zenginleştirmek

Gürcan Banger

Yaşam bir iletişim ve etkileşim ortamıdır. Bu ortamda başkalarından duygu ve düşünceler alır; kendimizinkileri çevremize veririz. İlişkilere ve iletişime bu iki yönlülüğü dikkate almadan bakarsak, yaşamı izleyip kavramakta zorluklar yaşarız. Bu nedenle karşıya ne verdiğimiz kadar, karşı tarafça ne anlaşıldığı da önemlidir. Belki de ne olduğumuzdan daha çok, ne ve nasıl anlaşıldığımız önemlidir. Karakterimizin ikili yapısı, çevre tarafından yeterince doğru anlaşılmamızda problem yaratan noktalardan birisidir. Ne denli denetimli olursak olalım; ilişkilerimizde karakterimizin ikili yapısı, elimizden olmadan davranışlarımıza yansır. Çelişik, çatışık ruh ve düşünce yapısına sahip isek karşı tarafça anlaşılmamız çok daha güç olacaktır.

Yeni tanıştığım ve tanışıklığı sürdürebilmeyi düşünebileceğim bir insan hakkında ilk aklıma takılanlardan birisi, “Acaba gerçekten yakın ve içten bir arkadaşı var mı?” sorusudur. Eş, sevgili, akraba veya dost; adı ne olursa olsun, yakın ve içten bir arkadaş, kişinin kendisini dış dünyaya kısıtsız olarak açabileceğinin bir göstergesidir. İnsan, dış dünya ile iletişim kurdukça iç-ben ve dış-ben arasındaki uyumsuzlukları giderir. İletişim sayesinde benler arasındaki gerginlik azalır. Açıklık ve içtenlik –bir başka deyişle; kendini ifade edebilme, benliğimizdeki çatlakları gidermenin en sağlıklı yollarından birisidir.

Kaya Gibi İletişimsiz

Kendini duygusal yönden bir kaya sertliğinde ve duyarsızlığında kabul eden var mıdır? Kim “Beni duygularım yok” diyebilir ki? Kendine karşı katı ve acımasız olmayı içine sindirebilecek bir kişi var mıdır? Duygusuzluğu ve duyarsızlığı konularında başkalarını etiketleyebiliriz ama kendimize asla yakıştırmayız. Dolayısıyla duygularımızın gücünden ve yoğunluğundan kuşku duyanımız yok gibidir. Kendi iç dünyamız açısından kendimizi bir ‘duygu ve sevgi şampiyonu’ kabul ederiz. Ama çoğu zaman karşımızdaki insanın bunu kendiliğinden anlamasını, kavramasını hatta bu duyguları cevaplamasını isteriz. Ama duyguyu ifade konusunda aynı derecede içten, girişimci ve cesur olamayız. Sanki duygularımızı ifade etmek ayıplanmış ve bizim için yasaklanmıştır. Adeta bir yasağı çiğnemenin ürküntüsü ile dilimizin ucuna gelen sözcükleri sevgi cümlelerine dönüştürmekten çekiniriz, korkarız.

Sevginin doğru ifadesi, hem varoluşumuzu ve ilişkimizi hem de yaşadığımız evreni zenginleştirir.

Keşke tek sorunumuz, duygu ve düşüncelerimizi iletmekteki zorluğumuz olsa… Özellikle duygu iletimi konusundaki beceriksizlik, kimi zaman bir haksızlığa da dönüşür. Biz sessiz kalmayı tercih ederken, karşımızdaki insanın bize karşı olan duygusal yakınlığını ve bağlılığını duymayı isteriz. Bir yandan kendimizi ifade etmekte son derece kıskanç veya cimri davranırken, bir yandan da ruhen bağlandığımız insanın ifade yönünden cömertliğini ve fedakârlığını bekleriz. Ne zor bir çelişki ve ne yaman bir açmaz, değil mi?

Sevmekten sonra en büyük mutluluk” der Fransız yazar André Gide, “sevgisini itiraf etmektir.” Gerçekten sevgi ifade edilmekle güç kazanır. Bir kişide yoğunlaşmış olan sevgi, iki kişilik olmaya başlar. Sevginin ifadesi, ışığın ve gölgenin birlikte var olması gibidir. Işık olmadan gölgenin kavranamadığı gibi sevginin algılanması da ifade edilmesine bağlıdır. Sonuçta; seven ve sevilen, birlikte var olurlar. Sevgiyi ifade eden sözlerin gücü, sevginin gücünün işaretidir. Alman ozan ve düşünür Goethe, sevgi ile sözlerin buluşmasını şöyle ifade eder: “Sözlerimiz yürekten gelmedikçe hiçbir zaman iki yüreği birleştiremezsiniz.” Bu sözleri şöyle yorumluyorum: Sevginin kavranması için ifade edilmesi gerekir; sevgi ifade edilince yerini, ışığını ve suyunu bulmuş çiçek gibi daha bir istekle büyür ve gelişir.

Sevgisizliğe Prangalı

Ne yazık ki; yüreğinde sevgiyi hissedenlerin kimi zaman dillerine bir pranga takılır ve kendilerini ifade etmekte zorlanır, suskunluk tutsağı olurlar. Ama şu da iyi bilinir ki, tümüyle susanların pek çoğu, yüreğinde sevgi olmadığı kuşkusu yaratanlardır. Sevginin ifadesi, duygusal iç dünyanın zenginliklerinin alçakgönüllü ve cömert takdimidir. Suskunluk, insani kolaycılıkla sevgisizlik olarak anlaşılabilir. Böyle bir durumda da karşımızdaki insanı nasıl haksız ve anlayışsız bulabiliriz ki? Anlatılmayanın anlaşılmasını beklemek bir hak ve özgürlük sayılabilir mi?

Sevgiyi kategorize etmemeli. Vatanını seven bir insan, doğayı da sevebilir bir başka insanı da… Eğer sevgilerimizin bölümlenmiş ve kategorize edilmiş olduğu izleniminde isek –eğer bunu yapıyorsak– sevgi ile başka duyguları karıştırdığımızdan kuşkulanabiliriz. Örneğin sıklıkla sevgi ile tutkuyu, sevgi ile beğeniyi karıştırdığımız olur. Sevgi sözcüklerini kullanamayışımızın altında bu karıştırma yer alır kimi zamanlarda. İnsan, sevgiye saygı ve özen göstermeli. Sevgiye emek vermeli. Sevmek, yaşamımızı ve evrenimizi anlamlandırmaktır. Bu anlam adınadır ki; sevgi ifade edilmeli. Sevginin doğru ifadesi, hem varoluşumuzu ve ilişkimizi hem de yaşadığımız evreni zenginleştirir.

Paylaş:

duyguguncesi hakkında

Gürcan Banger, Eskişehir Maarif Koleji ve ODTÜ mezunu. Elektrik yüksek mühendisi (opsiyonu bilgisayarlı denetim). Business philosopher. Halen iş kültürü, yönetim, yeniden yapılanma, kümelenme, girişimcilik gibi konularda kurumsal danışman, iş ve işletme danışmanı ve eğitmen olarak çalışıyor. Raylı Sistemler Kümelenmesi'nde küme koordinatörü ve bizobiz.net'te proje koordinatörüdür. Düzenli olarak bloglarında ( http://www.duyguguncesi.net ve http://www.bizobiz.net ) yazıyor. Köşe ve dosya yazdığı gazete, dergi ve bloglar var.
Bu yazı Kişisel gelişim, Sevgi, İletişim kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir