Korku, Kafes ve Özgürlük
Gürcan Banger
İklimin insan karakterinin oluşumunda ve davranış modelinin şekillenmesindeki etkilerini biliyoruz. Örneğin Ekvator kuşağında bulunan ülkelerde yaşayanlarla dünyanın daha soğuk ülkelerinde doğup büyüyenler arasında bazı farklar var. İklim gibi karakterimizi ve yaşamımızı etkileyen başka faktörler de bulunuyor. Yaşadığımız toplumun kültürü gibi dış etmenler yanında korkularımız ve alışkanlıklarımız gibi içsel faktörler yaşam modelimizi biçimlendirip etkiliyor. Bazı insanlar aydınlığı, kimleri karanlığı görürler. Yeni bir işe başlamak bazılarını korkutur, bazı insanlar ise gelecek başarının heyecanını duyarlar. İnsan yaşamının bilinen en belirgin korkularının başında, başarısız olma korkusu gelir. Hatta öyle ki; birçok örnekte başarısızlığın sadece bu korkudan kaynaklandığı görülür. Eğer başarısızlık korkusu insanın günlük yaşam modelinin bir parçası haline geldiyse, yaşamsal bir durağanlık ve monotonluk da hemen peşinden gelir.
Kişisel yaşamımızın yönetiminde alışkanlıklarla korkuların özel bir yeri var. Olağandışı bir olumsuz durumla karşılaştığımızda korkarız. Korktuğumuzu hissederiz. Ama öyle korkularımız vardır ki; adeta yapışmıştır karakterimize. Bu tür korkuların ayırdına varmak son derece zordur. Karakterimizin doğal bir parçası haline gelmiş olan korkularımızın kendini en iyi ifade ettiği anlar yeni başlangıçlardır. Ne zaman yeni bir mücadeleye adım atsanız, bu korkular insanın ayaklarına zincir, gözlerine bağ, diline acı olur. Kişiyi hareketsiz hale getirir. Çoğu zaman kişiyi hareketten engelleyenin ne olduğunu kavramak da hiç kolay değildir.
Kaç tane insan varsa en az o sayıda kural var. Korkular da böyledir. Herkesin korku algısı ve korku türü ve eşiği farklıdır. Bir kişi için ciddi öneme sahip bir korku algısı, bir başkası tarafından dikkate bile alınmayabilir. Bazen korkular, fırsatları kaçırmak için ‘iyi’ vesilelerdir. Korku ile girişimde bulunmaktan kaçınarak veya kuşku nedeniyle doğru adımı atamayarak ciddi fırsatları teptiğimizin farkına bile varamayabiliriz. Bu, çok yaygın bir durumdur. Çoğu zaman heyecan veren işler yapmakla korku birbirine karıştırılır. Diğer yandan son derece olağan karşılamamız gereken korkularımız da olabilir. Bir kişinin, sevdiklerini yitirmekten korkması kadar olağan ne olabilir? Ama korku, kişinin özgür yaşamının önünde engeller oluşturuyorsa bununla ilgili önemler almak bir zorunluluk haline gelir. Korku, yüzme bilmeyen insanın denize ilk adımı atmasıdır. Çünkü korku ifadesi, insanın tanımlı güvenlik bölgesinin dışına çıkmakta olduğunun işaretidir. Böyle bir durumda korku, bir yandan dikkatli olmak konusunda iyi bir ders oluştururken, diğer yandan da aklın ve duyguların önünde engel görevini yerine getirebilir.
… her kaçış, bir sonraki özgürlük eylemini daha sıkıntılı hale getirir. Bir süre sonra korkular kanıksanır ve özgürlük hayalleri biter. Tahliyeyi beklerken ölüm kafeste olur.
Korku ile hareket etmek devekuşu gibi kafayı kuma gömmektir. (Yaygın bir kültürel davranış örneği olarak kabul edilmesine karşın gerçekten devekuşu böyle bir şey yapar mı? Yoksa geçmişten gelen tuhaf kabullerimizden bir başkası mı?) Tehlike anında kabuğuna –rahatlık bölgesine– çekilmeyi ve başına geleceklere razı olmayı daha baştan kabul etmektir. Korku insanın özgürlüklerinin önündeki en önemli engellerin başında gelir. İnsan, korkularını yendikçe özgürleşir. Korku ile yapılan bir seçimi insanın özgür tercihi olarak benimsemek mümkün mü? Özgürlük insanın korkularıyla mücadele etmeye adım atması ile başlar.